3 Nisan 2013 Çarşamba

Başlasın Öğrenme Devrimi’nden Öğrendiklerim: Çocuk Hazinesi


Adını Ken Robinson’ın Başlasın Öğrenme Devrimi söyleşisinden alan bu seriyle zaruriyetle başlayan hasbihalim, bana öyle şeyler öğretti ve öğretiyor ki, yaşadığım sıkıntı, karmaşa ve kaosa şükreder hale geldim. Hiç düşünmediğim, düşünmek istemediğim, düşünmeye gerek de görmediğim nice şey birer birer düşüyor zihnimden kalbime, kalbimden geri zihnime… Sürekli düşünme halindeyim desem sanırım abartmış olmam.
.
Çocuk Hazinesi - Deli anne
.
Eskiden beri çocukları çok severim. Ne zaman bir ortamda çocuk görsem ısınır içim, dikkatimin tümünü ona verecek denli kendimden geçerim. Öyle ki yanımdaki yetişkinlerin sohbetlerini dahi duyamayacak hale gelirim. Bıraksalar saatlerce çocukların oyunlarını, kendi aralarındaki masum ve bazen garip diyalogları, bize sebebi pek uyduruk gelen ama onlarca çok önemli basit kavgalarını, anlamsız gibi görünen davranışlarını saatlerce izleyebilirim. Bu hal, çocuklarım olmadan önce çok daha ileri seviyedeydi. Oturur onlarla keyfince oynar, basit, yalın, sıcak sohbetlerini dinler ve onları konuşmaya teşvik eder, masumiyet dünyasına gark olmuş halde kendimden geçer ardından terapi görmüşçesine istemeye istemeye onlara veda ederdim. Hemen her çocukla iletişime geçme, yakınlık kurma kabiliyetim vardı diyebilirim. Yetişkinlerle konuşmaktan kaçınmamın ve dahi bu konuda epeyce başarısız olmamın aksine. Bu durum kendi çocuklarımın dünyaya gelmesiyle biraz geriledi. Zira bakışım kendi çocuklarıma çevrilmişti, tüm dikkatimi onlara vermiştim. Ama biraz büyüdüklerinde gene açıldı gözüm, gene gözümü çocuklara çevirdim.
Ama şimdilerde tüm zamanlardan daha farklı çocuklara bakışım. Onlara dair bunca kurcalayınca, okuduğum, duyduğum nice şeye zihnimdekileri, bildiklerimi, ara sıra kendini gösteren ama derhal bastırdığım derin hislerimi ve daha ötesi kalbimdekileri katınca ve bunları harmanlayınca çocukların herbirini alıp içime sokacak hale geldim. Onlara duyduğum sevginin yanında artık çok büyük bir saygı da var. Adem Güneş, evlerimize gönderilmiş -aziz misafir- diyor çocuklara. Aamir Khan’sa Yeryüzündeki Yıldızlar. Benim içinse hayatın ışığı, rengi onlar. Düşünsenize onları çıkarınca ne derece sığ ve sıkıcı hayat.
.
IMG_3264
.
Sabah güneş açtı bir ara, derhal pencereye koştum. Seviyorum güneşin getirdiği o canlılıkta izlemeyi dünyayı. Sonra karşı yola baktım. Hafif bir tepeden aşağı inen 2 anne, yanlarında çocuklar olduğu halde aşağı iniyorlar. Biri pusette, ikisi serbest çocukların. Biri arkada, biri önde, sekerek, sesleri ta pencereme gelecek şekilde öyle serbestiyle ve neşe içinde kendilerini aşağıya bırakan o çocukları izlemek dahi içimi ısıttı. Düşündüm, çocukları hayattan çıkarmanın etkisini, gipgri olmaz mıydı dünya? Neşesiz, masumiyetsiz, sevgisiz. Hele az önce üzgün olsalar bile bir anda ve pek kolayca mutluluğa dönen gülümser yüzleri hem içimi sızlatan bir hüzün, hem de ümitli bir huzur kaynağı benim için.
Evet, seviyorum çocukları. Eskisinden daha çok seviyorum. Onları işlerini yapamaz birer asalak gibi değil, sorun kaynağı da değil, ya da dünyadan bihaber, bilgisiz, zavallı mahlukatlar hiç değil, bilakis hayatın rengi, neşesi ve saf bilgeleri olarak görüyorum. Saf bilge diyorum ya onlara işte bu yüzden saygı duyuyorum. Bozulmamış fıtratlarından dolayı, peygamber ahlaklarından dolayı, bilmez sandıklarımızı çok daha önce bildiklerinden dolayı bilge diyor ve büyük saygı duyuyorum.
Aşağıda bir video var. Belki çoğunuz görmüşsünüzdür, Ahlaki değerler doğuştan mı gelir, üzerine bir araştırmanın videosu. Bana daha önce İ. bahsetmişti ama izleyememiştim. Montessori ve İç Disiplin yazısına Gözde linkini verince izledim ve çok etkilendim.
.

.
Daha önce yazmışımdır mutlaka Dostoyevski’yi bunca sevmemin sebeplerinden biri de çocuklara bunca meyletmesi ve her romanında mutlaka onlara yer vermesidir. Oysa ondan hemen öncekiler, hata aynı dönemdeki cümle bilindik ve klasik yazarlar çocuğu romanlarına katmazlarmış bilhassa, kusursuzluğu bozarmış endişesiyle itinayla uzak tutulurmuş çocuklar kurgulardan. Dostoyevski ise bile isteye sokar çocukları hayatına. Dostoyevski’nin St. Petersburg’daki evini ziyaret ettiğimde, çocuklarına ait  oda, oyuncaklar öyle etkilemişti ki beni. 3 çocuk arasında yazdığı onlarca efsanevi kitap ve onun onlara sevgisi sanki gözümün önüne gelmişti. 
Hani yukarıda demiştim ya bir yerde, çocuklarla olmak bir zamanlar terapi gibiydi bana. Şimdilerde 7/24 birliktelikten sonra bazen onlarsız terapiye ihtiyacım olsa da, öyleydi bir zamanlar. Bunun sebebi de aşikar; çocuklar oyun oynadıkları zaman oyun arkadaşı olarak melekler de katılırmış onlara. Biz de katılırsak bu oyunlara ne ala!  İşte o zaman terapi oluyor gerçekten çocuklarla oyunlar zira iyi şeyler, meleklerden gelen kuvvetli ve saf pozitif enerjiler ruha iyi de geliyor, iyileştiriyor da.
İşte tüm bunları düşündüğüm şu sıra aksini hissettiğim ve aksi yönde hareket ettiğim an kendimi derhal dürtüyor ve çocuklara safiyane duygularla bakmaya çalışıyorum. Her zaman bu güzel duyguda kalmayı başaramasam da çalışıyorum.

Hiç yorum yok: