Bir önceki yazımdan
bilenler bilir, sağduyumu, soğukkanlılığımı, akıl yürütmelerimi
yitireli epeyce oldu. Çok uzun süredir, günü kurtarmaya yönelik, elzem
birkaç içgüdüsel ve otomatikleşmiş eylem dışında yaptığım birşey yok, ya
da öyle sanıyorum ya da öyle umuyorum. Zaten ola ki, bu rutinin dışında
bir hareket olsa, diyelim elime bir kelebek konsa tamamen şaşıyorum. O
zaman otomatikliğimden de, içgüdüyle yürüttüğüm halimden de, pis bir
edayla uyanıyor, dünyayı ilk defa görüyormuş gibi, şaşkınlıkla etrafıma
bakakalıyor ve bulunduğum durumu, konumu çözmeye uğraşıyorum. Çözersem
ne ala, ama çözmezsem pekala felaketle karşılaşabiliyoruz.
Demiştim ya, Kerim 3 tam gün ve gece
uyumadı. Haliyle ben de. O günlerde biri büyük, biri küçük olmak üzere
iki adet Zombi gibi geziniyorduk evin içinde. İkisi de kızgın, asabi ve
hırçın. Ben karşımda küçük ve zor durumda olan bir bebek olduğunu
unutuyor; bağırıyor, çağırıyor, uyumuyor diye fırlatıp atıyorum, o benim
annesi olduğumu tümden unutuyor, tüm gücüyle bana vuruyor, hırsını
alamıyor tekmeliyor yetmedi elindeki en ağır arabaları kafama
indiriyordu. Her iki taraf için de acınası hallerdi. Bir kez daha
anladım ki, uykusuzluk sahiden Dr. Jekyll & Mr. Hyde dönüşümün en büyük sebebiydi.
3.günün sonunda, akşama doğru nasılsa
uyudu Kerim. Sanırım artık bitap düştü bedeni. Selim’in okuldan
gelmesine de 1 saat vardı. Normalde bu durumda uyumazdım ama bu kez bu
fırsatı kaçırmak istemedim zira önümde nasıl günler ve geceler olduğunu
kestiremiyordum. Telefonumu yanıbaşıma koydum ve uyudum. Ne de olsa
telefon sesine uyanırım dedim.
Uyandım. Lakin telefon sesine değil.
Önce uğultular çalındı kulağıma. Ağlama sesleri derken. Ardından önce
derinden, sonra epeyce yüksek perdeden gelen zil sesi. Kalktım. Ama ne
uyandığım zamanı, ne mekanı, ne ne yaptığımı anımsayamadım. Tam dediğim
gibi, sanki ilk kez gördüğüm bir mekana, bir boyuta uyandım. Kapı zili
aralıksız çalıyor, bebek ağlamaları buna eşlik ediyordu. Doğruldum, bir
iki tur attım olduğum yerde, gittim Kerim’e baktım, tanıyamadım, tekrar
salona geldim, hava kararmıştı, sıkıcıydı ortalık! Gene gittim baktım
Kerim’e, yabancı biri gibiydi hala benim nazarımda, öylece bıraktım onu
olduğu yerde, gittim apartmanın otomatına bastım. Ve TİNK! uyandım.
Eyvahlar olsun! Selim’in servisi gelmişti. Selim’i almaya inmemiştim!
Telefonuma koştum. Defalarca aranmıştım. Aşağıdan bir ses; Selim’i
gönderiyorum, diyordu. Servis ablasıydı. Tamam, dedim suçlu gibi ezik
büzük. Aklımdan bin türlü senaryo geçti; Selim’ime söylemişler miydi,
annen cevap vermiyor, evde olmayabilir demişler miydi, acaba oğlum onu
bıraktığımı düşünmüş ve endişelenmiş miydi, korkmuş yahut ürkmüş müydü?
Ya bana ulaşmasalardı, n’olurdu Selim’im, nereye götürürlerdi?
Ürkek ceylan gibi titredim bu
düşüncelerle olduğum yerde. Ürpertiyle ve cılız bir sesle; Seliiiiim,
dedim derken nihayetinde. Ayak seslerini duyuyordum sadece. Anne’cim
geliyoruum, dedi neşeli ve bayıldığım o cıvıltılı sesiyle. Oh dedim,
ürkmemiş besbelli. Çıktı 5 katı, sevinçliydi şükürler olsun. Ve şükürler
olsun ki, hoşgörülü ve sağduyulu bir servis şoförü ve servis ablası
vardı yanında, ki, hiç belli etmemişlerdi durumu. Atlatmıştım bu
badireyi böylece. Ama o anların korkusu hala içimde.
Diyorum ya, genelde haleli dolaşıyorum.
Uykusuzluk ve yorgunluk etkisiyle. Ama bir saatlik tam uyku bile ne
nimetmiş anladım 3 gün süren uykusuzluk içinde. İşte böylesi dönemlerde
unutuyorum ya binlerce yapmam gerekeni. Misalen, Blog Ödülleri’ne
katıldım. Çokca emin olmayarak, çokca kıvranarak ve hem kendimden, hem
eşimden dostumdan utanarak. Katıldım ama blogum moderasyon sürecinde
takılı kaldı. Ben de bir daha dönüp bakmadım. Bir yerlere mail atmak,
mesaj yazmak öyle büyük bir eylem ki benim gözümde. Özel bir vakit gerek
bunun için bile. Ben ki daha oğlum için Organik Kestane Balı’nı bile
sipariş edememişim. Blog Ödülleri’ni unutmam çok da normal değil mi?
Sonuç: katılım süresi doldu. Ben katılamadım. Ve Yılın Şapşalağı Ödülünü aldım:)
Hem çok istekli değildim ya, vardır bir
hayrı dedim kendime. Tuhaf bir rekabet olacaktı şimdi gerekli, gereksiz!
Hem alsam n’olurdu sanki o ödülü, başıma taç mı takacaklardı? Tutup
blogun bir köşesine koymak fikri dahi utandırıyorken beni, e, onula
n’apacaktım? Katılanlara selam olsun! Ben savdım heyecanımı, ve
herkesten önce aldım Oscar’ımı:)
—————————————————————————————————————————————————————————-
Blog Ödülleri’nde oy vermek için ilk
günden mesaj atan, bilgi almak isteyen, durumumu soran herkese gerçekten
çok teşekkürler. Bir tek sizden yana mahçubum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder