5 Haziran 2013 Çarşamba

Baskı ve Başkan’ın Adaml

Gezi Parkı olayları  ibretlik onlarca dersle dolu. Ben bugün birinden bahsedeyim;

Bir film vardı Başkan’ın Adamları (Wag the Dog): bence yüzyılın en iyi, en etkili filmlerinden biridir. Filmin konusundan kısaca bahsedeyim; Başkan’ın başı bir skandalla belaya giriyor ve bundan kurtulmak için Beyaz Saray seferber ediliyor. Danışmanlardan birinin aklına kurgu bir savaş çıkartmak geliyor. Bunun için bir yönetmenle anlaşıyorlar ve medya üzerinden halkı Arnavutluk’un ABD’ye savaş açtığına inandırmayı başarıyorlar ve sözde savaşıyorlar. Bunda sanatçıların savaş şarkıları vesaire yapmasının da etkisi büyük oluyor. Ve bu kurgu böyle devam ediyor…
.
wag the dog başkanın adamları
.
Çok etkileyici bir filmdi, izleyenler bilir, izlemeyenler de izlese farklı bir bakış açısı edinir eminim. Ben o filmi izlediğimden beri çok daha uyanık hissediyorum kendimi. O filmde gördüklerimiz sanırım izleyenlerin çoğuna abartılı bir hikaye gibi geldi ama ben öyle düşünmedim. Bilakis çok azını anlatmışlardı. (Zaten ben şuna da inanıyorum; filmlerde gördüğümüz nice abartı aslında -tasarlanmış, tasarlanıyor ve tasarlanacak olanların- gösterimi. Bu yüzden geleceğe dair kurgu-gerilim filmlerini, çoğunluğunun birer birer gerçekleşiyor olmasından ötürü hiç sevmiyorum, zira ürperiyorum.)
O filmdeki en dehşetengiz konu; yani medyanın bizi istediğine istediği şekilde inandırması, yokolan birşeyi varmış gibi, var olan birşeyi de yokmuş gibi anlatması, kandırması ve hatta parmağında oynatması gerçek oldu son günlerde. Çok aşikar ve net bir biçimde gözler önüne serildi medyanın kaypaklığı. Bu kadar kolaymış işte. Düşünün bir de sosyal medyanın olmadığını, milyonların haberi olmayacaktı. Üstelik birkaç gün önce yaşadıklarımız hiç de yeni birşey değil, yıllardır yapılan bu. Sadece inandırıcı gelmiyordu kimseye, komplo teorisi sayılıyordu. Ama iş -dişli, sesi çıkan- kesime dokununca herşey değişti. Oysa yıllardır medya nasıl isterse öyle şekillendiriyordu aklımızı, kalbimizi, ruhumuzu. Hepimiz gördük; medya yaşananları yok sayınca, sosyal medyayı kullanmayanlar ülkede hiçbirşey yok sandı, anlattığımızda kimse inanmadı, bence bu çok büyük bir dersti. Kimse unutmamalı bu günleri ve bir kerelik zannetme yanılgısına da düşmemeli.
Ben medya oyunlarını farkettiğimden beri, bir olayı duymuşsam türlü gazetelere bakarım. Tek bir kaynağa itimat etmem derhal diğerlerini de yoklarım: karşıt, zıt, benzer ne varsa… Buna rağmen önüme konanı tamamdır, doğrudur deyip kabullenemem, biraz akıl süzgeci, biraz kalp dinletisi ekler öyle içeri alırım. Ki gene de etkileniyorum. Üstelik yıllardır TV izlemiyorum, az gazete okuyorum. Öyle tek bir adamı, tek bir köşe yazarını, tek gazeteyi okuyarak, tek tip bir tv kanalına bağlanarak  önümüze servis edilmiş bilgiyi içeri almak ürpertiyor artık beni. Evet tam manasıyla bu; işlenmiş bilgiden ürperiyorum.
 

Tuna Kiremitçi’nin tesadüfen karşıma çıkan şu tweet’i çok düşündürdü beni ve bu konuyu yazmam konusunda harekete geçirdi.


-Bir dakika! Biz yıllarca Diyarbakır’ı da bu medyadan dinledik.
Hadi herkes bunu bir kez daha düşünsün. Bu medya bize olanı anlattı! Sizce güvenilir bir kaynaktan mı dinledik Güneydoğu’yu?
Ve bir Güneydoğulu’da bir başka zaman şunu yazmıştı:
-Ah, bu sosyal medya, 90′larda Diyarbakır’da olacaktı.
Bu ne demek biliyor musunuz? Ancak yaşayanın, içinde olanın bilebileceği şey bu! Ya da şöyle diyeyim, şimdi yaşananların milyon katını düşünün ve sesinizi kimsenin duymadığını. Üstelik hem eziyete uğrayıp hem de tu kaka yapıldığınızı.
.
Diyarbakır’da miting yapılacaktı ve bloglardan bildiğim, sevdiğim, inançlı bir arkadaşım aynen şunu yazmıştı:
-İnşaallah Diyarbakır’da bir deprem olur ve herkes altında kalır.
Dehşete düşmüştüm. İşte Diyarbakır Batıdakilere böyle anlatıldı. Oradaki herkes ölmeye layık! Hiç anne olan biri bunu diyebilir mi, ama diyor işte. Zira yıllarca medyayla yürütülen politikalar dışarıda olan herkese öcü gibi gösteriyor Diyarbakır’ı, Güneydoğu’yu. Kimsenin aklının ucuna empati yapmak gelmiyor. Ya da neden böyle düşünmüyor. Ona dayatılanı hooop mideye indiriyor. Ve sonuç; zihinler dumura uğruyor, kalpler katılaşıyor, mantık devre dışı kalıyor. Geriye öfke ve nefret kalıyor.
.
“Yıllarca uyuttular milleti. Yıllarca istediklerine inandırdılar. Kim güçlüyse ondan taraf oldular, kaypakça, hiç acımadan. Ne yaşanılanı yanlış anlatmaktan utandılar, ne de okuyucu aldatmaktan. Her iki tarafa da en ağır ihaneti ettiler. Ve bu yeni birşey değil! Bilakis oldukça eski bir hikaye, zira medyanın özünde bu rezillik var.”
Unutulmamalı: Medya bunu ilk kez yapmadı ve eminim bu olay son da olmayacak!
.
.
Bence herkes bu olay vesilesiyle şapkayı öne koymalı, düşünmeli ve yenilenmeli. Bu olayın vereceği en büyük derslerden biri bu: Eski bilgileri unutmak, dışarıdan içimize pompalanmış suni bilgiyi ayıklamak ve yeni şeyler söylemek… Gezi Parkı olaylarının bizzat içinde yer alan Blogcu anne  çok samimi bir özeleştiri yapmış mesela. Okunmalı!
.
-Kısa bir süre baskı altına alınan, özgürlükleri doğuya göre çok daha az kısıtlanan batıdaki halkın öfkesi ile yıllarca baskı altında tutulan ve anlaşılamayan Doğuluların öfkesi iyi bir kıyas oluşturuyor şimdi. Anadili bile yasaklanan, Kürtçe tek laf ediyor diye terörist diye hapse atılan, ki daha neler var; evinden alıp götürülen binlerce insan, bir daha haber alınmayanlar, türlü işkenceler, mayınlar altında ölen insanlar, yazamayacağım türlü olaylar… Bu baskıya karşı direnmek anormal miydi o zaman?
Batıda herkes keyfinde iken, yazlığında türküler şarkılar söylüyor, çocuklar el bebek, gül bebek yetiştiriliyorken, doğuda ise onlarca Ceylan kaza kurşunuyla ölüyor, insanlar köyleri yakılmak üzere evlerinden ediliyor, her iki taraftan baskı altına alınıyorken insanların direnmesi, direndikçe başlarının daha da ezilmesi ve  çaresizliğin getirdiği saldırganlık hissi çok mu anormaldi o zaman? Bu insanlara sarf edilen sözler hak mıydı?
Şu birkaç zamanlık baskıyla direnişe geçiliyorsa; yıllarca baskının en alasını, en hasını yaşamış Doğulu’nun direnmesi anormal miydi peki?
Hadi özeleştirinizi yapın! Az daha sıkılsa buradan da ‘terörist’ çıkmaz mıydı?
(Terörü asla ve kat’a desteklemiyorum, sadece empati, empati diyorum)
.
Başka bir örnek… Başörtüsü meselesi. Medyanın hepimize attığı en büyük kazıklardan biridir başörtüsü meselesi.  Hani özgürlük diyoruz, hani demokrasi. Olmuyor ama, demokrasi sanki sadece bize tahsis edildiğinde demokrasi. Söyleyin kaçımızın aklına onların da anne, kardeş, abla, insan olduğu geldi, kaçımız onların da özgürlüğü benim özgürlüğümdür diyebildi, desteği demiyorum bile. Bu kadınların bir kısmı okuyamadılar, bir kısmı ülkelerinden uzakta okumak zorunda kaldılar, bir kısmı perukla okula girmek zorunda kaldı ve biz bu görüntüyü izledik normalmiş gibi. Normal değildi, hak değildi. Hiç onların yerine koydunuz mu kendinizi? O hayır olamaz, onlar uzaylıydı değil mi? Direnişe de geçemediler, seslerini bile yükseltmediler. Ve o insanların birçoğu bugünlerde ne diyor biliyor musunuz; biz çok zor günlerden geçtik, dileriz kimse yaşamaz öylesini.
Ve bunların daha ne versiyonları var.
Velhasılı kelam diyeceğim o ki; Özgürlük batılı bir kısım zümreye tahsis edilmiş değil! Özgürlükse herkese özgürlük. Herkese demokrasi. Şimdi özgürlük diye çığlık atanların çoğu sözkonusu BARIŞ olduğunda demediğini bırakmıyordu iki gün önce ve muhtemelen gene de bırakmayacak! Çünkü o özgürlüğü kendine hizmet ettikçe seviyor. Ve bu yüzden özgürlük kendinden geçtiğinde şaşıyor, ortalığı velveleye veriyor, tepiniyor, çıldırıyor, yeri göğü inletiyor. Zira o özel ve ayrıcalıklı.
Buradan bu vesileyle bir kez daha haykırayım:
-SEN ÖZEL DEĞİLSİN arkadaşım! SEN SEÇİLMİŞ DEĞİLSİN!
 .
Sanırım bir kısım batılı insanımız kendini en tepede, ülkedeki herşeyin en iyisine layık, biricik ve özel zannediyor. Hem özel, hem de karar verici üstelik. Değil mi ki Türkan Saylan; Biz -ASIL-ız demişti ve bu söylemi eleştirmek kimsenin aklına dahi  gelmemişti. Belki de pek çok kişi bunda şaşılacak birşey görmediğinden ses etmemişti.
Ne yani şimdi benim oyum dağdaki çobanın oyuyla bir mi, diyen Aysun Kayacı zihniyetini bırakmalı ve düşünmeliyiz!
KİMSE ASIL DEĞİL! KİMSE ÖZEL DE DEĞİL! BELKİ TUHAF GELECEK AMA BU DÜNYA İÇİN HEPİMİZ HERHANGİ BİRİYİZ..

.
.
Eşitlik diyoruz ya hikaye… Özgürlük o da hikaye. Bakın özgürlük diye çırpınanların en basit tezatını yazayım. Sosyal medyada normalde güle oynaya takılıyoruz. Bu olaylar olduğundan beri; vay sen nasıl böyle düşünürsün, vay bu olaylara destek vermeyen defolsun gitsin, ya da ben sildim seni, aman Gezi Parkından başka birşey yazmayın, yazarsanız mimlerim sizi gibi en küçük insanda bile görülen baskı emareleri size birşey anlatıyor mu? E hani sen baskıdan şikayet ediyordun, e hani bunun için direnişe geçiyordun, bak gördün mü ekranda bile ötekine tahammülün yok ve baskı için direnirken daha baskı uyguluyorsun, o halde neden bahsediyorsun?
.
Önceki gün şunu gördüm; Pink Floyd’un üyesi Roger Waters Gezi Parkı eylemini destekliyormuş ve şöyle demiş:
“Ne zaman bir erkek, bir kadın ya da çocuk sokaklara çıksa (demokrasi, insan hakları, kendi kaderini tayin için…) dünyanın geri kalanı onlara borçlanır.”
Ve bundan herkes övgüyle bahsetmiş. E, peki Kürtler? Başörtülüler? Onlar için neden anlamaz oldu zihinler, duymaz oldu kulaklar, görmez öldü gözler? Medyanın çok payı var, hükümetlerin çok payı var ama bence düşünemeyen insanların da çok payı var. Hazır bilgiyi al indir mideye, sonra başla beddua etmeye, sövmeye!
Senin için selam eden Madonna, Bruce Willis, Taylor Swift Kürtler için de selam verse gene de alkışlar, gene de sever miydin?

Hiç yorum yok: