28 Aralık 2011 Çarşamba

Kendimi Yakaladım!


Gene iyi birşeye vesile oldu yazmak. Gene kendime dair iyi birşeyi farkettirdi. Gene bir çentik daha attım ‘hakkımda bildiklerimi tuttuğum çeteleme’. Gene iyi hissettim, gene yüreğim sakinleşti.
Düşünüyorum kaç zamandır, kendimi sorguluyorum; madem yazmak senin için bunca iyi, ne diye kendi kendine yazmayı kestin de, buraya yazıyorsun habire? Bazı sebepler var, derinlerde kendime sakladığım, onlar bir yana dursun, asıl sebebi arıyordum uzun süre. Onaylanmak ihtiyacı mı diyordum? Bilinmek ihtiyacı mı? Evet bunlar insanın fıtratında var ama ben bundan hoşlanmıyordum. Böyle düşündüğüm zamanlar kendimden de hoşlanmıyordum. Bazen onaylanmak ihtiyacına binaen yazdığımı düşünüyor, utanıp sıkılıyordum. Bazen riyakarlık hissediyor, ürperiyordum. Bazen kendimi didik didik ediyor, yazdıklarımın samimiyetini sorguluyordum. Hasılı epeyce gel git yaşıyordum.


Beri yandan bazı mühim sebeplerim olduğunu hissediyordum ama bulanık zihnimde bunları netleştiremiyordum. İşte çemkirdiğim bloga yazmak mevzusu gene imdadıma yetişti ve bana ağır sualin cevabını verdi. Açtım ellerimi, tam avuç içlerime koydu cevabı gitti. Son derece net, berrak seçebiliyorum şimdi.
Yazmak, evet, kendimi keşfe çıktığım asli yol; bazen aydınlık, bazen bulanık! Yazmak, kendimi alıkoyamadığım, vazgeçemediğim tek tutkum. Bazen hastalıklı bir yol, bazen sağlıklı. Buraya kadar hep bildiklerim sözkonusu! Bu akşam avuçlarıma bırakılan cevap ise bilmediklerime dair. Bugün bambaşka şeylerden yazmak isterken, kelimeler aldılar bayrağı ellerine. Götürmek istedikleri yere götürüp bıraktılar beni aydınlanmış biçimde, öylece…
Bloga yazmak, peki? O, neden önemli?
“Yazmak için evet, yalnızlık gerek ve şart, ancak tümden yalıtılmış, yalın yalnızlık değil beni sevdiğim yazmalara iten.  Bir insan sesi olsun istiyorum yazarken, yahut insancıl bir hareket. Organik bir bağım olsun yani hayatla. Hayatın ritmi bana dokunsun istiyorum illa. Tam da öyle burası. En önemlisi, işin alışveriş kısmı. Burada canlı bir alışveriş sözkonusu. Ben birinden birşey alıyorum, bir başkası benden birşey alıyor, ben birine birşey veriyorum, bir başkası bana veriyor hasılı hayatın kendisi gibi, canlı, dinamik bir yer burası! Ki, yazmanın benim gözümde ön koşulu; insansızlık ve insancıllık tezatının bileşkesi ise burası bunu karşılıyor ziyadesiyle.”
Mesela diyorlar ki, bunca yoruma cevap yazmak zor değil mi? Evet, bazen göreve dönüşmesi bakımından zor! Ama bu görev benim isteyerek üstlendiğim bir görev. Kaldı ki ben, bana gelip de yazanı cevaplamazsam rahat etmiyorum asıl. Sanki biri geldi, benle muhabbet etti, (ki yazanların çoğu hakiki muhabbetçiler oluyor ve çok samimi yazıyorlar) ve ben hiç oralı olmadım, döndüm arkamı gittim. O insanın benimle paylaştığı özel anı, belki mahremini, acısını, hüznünü veya sevincini adı her neyse onun için önemli olan bir olayı öylece bırakıp, alelade birşey saydım ve kendi işime baktım! Oysa özeldi onun için yazdığı, kendisi de özeldi. Bu yüzden yorumları cevaplamayı önemsiyorum ve aksini yapmayı çok zor durumda değilsem tercih etmiyorum.
“Kendimi o insanın yerine koymam bile yorumlara cevap yazmanın hassasiyetini ve ehemmiyetini anlamam bakımından yeterli!” 
Zira ben de paylaştığım özel bir şeyin, öyle öksüz gibi yorumlarda kalmasından dolayı -her ne kadar kendimi bunun önemli olmadığına inandırsam da, mutlaka bir sebebi olduğunu düşünsem de- ince bir gönül kırıklığı yaşıyorum. Geçiştiriyorum çoğunlukla ama böylesi öksüz bırakılmış yorumlar sözkonusu olduğunda ve bu durum devamlı bir hal almışsa, gayri ihtiyari soğuduğumu ve oralara uğramaz olduğumu farkediyorum. Bu durumda adı görev de olsa cevaba mecbur hissediyorum kendimi, zira kalp kırmaktan, incitmekten korkuyorum.
Bazen bir yorum görüyor, çok heyecanlanıyor ve hemen cevap yazmak istiyorum ama sırayla cevaplamazsam, gönül kırıklığına sebebiyet vereceğimi düşünüyor ve bekletiyorum. Ama işin şu kısmına bayılıyorum asıl; dedim ya burası bir alışveriş mekanı. Fikir alışverişi, gönül alışverişi, ilim alışverişi, gülme, güldürmece alışverişi, basit alışveriş, karmaşık alışveriş, hasılı türlü türlü… Ben bunların her türünü en çok yorumları cevaplarken hissediyorum.
“Öyle çok yere çıkıyorum ki yorumlar vesilesiyle. Bazen birine birşey derken, kendime dair bir aydınlanma yaşıyorum mesela. Kendimi yakalıyorum yorumlar vasıtasıyla adeta!”
Kaptırıyorum yorumlara cevap yazarken; sorularım, cevaplarım uçuşuyor aklımda. Sonra bundan uzunca bir düşünce ve uzunca bir yazı çıkar deyip kesiyorum. Ve oturup onun üstünde düşünüyorum uzun uzun ve yazma zamanı gelirse de yazıyorum.
İşte böylesi bir ana denk getirildiğim bu günde, konudan uzaklaşıp bu neticeye vardım ve kendimi yakaladım! Başladığım noktayı ise daha sonraki yazılara bıraktım!
Ve hep şu parçayı anımsadım yazarken;


Hiç yorum yok: