21 Mart 2013 Perşembe

Başlasın Öğrenme Devrimi 6: Steiner / Waldorf Okulu İzlenimlerim



Bulunduğumuz yerdeki Steiner/Waldorf Okulu*’na, okulun -open day- denen açık gününde gitmiştik. Bir Cumartesi günüydü, öğretmenler, aileler, bir kısım öğrenciler yanısıra okulu görmek isteyen bizim gibi ebeveynler vardı. Aradığımız günün hemen ertesiydi bu açık gün ve sanki bize özel düzenlenmişti. İ. bu durumu müdüre; ne güzel tesadüf, diye betimleyince -tesadüf değil kader- deyivermişti müdür de. Kaderdi bence, zira dünyada tek bir yaprağın kımıldaması bile tesadüf değilse bize olan da tesadüf olamazdı elbette.
.
Steiner Waldorf Okulu deli Anne (7)
.
-Önce şunu söyleyeyim: Bu okullar klasik eğitim sisteminden tamamen bağımsızlar. Zaten bu yüzden Independent (bağımsız) olarak geçiyorlar. Bu fark sınıf sisteminde dahi göze batıyor. İngiltere ve İskoçya’da; ilkokula başlama yaşı 4,5 -5 iken burada 6,5-7 oluyor (Bizim eski sistemdeki gibi yani). Okul öncesi (=Pre-school / Kindergarten) 6 ay-3 yaş, ilkokul (=Elemantary School): 6,5 ve 7- 14, Lise (=Secondary School) : 14 ve üzeri şeklinde sınıflar. Dolayısıyla bizi ilkin birinci sınıfa aldılar. Gezimiz de buradan başladı:
-Okul oldukça eski bir binadan ibaret. Sınıflar ve koridorlar eski. Sınıf mevcudu 20′ye yakın. Masalar yarı çember olacak şekilde tahtaya dönük. Kara tahtada, renkli tebeşirlerle çizilmiş muhteşem bir resim var. Tablo gibi. Bakana; bunu silmeye nasıl kıyarlar, dedirtecek denli renkli ve çok dikkat çekici. Tıpkı aşağıdaki örnekler gibi…
.
Blackboard-drawing-Pirate-Cavern
ews_chkbrd_art_19
.
-Açık dolap raflarında okunmaktan eskimiş bir çok masal kitabı var. Yanısıra sepetler dolusu ağaç kütüğü, ipler, taşlar, halatlar, balmumundan yapılmış figürler; kaplan, ejderha, kuş vesaire var.
-Sınıfın içinde küçük bir mutfak tezgahı var; burada yıkanmış porselen bardaklar vesaireler var. Duvarlarda çocukların yapmış olduğu resimler ve bu resimlerde gökkuşağımsı renk katmanları var. Sınıfta hemen herşey tahtadan, kağıttan ve doğal olandan. Bazı sepetlerin üstünde şeker pembesi renginde kumaştan örtüler var.
-Masaların üstüne konmuş; çocukların devasa resim defterleri var, öyle ki masalardan taşıyorlar, bu defterlerde de  sayısız resim var. Birinde ata binmiş bir adam, birinde devasa bir ejderha var. Harikalar! Bazı defterlerin sol taraflarında da el yazısıyla yazılmış hikayeler var.
-Sınıfta bekleyen, sınıf öğretmeni var. Sınıfla birebir uyumlu, alabildiğine doğal. Saçları kızılımsı ve toplu, ama öyle sımsıkı değil, kendiliğinden dağılanlar var. Üstünde yeşil bir kazak, altında bileklerine dek uzanan yeşil bir etek var.  Sesi hep aynı tonda ve oldukça düşük, sesinin ritmi de aynı şekilde. Anlatıyor; bıkmadan, usanmadan. Eşim epeyce soruyor, sorguluyor, o hep anlatıyor. Öylece ayakta duruyor, elleri bazen narince yapılanları işaret ediyor, bazen birbirine kenetleniyor, ama hep anlatıyor.
-Sınıftaki haftalık ders programına bakıyorum. Sabah atıştırma, ardından resim, ardından yemek, ardından müzik, bir sonraki gün gene resim, oyun, ertesi gün, dini hikayeler ve resim, müzik, el işleri, örgü, Fransızca ve Almanca, coğrafya vesaire… Bu hep böyle. Bildiğimiz dersler yok, bunu önceden bilmeme rağmen anlatılanlara şaşıyorum ve alışageldiğimizin dışında olan; bu yabancı sisteme bunca yakın olduğumdan sanırım, ürperiyorum.
-Derken sınıfın duvarında asılı bir şiir görüyorum. Bir ağaca yazılan bir şiir. Çocukların kendi elleriyle yazdığı. Ağaca, canlıya, canlılığa ve yaratılana yapılmış bunca güzel güzellemeyi görünce içim ısınıyor, gözlerim doluyor. İçimdeki ürperti geçiyor, iyi hissediyorum.
-Selim’le vakit geçirmesinin iyi fikir olabileceğini söyleyip Selim’e hikaye okumak istiyor öğretmen. Yaşadığı gerilimli öğretmen tecrübelerinden sonra Selim bunu yapmak istemiyor ve öğretmen; kalmak ister misin deyince, yüz kasları gergin, gözbebekleri büyümüş halde, biraz da itaat etmek üzere evet diyor. Sonra oradan sakince ayrılıyor.
-Her sınıf kapısının dışında portmanto nevinden bir bölüm var. Burada çocukların oturması için tahtadan uzunca oturma yerleri, buranın altında toprağa bulanmış çizmeler ve üstünde de asılı yağmurluklar var. Her birinin de üstünde isimler var. Okuyorum; Heidi, Amelie, Ahmad, Zalda, hatta Kareem bile var. Seviniyorum, zira anlıyorum ki burada tek tip öğrenci yok, aksine büyük bir karma var. (Selim’in şimdiki okulunun aksine neredeyse buranın yerlisi yok)
-Sınıfın hemen bitişiğinde büyük bir oda var. Marangoz atölyesi gibi, kocaman tezgahlar var. Yakından bakınca anlıyorum ki burada yünleri ip yapıyorlar. Bu sınıftaki öğretmenin; elindeki örgüyü bırakıp; gelin, gelin diyen karşılaması ve direkt anlatması var. Masanın birinde öğrencilerin ellerinden çıkma sayısız örgü var. Ortalıkta doğal yünler var.
-Beklerken koridorda yanımızdan geçen bir çocuk var. Sapsarı saçlı, zayıf mı zayıf, 9-10 yaşlarında. Bizi hiç yadırgamadan; Andrew, Andrew’u gördünüz mü diyor, yok görmedik, biz Andrew’u bilmiyoruz, diyor Selim de aynı doğallıkla ve daha önce tanışmışlar edasıyla.
-Ardından siyahi bir çocuk çıkıyor aynı kapıdan. Lenny Kravitz, Bob Marley bileşimi, devasa kabarık ve uzun saçlarıyla. Yüzünü görmüyorum, saçları her yanını kaplıyor, gözünü bile. Kendini duvardan duvara atıyor, başta ürkek bakıyorum, hasta mı acaba diyorum, bir de birşeyler anlatıyor, sanki bir tiyatro oyunundaymış gibi, sanırsınız Macbeth’i oynuyor, sesi bir yükseliyor, bir alçalıyor, merdivenlerden inerken duvarlara çarpmaya devam ediyor ve sesi giderek azalırken gözden kayboluyor. Selim’le birlikte hayretle izliyoruz. Ne ilginç çocuk diyor Selim, Kerim’le birlikte öylece merdiven boşluğundan ondan kalan ize bakıyor.
.
Steiner Waldorf Okulu deli Anne (1)
.
-Derken bir kadın geliyor, esmer ve başörtülü, bembeyaz irice dişleriyle bana içtenlikle gülümseyip selam veriyor ve aynı kapıdan içeri giriyor. Gülüşün sıcaklığı ve doğallığıyla ısınıyorum.
-Okulu gezmeye başlıyoruz. Az önce çocukların çıkmış olduğu kapıdan içeri giriyoruz. Bu kapıdan başka kapılara çıkılıyor. Kapının birinin ardından sesler geliyor; biri keman çalıyor, biri piyano… Kocaman bir salona giriyoruz. Birileri masa tenisi oynuyor, birileri dans eder halde dolanıyor. Bir başka yerde birileri sohbet ediyor. Burası -Fame- filminden fırlamış gibi diyorum, şaşkınlıkla izliyorum.
-Alt kata iniyoruz. Tek oda, küçük, ama kocaman bir masa ve etrafında dolaplarla çevrili duvarlar, duvarlar dolusu kitaplar var.  Okulun kütüphanesi. Sahaf dükkanı gibi, okunmuş, yaşanmış, yıpranmış eski kitapların kokusunu içime çekiyorum.
.
Steiner Waldorf Okulu deli Anne (3)
Steiner Waldorf Okulu deli Anne (4)
Girişte karşıma çıkan, sevdiğim renklerin bileşimi bu güzel çizim
.
-En alt kata iniyoruz. Girişe gene. Orada el emeği satılan ürünler var. Selim renkli kalemlere atılıyor, o telaşta Kerim’e sataşmaktan geri durmuyor ve kendi halinde yürüyen Kerim’e durduk yerde çelme takıyor. Kerim yere yapışıyor. Bir anda yukarıda gördüğümüz sarı saçlı çocuğun sesi duyuluyor; oov, iyi misin, iyi misin, diye Kerim’i kaldırmaya yelteniyor ama birden dokunmaktan çekiniyor. Öyle yumuşak, öyle müşfik ki sesi içimi ısıtıyor.
-Alt katta devasa bir salon var. Burada çocukları olan anneler var. Hepsi bir masada oturmuş, sıcak bir şekilde sohbet ediyorlar. Bu sohbette üç-dört başörtülü kadın var. Biz mesafeli şekilde otururken masanın birine, geliyor içlerinden biri; bir İskoç anne; hoşgeldiniz diyor. Anlatıyor; bir oğlu buradan mezun olmuş. Şimdi çok seçkin bir akademide okuyormuş, kızı da hala bu okuldaymış. Çok, çok memnunum diyor. Yanında küçük bir oğlan çocuğu daha var. Aklımızdakileri soruyoruz, keyifle cevaplıyor. Bu sırada çocuklar birşeyler yemek istiyor. Salona açılan mutfak penceresinin hemen yanına kurulmuş bir masa var. Pankekler, muffinler, çörekler ve -currant, berry- türü şeylerin meyve suyu var. Tabaklar porselen, bardaklar cam. Plastik kullanmıyorlar. Çocuklar tabaklarına alıyorlar istediklerinden, parayı uzatırken bu fazla deyip az bir kısmını bağış kısmına attırıyorlar. Sonradan anlıyoruz ki bunların hepsini hazır eden annelermiş meğerse.
-Biz masada otururken ve annelerle konuşurken, çocuklar başta çekingen durdukları bahçeye çıkıyorlar. Ben henüz İngilizce’de dinleme kısmını aşıp da konuşma faslına geçemediğimden, durumu özetleyip, özür dileyip masadan ayrılıyorum ve çocuklara bakmaya gidiyorum. Bahçe tahmin ettiğimden küçük, yağmurdan oluşmuş göletler var, bu göletlere gönlünce giren iki kız çocuğu var. Sağ tarafta da futbol oynayan büyük çocuklar var. Kerim suya dalıyor, Selim çocukların arasına. Çocuklar sen oynayamazsın demiyorlar, doğallıkla aralarına alıyorlar Selim’i. Bir süre sonra Kerim de giriyor içlerine, oyunları bozuluyor, dışarı çıkartmıyorlar, onun etrafından dolanıp oynuyorlar.
-Gidiyor büyük çocuklar. Az önceki kabarık saçlı çocuk ve sarı saçlı çocuk kalıyor. Selim’le oynamaya devam ediyorlar. Derken sarı saçlı çocuk da gidiyor, geriye Selim ve kabarık saçlı çocuk kalıyor. Konuşmalardan anlıyoruz ki az önce bahsi geçen Andrew bu kabarık saçlı çocukmuş. Andrew ve Selim yumuşaklıkla, uyumla oynuyorlar. Ne Selim huysuzluk yapıyor, ne de Andrew. (Bizim mahallede Selim ve arkadaşları arasında çok kavga çıkıyor ve bu yüzden burdaki durum bana enteresan geliyor) Selim’in konuşkanlığına aynı şekilde bıkmadan usanmadan katılıyor Andrew, hem sorularını cevaplıyor, hem Selim’in bazen bozulmuş plak gibi tekrar konuşmalarını yanıtsız bırakmıyor, illa ki bir tepki veriyor (Gene mahallede Selim’e; bu çocuklar İngilizce bilmiyor mu yoksa, hiçbirşeye cevap vermiyorlar diyecek kadar tepkisiz olduklarından şaşıyorum), sabırla ve doğallıkla karşılık veriyor Andrew. Derken top bahçeden yan binanın bahçesine uçuyor. Koşuyor Andrew, okul kapısından çıkıp diğer bahçeye gidiyor, yüksek duvarlardan göremiyoruz ama sesi geliyor; topu atacağım, dikkatli olun diyor, atıyor, geliyor Andrew, Selim heyecanla; hey, nasıl gittin oraya, bana da gösterir misin, diyor, Andrew, tabii, gel gidelim, deyip onunla bir kez daha yan bahçeye gidiyor. Selim geldiğinde heyecandan gözleri parlıyor, Anne Andrew’la gizli geçitten geçip arka bahçeye gittik, diyor. Ben içeri giriyorum. Çocuklar dışarda kalıyor.
.
Steiner Waldorf Okulu deli Anne (5)
.
-İçerde İ. annelerle sohbette:) Anlatıyor da anlatıyor anneler. Biri şunu ekliyor; bu okulda aileler de iş başında. Devletten destek alınmadığı için iş varsa biz koşturuyoruz. Mesela badana mı yapılacak, toplanıp bir hafta sonu yapıyoruz. Yahut temizlik yapıyoruz. Kızım kindergarten’da ve her hafta birşey yapıyorlar. Mesela bir gün ekmek, bir gün yulaflı ezme vesaire. Hepimiz bir günün temizliğini aldık, misalen ben ekmekten sonraki temizliği yapıyorum diyor. Ben biraz endişeleniyorum, zira temizlikten baygınlık geçiriyorum:)
-Bir başka anneyle konuşuyoruz; müslüman bir anne. Biz endişelerimizi anlatıyoruz, hayır diyor anne, inançları farklı evet ama onları değil, öğretilerini kullanıyorlar sadece. Ve devam ediyor: Benim çocuklarım burada normal okulda olduklarından çok daha rahat. Yemeğe başlarken -bismillah- diyorlar mesela, her dine karşı çok anlayışlı ve çok saygılılar. Kızım devlet okuluna gidiyordu, tek yabancı oydu ve çok zorlanıyordu, buraya geldik ve rahat ettik, çünkü hem dinini hem kimliğini yaşamasına saygı duyuluyor diyor. Ardından bir başka müslüman anne, okulu anlatmalara doyamıyor. İçim gene ısınıyor.
-Çocuklar kan ter içinde kalana dek oynuyorlar ve nihayet ayrılıyorlar. Selim’in feri sönmüş gözlerinin ışığı geri geliyor; Anne, Andrew benim en iyi arkadaşım oldu, Harris’ten bile iyi diyor. (Harris okulundaki en iyi arkadaşıydı; okulumu sevmiyorum ama Harris’ten de ayrılmak istemiyorum diyordu:)
-Ardından gezmeye devam ediyoruz gene. Biri karşılıyor bizi, burayı gördünüz mü diyor. Takip ederken o birini, mis gibi ekmek kokuları burnuma doluyor. Büyük bir oda, muftak tezgahı, kokular, pembe mutfak önlüklü yetişkinler görüyorum. Burası neresi, mutfak mı diyorum, değil burası Kindergarten diyorlar. Burada en çok ekmek pişiriyorlarmış ve şimdi de gene fırında daha önce ekmeklerini hazır eden çocukların ekmekleri pişiyormuş.
Tahta merdiven gibi birşeyle tavanı yapılmış bir bölme var, çadırımsı, oranın üstünü de şeker pembesi bir örtüyle kapamışlar. Çadırın yanında tahta oyuncaklar, minderler var. Gördüğümüz iki şeker pembesi önlüklü yetişkin öğretmenmiş. Gene bu iki öğretmenin de yüzünde şefkatli bir ifade var. Hele biri; gözkapaklarının çukuru bile şefkatle şekillendirilmiş, tıpkı anneminkiler gibi.. Alıp Selim ve Kerim’i minik el değirmeninin yanına götürüyor biri. Önce buğdayları atıp minik elleri ile çeviriyorlar değirmeni, telaşsız! Ardından hamur veriyorlar çocukların ellerine oklavayla yoğuruyor çocuklar, onlarca dakika.. Öğretmenler yavaş, alabildiğine… Ağır çekimde gibiler nerdeyse. Hani eli ağır ve yavaş birini görür de insan, elinden almak ve bir an önce yapmak ister işi, işte o şekilde ağırlar. Sandalyeleri ağır ağır çekiyor, çocukları sakince oturtuyorlar, arkada sıra mı olmuş, sakinliklerini hiç bozmuyorlar, sanki insanüstü bir halle, sabırla hareket ediyorlar. Çocuklar da yavaşlıyor hemen ardından, sakince işlerini yapıyorlar.
-Hamurlarla oynayan çocukların arasına, minik sandalyelere sığışmış oturan öğretmen, sessiz bir ninni söylüyor, sesi yumuşacık. Bu sıcak ve sakin sesle daha da efsunlanıyor sanki ortalık. Daha hayalsi ve daha masalsı oluyor. İçim ısınıyor.
-Kerim değirmene geçiyor, bir başka çocuk geliyor, ikisi kolu iki ters tarafa çevirmek için kapışıyor, ben kendimi müdahil olmamak için tutuyorum, çokça, zira öğretmen ne yapacak merak ediyorum, o çocuğun büyük abisi dayanmıyor, kardeşine müdahale ediyor ve öğretmen tam o noktada karışıyor, abiye dönüp, bırakalım beraber çevirsinler diyor, ve çocukların ters yöne giden ellerini, aynı yöne çeviriyor ve çocuklar birlikte kolu çevirmeye başlıyor.
-Çocuklar saatlerce Kindergarten’da duruyor, benim öylece durmaktan belime sancılar giriyor. Oturuyorum, izliyorum… Çocuklar sakin ve gitmek istemiyor. Bu sırada sarı saçlı çocuk geliyor, Selim’le un yapıp, hamur yoğuruyorlar. Selim mutlu, çocuk alışık. Konuşa konuşa işlerini yapıyorlar. Dayanamayıp soruyorum; -buradaki tüm çocuklar bu çocuk gibi mi, ben onun haline bayıldım, diyorum. Öğretmen sakin; o benim çocuğum, diyor. Yadırgamıyorum.
-Gitmemiz gerek ama Selim gitmeye yanaşmıyor, ben burayı çok sevdim, güzel arkadaşlar edindim, gitmeyelim diyor. Buraya gelirken başka okul istemiyorum, diyen Selim bu kez gitmek istemiyor. Kağıt veriyor göz çukurları şefkat timsali öğretmen ellerine. Vermeden önce kağıdın sert köşelerini yuvarlayacak şekilde kesiyor. Alıp boyaları, ucuyla değil, yatırarak sürüyor, elleriyle ve renkler doygun doygun çıkıyor. Çocuklar bir süre resim çiziyor. Selim son zamanların favorisi koca bir ejderha, Kerim de kendince karalama.
-İ. müdürle finansal kısımları konuşmaya gidiyor. İlginç bir listeyle dönüyor. Tek bir fiyat yok, ailenin yıllık gelirine göre ayrılmış ücretler var. Yani ne kadar az para alıyorsan o kadar az ücret ödemek var. Ya da çok alıyorsan çok ödemek var. Ama herşeye rağmen duruma göre esneklik de var. Bunu seviyorum. Parası olmayanın ya da burs alacak kapasitesi (!)  olmayanın giremediği özel okullardan olmadığı için içim ısınıyor.
.
Steiner Waldorf Okulu deli Anne (6)
.
-Çıkıyoruz. Selim arabaya binerken canlılığı geri gelen yüzüyle atılıyor; okulumu çok sevdim, çok iyi arkadaşlar edindim. O kararını çoktan vermiş! Bense şaşkın ve düşünceliyim.
Düşünüyorum, gerçek miydi gördüklerim; yoksa bir zamanların çiçek çocuklarının olduğu bir zaman tünelinde miydim? Biraz bohem, biraz hippi, çok sevdiklerimden hani.
Düşünüyorum; toprağı, taşı, ağacı, onlarla kurulan yakın bağı, düşünüyorum; müziği, dansı.
Düşünüyorum; ucundan değil tastamam dokusuyla yapılan boyamaları, yünleri, örgüleri, halı dokumalarını…
Düşünüyorum; Andrew’u ve sarı saçlı çocuğu. Ve üzerinde bir damla gerginlik olmayan çocukları.
Düşünüyorum; isimleri yazılı çocukları, Heidi’yi, Amelie’yi, Zalda’yı…
Düşünüyorum; buğdayı, unu, ekmeği; düşünüyorum; emeği, sabrı ve ekmekle enfes buluşmayı…
Düşünüyorum; gözlerinin çukuru şefkat timsali öğretmeni, yavaşlığını, sabrını ve sakinliğini…
Düşünüyorum; aynı öğretmenin hamur yaparken söylediği tatlı ninniyi..
Düşünüyorum; ağaca adanmış şiiri, kara tahtadaki enfes resmi, uzun yeşil etekli öğretmeni.
Düşünüyorum, aynı yöne çevrilen elleri, uyumu, yavaşlığı ve sakin olmayı…
Düşünüyorum; Selim’i ve dahi Kerim’i. Mutluluklarını, sakin coşkularını…
Düşünüyorum ve aptalca gülümsüyorum. 
İ. ise her zamanki gibi makul ve mantıklı. Konuşuyoruz, düşünüyoruz günlerce, okuyoruz, araştırıyoruz.. Okudukça bunalıp bulanıyoruz. Okuyup düşündükçe kaygılarımız artıyor. Okuldan çıkarken yüklendiğim ümit ve aptal gülümseme yerini giderek endişeye bırakıyor… Neden mi, yazacağım…
————————————————————————————————————————————————————————–
*Steiner / Waldorf Eğitim Sistemi’ne dair teorik ve derleme bilgileri bu yazıdan ayrı tutup sonraya sakladım. Önce önyargısız okulu anlatmak istedim. Belki önce görüş, pratik, sonra teori daha iyi gelebilir. Zaten ben de oraya giderken üç beş şeyden fazlasını bilmemekteydim. Tüm bildiklerimi sonradan öğrendim ve iyi mi ettim, kötü mü bilemedim.

Hiç yorum yok: