Adını Ken Robinson’ın Başlasın Öğrenme Devrimi
söyleşisinden alan bu seriyle zaruriyetle başlayan hasbihalim, bana
öyle şeyler öğretti ve öğretiyor ki, yaşadığım sıkıntı, karmaşa ve kaosa
şükreder hale geldim. Hiç düşünmediğim, düşünmek istemediğim, düşünmeye
gerek de görmediğim nice şey birer birer düşüyor zihnimden kalbime,
kalbimden geri zihnime… Sürekli düşünme halindeyim desem sanırım
abartmış olmam.
.
.
Eskiden
beri çocukları çok severim. Ne zaman bir ortamda çocuk görsem ısınır
içim, dikkatimin tümünü ona verecek denli kendimden geçerim. Öyle ki
yanımdaki yetişkinlerin sohbetlerini dahi duyamayacak hale gelirim.
Bıraksalar saatlerce çocukların oyunlarını, kendi aralarındaki masum ve
bazen garip diyalogları, bize sebebi pek uyduruk gelen ama onlarca çok
önemli basit kavgalarını, anlamsız gibi görünen davranışlarını saatlerce
izleyebilirim. Bu hal, çocuklarım olmadan önce çok daha ileri
seviyedeydi. Oturur onlarla keyfince oynar, basit, yalın, sıcak
sohbetlerini dinler ve onları konuşmaya teşvik eder, masumiyet dünyasına
gark olmuş halde kendimden geçer ardından terapi görmüşçesine istemeye
istemeye onlara veda ederdim. Hemen her çocukla iletişime geçme,
yakınlık kurma kabiliyetim vardı diyebilirim. Yetişkinlerle konuşmaktan
kaçınmamın ve dahi bu konuda epeyce başarısız olmamın aksine. Bu durum
kendi çocuklarımın dünyaya gelmesiyle biraz geriledi. Zira bakışım kendi
çocuklarıma çevrilmişti, tüm dikkatimi onlara vermiştim. Ama biraz
büyüdüklerinde gene açıldı gözüm, gene gözümü çocuklara çevirdim.
Ama
şimdilerde tüm zamanlardan daha farklı çocuklara bakışım. Onlara dair
bunca kurcalayınca, okuduğum, duyduğum nice şeye zihnimdekileri,
bildiklerimi, ara sıra kendini gösteren ama derhal bastırdığım derin
hislerimi ve daha ötesi kalbimdekileri katınca ve bunları harmanlayınca
çocukların herbirini alıp içime sokacak hale geldim. Onlara duyduğum
sevginin yanında artık çok büyük bir saygı da var. Adem Güneş,
evlerimize gönderilmiş -aziz misafir- diyor çocuklara. Aamir Khan’sa Yeryüzündeki Yıldızlar. Benim içinse hayatın ışığı, rengi onlar. Düşünsenize onları çıkarınca ne derece sığ ve sıkıcı hayat.
.
.
Sabah
güneş açtı bir ara, derhal pencereye koştum. Seviyorum güneşin getirdiği
o canlılıkta izlemeyi dünyayı. Sonra karşı yola baktım. Hafif bir
tepeden aşağı inen 2 anne, yanlarında çocuklar olduğu halde aşağı
iniyorlar. Biri pusette, ikisi serbest çocukların. Biri arkada, biri
önde, sekerek, sesleri ta pencereme gelecek şekilde öyle serbestiyle ve
neşe içinde kendilerini aşağıya bırakan o çocukları izlemek dahi içimi
ısıttı. Düşündüm, çocukları hayattan çıkarmanın etkisini, gipgri olmaz
mıydı dünya? Neşesiz, masumiyetsiz, sevgisiz. Hele az önce üzgün olsalar
bile bir anda ve pek kolayca mutluluğa dönen gülümser yüzleri hem içimi
sızlatan bir hüzün, hem de ümitli bir huzur kaynağı benim için.
Evet,
seviyorum çocukları. Eskisinden daha çok seviyorum. Onları işlerini
yapamaz birer asalak gibi değil, sorun kaynağı da değil, ya da dünyadan
bihaber, bilgisiz, zavallı mahlukatlar hiç değil, bilakis hayatın rengi,
neşesi ve saf bilgeleri olarak görüyorum. Saf bilge diyorum ya onlara
işte bu yüzden saygı duyuyorum. Bozulmamış fıtratlarından dolayı,
peygamber ahlaklarından dolayı, bilmez sandıklarımızı çok daha önce
bildiklerinden dolayı bilge diyor ve büyük saygı duyuyorum.
Aşağıda
bir video var. Belki çoğunuz görmüşsünüzdür, Ahlaki değerler doğuştan mı
gelir, üzerine bir araştırmanın videosu. Bana daha önce İ. bahsetmişti
ama izleyememiştim. Montessori ve İç Disiplin yazısına Gözde linkini verince izledim ve çok etkilendim.
.
.
.
Daha önce
yazmışımdır mutlaka Dostoyevski’yi bunca sevmemin sebeplerinden biri de
çocuklara bunca meyletmesi ve her romanında mutlaka onlara yer
vermesidir. Oysa ondan hemen öncekiler, hata aynı dönemdeki cümle
bilindik ve klasik yazarlar çocuğu romanlarına katmazlarmış bilhassa,
kusursuzluğu bozarmış endişesiyle itinayla uzak tutulurmuş çocuklar
kurgulardan. Dostoyevski ise bile isteye sokar çocukları hayatına.
Dostoyevski’nin St. Petersburg’daki evini ziyaret ettiğimde, çocuklarına
ait oda, oyuncaklar öyle etkilemişti ki beni. 3 çocuk arasında yazdığı
onlarca efsanevi kitap ve onun onlara sevgisi sanki gözümün önüne
gelmişti.
Hani
yukarıda demiştim ya bir yerde, çocuklarla olmak bir zamanlar terapi
gibiydi bana. Şimdilerde 7/24 birliktelikten sonra bazen onlarsız
terapiye ihtiyacım olsa da, öyleydi bir zamanlar. Bunun sebebi de
aşikar; çocuklar oyun oynadıkları zaman oyun arkadaşı olarak melekler de
katılırmış onlara. Biz de katılırsak bu oyunlara ne ala! İşte o zaman
terapi oluyor gerçekten çocuklarla oyunlar zira iyi şeyler, meleklerden
gelen kuvvetli ve saf pozitif enerjiler ruha iyi de geliyor,
iyileştiriyor da.
İşte tüm
bunları düşündüğüm şu sıra aksini hissettiğim ve aksi yönde hareket
ettiğim an kendimi derhal dürtüyor ve çocuklara safiyane duygularla
bakmaya çalışıyorum. Her zaman bu güzel duyguda kalmayı başaramasam da
çalışıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder