Gezi Parkı olayları ibretlik onlarca dersle dolu. Ben bugün birinden bahsedeyim;
Bir film vardı Başkan’ın Adamları (Wag the Dog): bence yüzyılın
en iyi, en etkili filmlerinden biridir. Filmin konusundan kısaca
bahsedeyim; Başkan’ın başı bir skandalla belaya giriyor ve bundan
kurtulmak için Beyaz Saray seferber ediliyor. Danışmanlardan birinin
aklına kurgu bir savaş çıkartmak geliyor. Bunun için bir yönetmenle
anlaşıyorlar ve medya üzerinden halkı Arnavutluk’un ABD’ye savaş
açtığına inandırmayı başarıyorlar ve sözde savaşıyorlar. Bunda
sanatçıların savaş şarkıları vesaire yapmasının da etkisi büyük oluyor.
Ve bu kurgu böyle devam ediyor…
.
.
Çok
etkileyici bir filmdi, izleyenler bilir, izlemeyenler de izlese farklı
bir bakış açısı edinir eminim. Ben o filmi izlediğimden beri çok daha
uyanık hissediyorum kendimi. O filmde gördüklerimiz sanırım izleyenlerin
çoğuna abartılı bir hikaye gibi geldi ama ben öyle düşünmedim. Bilakis
çok azını anlatmışlardı. (Zaten ben şuna da inanıyorum; filmlerde
gördüğümüz nice abartı aslında -tasarlanmış, tasarlanıyor ve
tasarlanacak olanların- gösterimi. Bu yüzden geleceğe dair kurgu-gerilim
filmlerini, çoğunluğunun birer birer gerçekleşiyor olmasından ötürü hiç
sevmiyorum, zira ürperiyorum.)
O filmdeki en dehşetengiz konu; yani
medyanın bizi istediğine istediği şekilde inandırması, yokolan birşeyi
varmış gibi, var olan birşeyi de yokmuş gibi anlatması, kandırması ve
hatta parmağında oynatması gerçek oldu son günlerde. Çok
aşikar ve net bir biçimde gözler önüne serildi medyanın kaypaklığı. Bu
kadar kolaymış işte. Düşünün bir de sosyal medyanın olmadığını,
milyonların haberi olmayacaktı. Üstelik birkaç gün önce yaşadıklarımız
hiç de yeni birşey değil, yıllardır yapılan bu. Sadece inandırıcı
gelmiyordu kimseye, komplo teorisi sayılıyordu. Ama iş -dişli, sesi
çıkan- kesime dokununca herşey değişti. Oysa yıllardır medya nasıl
isterse öyle şekillendiriyordu aklımızı, kalbimizi, ruhumuzu. Hepimiz
gördük; medya yaşananları yok sayınca, sosyal medyayı kullanmayanlar
ülkede hiçbirşey yok sandı, anlattığımızda kimse inanmadı, bence bu çok
büyük bir dersti. Kimse unutmamalı bu günleri ve bir kerelik zannetme
yanılgısına da düşmemeli.
Ben medya
oyunlarını farkettiğimden beri, bir olayı duymuşsam türlü gazetelere
bakarım. Tek bir kaynağa itimat etmem derhal diğerlerini de yoklarım:
karşıt, zıt, benzer ne varsa… Buna rağmen önüme konanı tamamdır,
doğrudur deyip kabullenemem, biraz akıl süzgeci, biraz kalp dinletisi
ekler öyle içeri alırım. Ki gene de etkileniyorum. Üstelik yıllardır TV
izlemiyorum, az gazete okuyorum. Öyle tek bir adamı, tek bir köşe
yazarını, tek gazeteyi okuyarak, tek tip bir tv kanalına bağlanarak
önümüze servis edilmiş bilgiyi içeri almak ürpertiyor artık beni. Evet
tam manasıyla bu; işlenmiş bilgiden ürperiyorum.
Tuna Kiremitçi’nin tesadüfen karşıma çıkan şu tweet’i çok düşündürdü beni ve bu konuyu yazmam konusunda harekete geçirdi.
-Bir dakika! Biz yıllarca Diyarbakır’ı da bu medyadan dinledik.
Hadi herkes bunu bir kez daha düşünsün. Bu medya bize olanı anlattı! Sizce güvenilir bir kaynaktan mı dinledik Güneydoğu’yu?
Ve bir Güneydoğulu’da bir başka zaman şunu yazmıştı:
-Ah, bu sosyal medya, 90′larda Diyarbakır’da olacaktı.
Bu ne
demek biliyor musunuz? Ancak yaşayanın, içinde olanın bilebileceği şey
bu! Ya da şöyle diyeyim, şimdi yaşananların milyon katını düşünün ve
sesinizi kimsenin duymadığını. Üstelik hem eziyete uğrayıp hem de tu
kaka yapıldığınızı.
.
Diyarbakır’da miting yapılacaktı ve bloglardan bildiğim, sevdiğim, inançlı bir arkadaşım aynen şunu yazmıştı:
-İnşaallah Diyarbakır’da bir deprem olur ve herkes altında kalır.
Dehşete
düşmüştüm. İşte Diyarbakır Batıdakilere böyle anlatıldı. Oradaki herkes
ölmeye layık! Hiç anne olan biri bunu diyebilir mi, ama diyor işte. Zira
yıllarca medyayla yürütülen politikalar dışarıda olan herkese öcü gibi
gösteriyor Diyarbakır’ı, Güneydoğu’yu. Kimsenin aklının ucuna empati
yapmak gelmiyor. Ya da neden böyle düşünmüyor. Ona dayatılanı hooop
mideye indiriyor. Ve sonuç; zihinler dumura uğruyor, kalpler
katılaşıyor, mantık devre dışı kalıyor. Geriye öfke ve nefret kalıyor.
.
“Yıllarca uyuttular milleti. Yıllarca istediklerine inandırdılar. Kim güçlüyse ondan taraf oldular, kaypakça, hiç acımadan. Ne yaşanılanı yanlış anlatmaktan utandılar, ne de okuyucu aldatmaktan. Her iki tarafa da en ağır ihaneti ettiler. Ve bu yeni birşey değil! Bilakis oldukça eski bir hikaye, zira medyanın özünde bu rezillik var.”Unutulmamalı: Medya bunu ilk kez yapmadı ve eminim bu olay son da olmayacak!.
.
Bence herkes bu olay vesilesiyle şapkayı öne koymalı, düşünmeli ve yenilenmeli. Bu
olayın vereceği en büyük derslerden biri bu: Eski bilgileri unutmak,
dışarıdan içimize pompalanmış suni bilgiyi ayıklamak ve yeni şeyler
söylemek… Gezi Parkı olaylarının bizzat içinde yer alan Blogcu anne çok samimi bir özeleştiri yapmış mesela. Okunmalı!
.
-Kısa bir
süre baskı altına alınan, özgürlükleri doğuya göre çok daha az
kısıtlanan batıdaki halkın öfkesi ile yıllarca baskı altında tutulan ve
anlaşılamayan Doğuluların öfkesi iyi bir kıyas oluşturuyor şimdi.
Anadili bile yasaklanan, Kürtçe tek laf ediyor diye terörist diye hapse
atılan, ki daha neler var; evinden alıp götürülen binlerce insan, bir
daha haber alınmayanlar, türlü işkenceler, mayınlar altında ölen
insanlar, yazamayacağım türlü olaylar… Bu baskıya karşı direnmek anormal
miydi o zaman?
Batıda
herkes keyfinde iken, yazlığında türküler şarkılar söylüyor, çocuklar el
bebek, gül bebek yetiştiriliyorken, doğuda ise onlarca Ceylan kaza
kurşunuyla ölüyor, insanlar köyleri yakılmak üzere evlerinden ediliyor,
her iki taraftan baskı altına alınıyorken insanların direnmesi,
direndikçe başlarının daha da ezilmesi ve çaresizliğin getirdiği
saldırganlık hissi çok mu anormaldi o zaman? Bu insanlara sarf edilen
sözler hak mıydı?
Şu birkaç
zamanlık baskıyla direnişe geçiliyorsa; yıllarca baskının en alasını, en
hasını yaşamış Doğulu’nun direnmesi anormal miydi peki?
Hadi özeleştirinizi yapın! Az daha sıkılsa buradan da ‘terörist’ çıkmaz mıydı?
(Terörü asla ve kat’a desteklemiyorum, sadece empati, empati diyorum)
.
Başka bir
örnek… Başörtüsü meselesi. Medyanın hepimize attığı en büyük kazıklardan
biridir başörtüsü meselesi. Hani özgürlük diyoruz, hani demokrasi.
Olmuyor ama, demokrasi sanki sadece bize tahsis edildiğinde demokrasi.
Söyleyin kaçımızın aklına onların da anne, kardeş, abla, insan olduğu
geldi, kaçımız onların da özgürlüğü benim özgürlüğümdür diyebildi,
desteği demiyorum bile. Bu kadınların bir kısmı okuyamadılar, bir kısmı
ülkelerinden uzakta okumak zorunda kaldılar, bir kısmı perukla okula
girmek zorunda kaldı ve biz bu görüntüyü izledik normalmiş gibi. Normal
değildi, hak değildi. Hiç onların yerine koydunuz mu kendinizi? O hayır
olamaz, onlar uzaylıydı değil mi? Direnişe de geçemediler, seslerini
bile yükseltmediler. Ve o insanların birçoğu bugünlerde ne diyor biliyor
musunuz; biz çok zor günlerden geçtik, dileriz kimse yaşamaz öylesini.
Ve bunların daha ne versiyonları var.
Velhasılı
kelam diyeceğim o ki; Özgürlük batılı bir kısım zümreye tahsis edilmiş
değil! Özgürlükse herkese özgürlük. Herkese demokrasi. Şimdi özgürlük
diye çığlık atanların çoğu sözkonusu BARIŞ olduğunda demediğini
bırakmıyordu iki gün önce ve muhtemelen gene de bırakmayacak! Çünkü o
özgürlüğü kendine hizmet ettikçe seviyor. Ve bu yüzden özgürlük
kendinden geçtiğinde şaşıyor, ortalığı velveleye veriyor, tepiniyor,
çıldırıyor, yeri göğü inletiyor. Zira o özel ve ayrıcalıklı.
Buradan bu vesileyle bir kez daha haykırayım:
-SEN ÖZEL DEĞİLSİN arkadaşım! SEN SEÇİLMİŞ DEĞİLSİN!
.
Sanırım bir
kısım batılı insanımız kendini en tepede, ülkedeki herşeyin en iyisine
layık, biricik ve özel zannediyor. Hem özel, hem de karar verici
üstelik. Değil mi ki Türkan Saylan; Biz -ASIL-ız demişti ve bu söylemi
eleştirmek kimsenin aklına dahi gelmemişti. Belki de pek çok kişi bunda
şaşılacak birşey görmediğinden ses etmemişti.
Ne yani şimdi benim oyum dağdaki çobanın oyuyla bir mi, diyen Aysun Kayacı zihniyetini bırakmalı ve düşünmeliyiz!
KİMSE ASIL DEĞİL! KİMSE ÖZEL DE DEĞİL! BELKİ TUHAF GELECEK AMA BU DÜNYA İÇİN HEPİMİZ HERHANGİ BİRİYİZ..
.
.
Eşitlik
diyoruz ya hikaye… Özgürlük o da hikaye. Bakın özgürlük diye
çırpınanların en basit tezatını yazayım. Sosyal medyada normalde güle
oynaya takılıyoruz. Bu olaylar olduğundan beri; vay sen nasıl böyle
düşünürsün, vay bu olaylara destek vermeyen defolsun gitsin, ya da ben
sildim seni, aman Gezi Parkından başka birşey yazmayın, yazarsanız
mimlerim sizi gibi en küçük insanda bile görülen baskı emareleri size
birşey anlatıyor mu? E hani sen baskıdan şikayet ediyordun, e hani bunun
için direnişe geçiyordun, bak gördün mü ekranda bile ötekine tahammülün
yok ve baskı için direnirken daha baskı uyguluyorsun, o halde neden
bahsediyorsun?
.
Önceki gün şunu gördüm; Pink Floyd’un üyesi Roger Waters Gezi Parkı eylemini destekliyormuş ve şöyle demiş:
“Ne zaman
bir erkek, bir kadın ya da çocuk sokaklara çıksa (demokrasi, insan
hakları, kendi kaderini tayin için…) dünyanın geri kalanı onlara
borçlanır.”
Ve bundan
herkes övgüyle bahsetmiş. E, peki Kürtler? Başörtülüler? Onlar için
neden anlamaz oldu zihinler, duymaz oldu kulaklar, görmez öldü gözler?
Medyanın çok payı var, hükümetlerin çok payı var ama bence düşünemeyen
insanların da çok payı var. Hazır bilgiyi al indir mideye, sonra başla
beddua etmeye, sövmeye!
Senin için selam eden Madonna, Bruce Willis, Taylor Swift Kürtler için de selam verse gene de alkışlar, gene de sever miydin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder