Bazen topluca
dışarıya çıkmak mevzu mahis olduğunda, bundan kaçınıyorum. Zira, evden
çıkarken ayrı bir kızılca kıyametin, eve girerken ayrıca bir kızılca
kıyametin koptuğu gerçeğinden sakınıyor, bu sistematik karmaşanın
düşüncesinden dahi çok yoruluyor ve çok bunalıyorum.
“Kaçışan çocukları yakala, zaptet, hazırla, hele o her çıkışta hazırlanan, valize taş çıkartan çanta…”
Hasılı daha çıkmadan bitap düşüyor ve
sakinken dahi çok gergin bir anne oluveriyorum. Derken bir şekilde, yaka
paça bir yanda, saç baş dağılmış, oraya buraya çarpa çurpa kendimi açık
havaya atıyor ve bir anda sakinleşiyorum. Dışarıda ise değişkenlik
gösteriyor durum, çocuklar çoğunlukla tatlı, biraz da acı olabiliyorlar
ve ne yaşanıyorsa yaşanıyor, bir şekilde eve geri dönme vakti geliyor ve
harala gürele eve giriyoruz.
İşte bu noktadan sonra akıllara
durgunluk veren haller yaşanıyor aramızda. Yo, çocuklarla değil, onlar
her zamanki gibi, krizsel karmaşalarda, şaşırtıcı olan İlter’le aramızda
yaşadığımız durumun tezatında. Şöyle ki;
Kapıdan giriş yapıyoruz. Selim hemen
kapı eşiğinde seriliyor yere. Bacaklar dışarı sarkmış, gövde ve baş
içeriye serilmiş şekilde. Beri yandan merdiven boşluğuna düşmekten son
anda kurtarılmış ve zahmetle içeri atılmış Kerim, -çık-a-cam- diyerek
paltosunu ve şapkasını çıkartmak için çekiştirmekte, pis pis çemkire
çemkire hem de. Bense, Selim’e tatlı dille düzelmesi yönünde telkinle
bulunurum, arkadan muhtemeldir ki poşet, çanta gibi, binbir ağır
zerzevatla çıkan İlter’in aksiliğine kurban gitmesin diye. Lakin Selim
kalkmaz, devam eder yarı dış tarafında kapının, yerlerde sürünmeye ve
kurban gider aksiliğe, hem de ikimizden de zılgıtı yiyecek biçimde. En
son -kapıyı kapatıyorum üstüne- tehditleriyle ancak sokulur içeriye.
İlter elindekileri, olduğu gibi bir
kenara koyar ve vazifesini tamamlar. Bendeyse ağır işçilik başlar.
Selim’i banyoya sok. Suyla kendini, ortalığı, aynayı, yeri göğü
batırmasına engel ol, Kerim’i banyoya sok, klozete ulaşmadan zaptet,
bağırış çağırış halinde ikisini de çıkar, Selim’e onlarca kez
giyinmesini söyle, kirlilerini atmasını vesaire, Kerim’i soy, soyarken
-kaşık- diyerek kaşınmak isteyen çocuğu, dünyanın en sıkıcı eylemi olan
kaşımayla sakinleştirmeyi amaçla ama kaşındıkça kaşınsın ve çıldırsın
daha, bir aralık bulup ev giysilerini çek üstüne başına, ardından can
sıkıntısından ve yorgunluğun getirdiği huysuzluktan Kerim’i sıkıştıran
ve zulmeden Selim’i, gerim gerim gerilmiş sinirler sebebiyle bir güzel
haşla, soluksuz kalana dek dön baba dön odalar arasında, muftağa gir,
çocuklara birşeyler hazırla, ardından kap getir onları masa başına,
binbir alavere dalavere eşliğinde tık mamayı Kerim’in ağzına, beri
yandan Selim’e türlü tehditler savur, yemeğini düzgün yemesi,
kırıntılarını tüm eve dökmemesi ve poposunun sandalye üzerinde sabit
kalmasını amaçla, lakin Kerim’in nemrut yemesi, Selim’in Hansel ve
Gretel misali kırıntılarıyla tüm evde yol çizmesi sebebiyle; saç, baş
yol, cinneti yakala! Hasılı kelam, rezili rüsvay bir karmaşa! Dışarıdan
bir göz için, çirkef, yoz bir temaşa!
Beri yandan, kan revan içindeki
masamızın hemen yanıbaşında, gayet sakin, genç bir adam oturmakta. Ya
elinde sıkı sıkıya tuttuğu 3 tip kumanda ile televizyon seyretmekte
yahut da tablet bilgisayarı ile kimbilir hangi alemde. Sanırsınız ki, bu
ortamda ya o gerçek değil, ya içinde olduğumuz karmaşık sahne. Bu
manzaralardan biri sanki sahte! Sanki birimizden biri; muhtemeldir ki,
bu genç adam, sonradan bu karmaşaya monte edilmiş Photoshop hilesiyle.
Öyle kendi halinde, kendi içinde ve yaşıyor ki kendi çemberinde. İşte o
genç adama bizim evde baba denmekte.
“Hasılı her zaman değilse de, genellikle kendi uzayında yaşayan biri var evimizde!”
Bazen bu karmaşayı öylesine yaşıyor,
haliyle babanın kendi uzayında yaşamasını farketmiyorum, gözüme batmıyor
hali, sanki bu çilekeşlik ve ben bütünüz ve bunun böyle olmasına
şaşmıyorum, bazen çok batıyor bu hal, o zaman fena sardırıyor ve belalı
gibi onunla kapışıyorum, bazen de içime atıyor, bilendikçe bileniyorum.
Ki en beyhude ve akıllara ziyan olanı yapıyorum.
İşte böylesi bir günde, gittim o adama.
Usulca oturdum yanına. Epeyce pesti sesim. Dedim: karar verdim, blogda
özel bir bölüm açacağım sana. Anladı ki, taşlar gelecek kafasına. Hemen
geçti savunmaya, hatta saldırıya. Dedi: Bütün bilgilerin bende, blogu
kapatırım! O an içimden dedim, böylesi işler hiç kocanın elime teslim
edilir mi? Bak en ufak bozuşmada köşeye sıkıştırdı seni. Ama çaktırmadım
içimdeki gelgitleri. Dedim: kötü birşey yazmam canım, sadece şu anki
hali yazacacağım, hem sana ait bölümüm adını dahi belledim. Dedi:
neymiş? Dedim: BEN, KENDİM ve ÇEMBERİM! kahkahayla güldü. Dedi: doğru
söze ne denir! Tam bulmuşsun daha ne diyeyim. İnsanın kendini bilmesi
sanırım bu demekti:)
—————————————————————————————————————————————————————————-
Uyarı! Bu durum, genellemeden ziyade
bir örnektir. Asıl anlatmak istediğim, bir babanın nasıl da kendiyle,
kendi çemberinde kalabildiği ve karmaşa içinde dahi sakinliğini
koruyabildiğidir. Bu durum benim için sinir bozucu bir enteresanlık ve
gizem barındırmaktadır. Hatta sanırım hasetle karışık bir çemkirme
sözkonusudur. Meramım budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder