Amélie
filminde, yanılmıyorsam ilk sahnelerde, Amélie anne ve babasını
tanıtıyordu; sevdikleri ve sevmedikleri diye. Sevmiştim o sahneyi. Minik
detaylar vardı çünkü. Mesela annesinin uyanınca yüzünde oluşan yastık
izlerini, suda buruşan cildini sevmediğinden bahsediyordu.
Yıllar, yıllar önce, bu fikirle bir blog
yazmıştım, ne yazık ki bir iki yazıyla blogu noktalamıştım. Bazen
aklıma düşüyor, bazen yazasım geliyor. Şimdiki gibi. Bir de ortalıkta,
kendiniz hakkında 7 bilinmeyen-li bir mim dolaşınca bırakmak istedim
kendimi bu akıntıya.
Esasında defalarca yazdım benzeri konularda. Misalen, ucubeliğime ithaf ettiğim; Saçmalardan Seçmeler.
Ama insanın tuhaflığı hiç biter mi,
üstelik eski blogu okuyunca daha net farkettim ki, her an değişirmiş
sevdikleri, sevmedikleri.
*Misalen, en çok sevdiklerimden biri ve
buna bağlı takıntım hiç değişmemiş. Nevresimleri henüz değişmiş yatağa
girmeyi pek severim. Mis gibi kokulu, kat izlerinin taze ve diri olduğu.
Ama bu işin olmazsa olmazı, benim de yeni duş almam ve tertemiz
pijamalarımı giyip o temizlikte kaybolmam. Trainspotting filmindeki, Just A Perfect Day
şarkısının çaldığı sahnede gibi hissederim. Sanki o pamuk çarşaf,
altımdan kayan saten olur ve dahası ben de içinde kaybolurum. Tabii,
bunu yaşamam için, çocukların halim selim uykularında olmaları gerekir.
Bu da demektir ki, birkaç yıldan beridir, bu halde yatağa girmedim.
*Misalen, en çok sevdiklerimden biri ve
buna bağlı değişmeyen bir diğer takıntım; evin derli toplu ve temiz
olduğu sabahlara uyanmayı pek severim. Bunun için, eğer şartlar
olgunlaşmışsa, yani ev temizse, gece yatağa girmeden mutlaka ortalığa
çeki düzen veririm. Ki sabah kalktığımda, bilhassa salon ak pak, herşey
yerli yerinde olsun ve ben de ortama bakıp, kendimden memnun
gülümseyeyim. Zira temiz ortamda kahvaltıyı çok severim. Zaten ortam
dağınıksa kahvemi içmekten bile imtina ederim.
*Misalen, temizlik, titizlik ve düzen
takıntım vardır. İlter’in rivayetine göre, en zayıf noktam budur benim.
Yani biri benim hayatıma son vermek isterse, bunun için çok uğraşmasına
gerek yok, beni pis bir ortamda uzun süre tutması yeterliymiş dediğine
göre. Evet, kısmen doğru. Ama uzun süredir bu konuda kendimi eğitmeye
çalışıyorum. Bile bile evi pis bırakıyorum, bile bile uçuşan tozlarla
hareket ediyorum ama itiraf edeyim çok zorlanıyorum. Mutfak kısmını
önemsemiyorum da, o yerde uçuşan tozu derhal süpürmemek için kendimi çok
ama çok zor tutuyorum. Zira o tozların bana göz kırpması ve ‘al bizi,
süpür bizi, hihohhaha!’ diyerek üstüme yürüdüklerini falan sanıyorum.
Ama direniyorum. Bir de banyo; onun pisliği ile sahiden perişan
oluyorum.
*Misalen; hep söylüyorum; -Ya Hep, Ya
Hiç- çiyimdir. Birşey ya tastamam olmalı yahut hiç olmamalı benim
nazarımda. Orta yolu, kanaat etmeyi beceremiyorum. Zaten hep, en keskin
uçlarda olmaya meyilliyim. Son yıllarda çok bakımsızlaştım mesela,
eşofmanlarla yatıp kalkıyorum, saçlarım için kuaföre hiç uğramıyorum,
kendim kesip kendimi rüsvay ediyorum, yeni giysiler almıyorum… Sebep;
çünkü şişmanım, çünkü çocuklarla yarım yamalağım ve elden gelenle
yetinmek yerine kendimi tümden bırakmayı tercih ediyorum.
*Misalen; kuaföre gitmek büyük ızdırap
benim için. Eskiden giderdim, saçlarımı renkten renge, şekilden şekile
getirtirdim ama o zaman da sevmezdim. Sadece içimdeki bütünlük için buna
katlanmaya gayret ederdim. Kuaföre gitmek, saatlerce orada beklemek
benim için çok kıymetli vaktin katlidir. Tam böyle düşünüyorum.
Gitmiyorum, gidemiyorum. O harcayacağım sıkıcı zamana katlanamıyorum ve
çok acıyorum!
*Misalen; havadan sudan konuşmayı bilen
insanlara hep gıpta etmişimdir. Ben sevdiklerimin yanında konuşmayı
severim, ya da severdim mi diyeyim, zira çocuklardan sonra biraz
eblehleştim, ama tanımadıklarıma karşı pek ketum ve nemrut görünürüm. Ne
kadar zorlarsam zorlayayım kendimi, muhabbetsever bir taksi şoförü,
manav, kasap, kapımızın önüne kurulan pazarın esnafı ile sıcak bir
sohbete giremem, iki kesik cümleyle muhabbeti kesiveririm. Karşımdaki
benden iş çıkmayacağını hemen anlar nitekim. Oysa geçen gün sokakta
arabada beklerken iyice gözlemledim ki, bizim mahallenin kadınları ne
denli farklı halimden. Geçerken, bir kuaföre selam veriyorlar, bir
emlakçıya, eğer pazar varsa kardeşi gibi konuşuyor pazarcıyla.. Ne
diyeyim, Yaban Gülü olmaktan öteye geçemiyorum.
*Misalen; baskıya ve zorlamaya hiç
gelemiyorum. Baskı dediğim belki çoğunuzun üstünde durmayacağı şeylerdir
ama beni, hani son günlerin popüler reklamı; Açken sen sen değilsin-
deki gibi ben bende olamayacak kadar değiştirip, yaban öküzü kıvamına
getirebilir. Ne zaman ortamda baskı ve zorlama olsa, bunu yapan kendim
bile olsam, deliriyor ve kaçmak istiyorum o ortamdan. Zoraki hiçbirşeye
tahammülüm yok. Belki de çocuklardan sonra delirmemin bir sebebi de bu.
Ama şükürler olsun ki onlardan geleni kabullendim. De, mesela
istemediğim bir ev ziyaretine giderken, düşünerek kendimi öldürebilirim.
Bunu da yenmek uğruna çabalarım var ama henüz pek de ilerleme
kaydedemedim. Çok zor, boğuluyorum çünkü zorlamalardan. Yazarken bile
nefesim kesildi, nabzım hızlandı, öyle ki yani.
*Misalen; şimdiki çocukların 4-5 yaşında
çözdüğü hayat gerçeklerini, çözmek bir yana dursun, yeni yeni
görüyorum, bunu da acıyla farkediyorum. Geçenlerde, bir şekilde şunu
farkettim ve irkildim. Ben zannederdim ki, filmlerde ya da uzak yerlerde
duyduğumuz kötü adamlar, kötü kadınlar bizim etrafımızda yoktur. Bu
düşüncenin benim ahmaklığımdan ileri geldiğini farkettim. Hayır,
gerçekten filmlerdeki kadar kötü niyetli insanlar benim hayatımda da
varmış. Sadece bazen iyi olabildikleri için, ben bunları kötü diye
nitelendirmiyormuşum. Öyle basit bir kötülükten bahsetmiyorum, arkamdan
konuşmuş, beni aldatmış vs. değil, basbayağı, hani Orhan Kemal’in El
Kızı kitabındaki (filmi ve dizisi de vardı) gibi, hatta ondan bin beter
kayınvalidelerin (benimki değil şükür), kötü üvey anneler gibi kötü
yengelerin olduğunu farkettim. Dehşetle irkildim! Eskiden kötü insanlar
diye ayrım yapanlara kızardım, kendini üstün görüyor gibi düşünürdüm ama
hayır değil, kalpleri taşlaşmış insanlar varmış, sahiden varmış!
(Olaylar yeni değil, farkındalığım yeni) Allah bizi böylelerinden,
böylelerinin şerrinden ve böyle olmaktan korusun!
*Ve bir itiraf; böyle konuşuyorum ama
bazen evini terkeden anneleri de anlayabiliyorum. Bazen sabır taşı
çatlayınca, kabıma sığamayınca ve yerimde durmak zorunda kalınca, gider
miyim diye korkmuyor değilim hani. Maazallah diyorum!
*Beri yandan, yeni farkettiğim bir diğer
şey ve gene ortaya çıkan yaman çelişkim; artık kötü anne olmadığımı
düşünüyorum. Berbat davrandığım zamanlar çok da olsa, çoğunlukla ilgisiz
de olsam, bazen hoyrat da davransam, bağırsam çağırsam da, berbat
sesime tanık olsam da kötü bir anne değilim. Onların yanındayım,
seviyorum, sevgimi içtenlikle ve hatta taşkınlıkla gösteriyorum ve
seviliyorum görüyorum ki. İyi bir anneyim diyemiyorum ama kötü de
değilim hani. Bu da yeni düşüncelerim:)
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder