Her
yerde, her yanda yoğun bir telaş. İstanbul’da sokaklar ayaza rağmen
dopdolu, yollar günün ortasında dahi tıkalı, alışveriş merkezleri
hıncahınç, sanki can pazarı. Malum olduğu üzere yarın yılbaşı. Ben her
zamanki gibi, her özel günde olduğu gibi ne hararetli bir hissiyat
içindeyim, ne de heyecanlı bir kutlama peşindeyim. Ne yapsam zorlama
olacak biliyorum, çünkü derinlerde birşey hissetmiyorum. Tıpkı doğum
günlerim gibi, tıpkı evlilik yıldönümlerim gibi yavan duygular
içindeyim.
Tek
düşündüğüm, piyango bileti alıp da kendime suni bir heyecan yaratsam mı?
Ona da inancım yok halbuki. Düşünüyorum; elindeki son yevmiyesiyle
bilete bel bağlayan, başkaca da ümit taşımayan nice garibanın gözünün
kaldığı; büyük, çok büyük para, bana çıksa rahat eder miyim ki? Hem
haydan gelen huya gitmez mi? O zaman, olmayan paradan kurduğum ama ona
bile inanmadığım hayalleri bir kenara bırakayım da, çalışarak
kazandığımız birkaç helal kuruşla, -Azıcık aşım, kaygısız başım-
felsefesine göre yaşayayım.
Yılbaşı
renklerini, ışıklandırmaları, ağaç süslemelerini, cıvıltıları,
kalabalığı, her yerde kırmızı temasını görmeyi; üstelik kar desenli,
pırıltıları, içinde kar, kış geçen cıngıl cıngıl şarkıları kesinlikle
çok seviyorum ama biliyorum ki, tam içine de düşsem bu geleneğin,
tıpatıp uygulasam da herbir mertebeyi, sonradan görme, özenti olmaktan
başka duygular içinde hissetmeyeceğim kendimi.
“Benki ne doğum günümü, ne evlilik yıldönümümü sunilikten çıkaramamışım, özümseyemediğim için olsa olsa hayatımdan çıkarmışım, devşirme yılbaşlarını yürekten sindirebileceğimi hiç sanmıyorum! Uğraşmıyorum da!”
Sanırım
böyle geleneksel seremoniler sahiden gelenekselse mana taşıyor. Yoksa
olmayan şöminelerimizden Noel Baba dahi çıksa, çoraplarımızı hıncahınç
hediye de doldursa, geyiklerin çektiği kızakla gözümün önünde bulutlara
da karışsa, Jingle Bells eşliğinde aydan görünen gölgesi ile bana,
bizzat el de sallasa boş! Bu iş fazla bana!
Üstelik
bu sene giden yılın bıraktığı derin bir burukluk var. Van’ı zaten
saymıyorum. Doğu’daki hayatla, Batı’daki hayatın yaman çelişkisinden,
iki farklı ülke olmaktan ziyade, iki farklı uzayda yaşanıyormuş izlenimi
veren keskin tezattan hiç bahsetmiyorum. Hayatı İstanbul’dan ibaret
sayan televizyon ve radyo kanallarından da, insanlardan da
bahsetmiyorum. Günlerdir yanlış olsun diyerek dua ettiğim ama ne yazık
ki bugün tüm gerçekliğiyle ortaya çıkan ölümlerinden bahsediyorum.
Yaşları 16 ile 20 arasında değişen 35 gencin ölümünden bahsediyorum.
Annesinin -oğlum, asker görürsen korkma- diyerek tembihlediği ve işe
gider gibi doğallıkla uğurladığı, buradan bakınca olağanüstü ama orada
yaşayana olağan sayılan; sınır geçerek kaçakçılık yapmaya giden çocuğun
ölmesinden bahsediyorum.
Bununla
baş edebilirdim ama şu olmasaydı eğer; oradaki siviller öldüğünde
kulaklar duymaz olmasaydı, insanlar laf olsun diye bile olsa -üzüldüm-
diyecek kadar istiflerini bozsaydı!
Dileyelim yeni gelen yılda bitsin ölümler, kavgalar, ayrı gayrılar ve gamsızlıklar! İyi Yıllar!“İnsanlığımız yanlı olmasaydı, hakikatli olsaydı!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder