Eğitim
sistemleri içinde ilk duyduğum isimdi Montessori. Hatta o kadar çok
duydum ki bu ismi bir ara iğrenme noktasına dahi geldim. Vasıfsız,
tastamam alakasız bir kreşi görmeye gidiyorsunuz diyelim, Montessori
sistemini uyguluyoruz diyorlar size daha kapıda. Biliyorsunuz ki
uygulamıyorlar ama ismin moda olmasıyla tav olmanızı bekliyorlar o
yuvaya. Ya da her yerde, her an Montessori silsilesi. Biri eline iki kap
alıyor, Montessori etkinliğim diye anlatmaya doyamıyor. Ve bu biri gibi
binlercesi çıkıyor. Çünkü Montessori moda oluyor. Ve maalesef moda olan
herşey gibi bu kavramın da içi boşaltılıyor, geriye pörsük ve sadece
isimden ibaret bir kabuk kalıyor. İnsanlar giderek efsunlanmış gibi
kabuğa meftun oluyor, öz bir kenara atılıyor. Moda arttıkça bilir
bilmez ve körkütük tapınma hali de artıyor. İşin hakikati kayboluyor
zira hakikatlere sulandırılmış bilgiler katılıyor. Birileri bundan rant
elde ediyor, birileri bunu derhal kendi çıkarına malzeme yapıyor. Hasılı
olan isme oluyor. İşte Montessori’ye olan bu bence. En azından benim
açımdan öyle.
.
Montessori Eğitim Sistemi’nin kurucusu Maria Montessori
.
Hakkında
hiçbir fikre sahip olamadan kendimden uzak tuttuğum birşeydi Montessori
ve daha niceleri. Hatta öyle ki adında sistem olan herşeyden bu sebeple
iğrendim. Dolayısıyla Montessori
gerçekleri hakkında ne fikir sahibiydim ve ne de bu gerçeklerin
peşindeydim. Kulağımda yalan yanlış bilgiler vardı hepsi bu.
Derken bir
gün iş başa düştü ve Selim için alternatif okul arayışlarına girdim ve
Edinburgh’daki Montessori & Arts School’u keşfettim. Bu keşifle
arama yaparken ilk şuna benzer birşey işittim:
“Montessori’de ortaya çıkan en önemli sonuçlardan biri; çocuğun iç disiplin kazanmış olmasıdır!”
Bu cümleyle birlikte içimde Montessori’ye çemkiren tüm sesler sustu ve ben bu öğretinin peşine düştüm. Neden mi, anlatayım:
Selim’e
davranış çizelgeleri hazırladım, puan sistemi uyguladım. Maksadım
olumsuz hareketlerini olumluya çevirecek, olumlu hareketlerini de
yerleşiklik düzeyine getirecek zararsız (!) bir teşvik yöntemi
bulmaktı. Ve evet bu yöntem büyük arızaların olmadığı dönemlerde işe
yaradı ama bu konuda içimde hep bir tortu vardı.
Madem,
-Her çocuk fıtraten güzel ahlak üzere doğar- diyordum; o zaman benim
ittirici gücümle, ister puan olsun bunun adı, ister mükafat, isterse
ceza, bu yöntemi kullanmam o çocuğun mükemmel fıtratına dışarıdan bir
müdahale değil midir? Zira ortada bir yanlış(!) varsa bu, dışarıdan
gelen sevimsiz bir itmeyle değil, tam aksine içeriden gelen tatlı bir
dürtüyle düzeltilmelidir. Üstelik dışarıdan gelen müdahale o muazzam
fıtratta bozulmalara da neden olabilir.
Selim bir
yanlış yapmışsa bunu annesi istediği için değil, ya da ödül veya ceza
alacağı için de değil, yerme ya da övgü için hiç değil, tastamam kendi
içinden geldiği için düzeltmelidir. Yani dışarıdan suni olarak,
zorlamayla yüklenen dış disiplinden ziyade iç disiplin onu harekete
geçirmelidir. Zira bu bir nevi vicdan meselesidir ve güzel ahlak da
ancak bu şekilde gelişir ve öze yerleşir. Öbür türlüsü bence hikayedir.
Üstelik zorla dayatılan şeyden hayır geldiği de görülmemiştir, hele
çocuk psikolojisinde!
.
.
Hasılı
tıpkı çocuklarımın sırf ben beğendiğim için birşeyi yapmak istemeleri,
benim beğenim için kendilerini şekillendirmeleri ya da bir başkasının
beğenisi için kendi isteklerini bastırıp başka birşeye yönelmeleri, ya
da puan almak, alkışlanmak için istemedikleri hallere bürünmeleri hiç de
istediğim birşey değildi ve bu benim için rahatsız ediciydi. Onun için
iç disiplin kısmı bunca etkiledi. Zira sanki kilit noktası buydu işin.
Benim için iç disiplin, vicdanı getirir, vicdan bozulmamış fıtratın
sesidir, vicdan özün ta kendisidir, vicdan güzel ahlağa götüren temiz
sesin dinlenmesidir.
.
.
Ve işte bu
noktada okumaya başladım. Özellikle Adem Güneş’in Montessori hakkında
yorumlarıyla derin düşüncelere daldım. Yöntemlerini bilmiyorum, bu
denilenler sahiden yapılabiliyor mu onu da bilmiyorum, ya da her çocukta
bu yöntem tutuyor mu onu hiç bilmiyorum, tek bildiğim kilit noktalara
takıldığım ve çoğuna -hah evet bu, vay canına bu da düşünülmüş- diye
derin düşüncelere daldığım…
.
.
Montessori Hakkında etkilendiğim ve çarpıcı bulduğum notları da buraya ekliyorum:
-”
Montessori eğitim sisteminde çocuğu “fıtratı” üzerine yetiştirmek var.
Ne yanlış yaptı diye “ceza”, ne de doğru yaptı diye “mükafat” var. Yani
insan olmanın keyfi var.” (Adem Güneş’in en sevdiğim tanımlaması ve
sanırım ben Adem Güneş’le sevdim bu tanımları)
- Çocuğa
ceza veya ödül adı altında, dış disiplin yoluyla değil, iç disiplinle
doğru davranışı kazandırmak var. (Aslında var olanı ortaya çıkarmak ve
korumak var)
- Çocuğa tepeden inme bir müfredatla değil, kendi yeteneklerine göre yaklaşılması var.
-
Öğretmenin -ben bilirim- kibrinden ve edasından uzak, çocukların -ben
bilmem, o bilir- boynu bükük ezikliğinden uzak olmak var.
- Öğretmenin -hoşgörü, tevazu, yavaşlık ve sükunet ve sabır- içinde olması var.
-Öğretmenin
çocuğun yanlışlarından birşeyler öğreneceğini bilerek, yanlışlarına
müdahale etmeden, yanlış yapmasına müsaade edecek kadar sabırlı olması
var.
- Öğretmenin -yavaş- olması var.. Zira öğrenme sürecinin yavaş ve sukünet içinde olacağına dair inanç var.
.
.
.
Aşağıda da Adem Güneş’in röportajlarından ilginç bulduğum bölümler var.*
.
BU EĞİTİMDE ÖĞRETMEN PASİFTİR, BAŞARI YÜZDE 70 ÖĞRETMENE BAĞLIDIR
Soru: Çocuk düzeni bozarsa ceza verilmez mi, ya da ne bileyim ödevini iyi yaptı diye mükâfatlandırılmaz mı, teşvik etmek için?
Cevap:
Hayır… Çocuk ne yanlışından dolay cezalandırılır… Ne işini iyi yaptı
diye mükâfatlandırılır… Ceza ve mükafaat dış disiplin yöntemidir,
hâlbuki bu eğitimde çocuk içsel bir disiplin ve kuralları bir zorunluluk
olarak değil, kendi içinden gelerek uygular hale gelmektedir… Eğer
çocuğa “koşulsuz saygı” duyularak ve ona hitap eden bir eğitim sunulur
ise bunlara gerek kalmadığı görülmektedir… Zaten bu eğitimin ortaya
çıkarttığı en önemli özelliklerden biri bu… Eğitim sırasında çocuğa ceza
vermenize gerek yok, o zaten öğrenmek istiyor… Klasik eğitimin
yanlışı, çocuğa hitap edememesidir… Bir başka özellik daha söyleyeyim
Montessori Eğitimi’nin; bu eğitimde öğretmen pasiftir… Ve eğitimdeki
başarının yüzde 70′i öğretmene bağlıdır… Klasik eğitimde ise öğretmen
“aktif”dir ve başarı öğrenciye bağlıdır…
Soru: Nasıl yani, hem öğretmen “pasif” dir diyorsunuz hem de başarı öğretmene bağlıdır diyorsunuz bu bir çelişki değil mi?
Cevap:
Hayır, çelişki değil bu çocuk gereğini tanımaktır… Zira öğretmenin sınıf
içindeki pasif konumu, çocuğun kendi fıtri hali ile ortaya çıkmasına
neden olmaktadır… Bu açıdan bakıldığında öğretmen sınıf içinde “tevazu
sahibi” olmalıdır… Yani çocuğun yanında kendisinin daha üstün ve daha
çok bilen birisi olarak görünmemelidir… Böylece çocuk öğretmeninin çok
bilmelerinden eziklik duymadan ve kendi acemi yol alışlarında ondan bir
“rehber” olarak destek alarak ilerler…
Soru: Montessori eğitim sistemi ile eğitim alarak ismi duyulmuş olan kişiler var mıdır?
Cevap: Şu
an dünyada ismi duyulmuş birçok ünlü bu eğitim sistemi içinde kendi
fıtratını bularak başarılar elde etmiştir… Örneğin;
Dünyanın
en büyük şirketi “Google”ın kurucuları; Sergey Brin ve Larry Page
Montessori eğitim sisteminin mezunlarıdır. Ve aldıkları bu eğitimin
kendi fıtratlarını bulmada ne kadar büyük destek olduklarını her
gittikleri yerde anlatmaktadırlar…
Dünyanın
en büyük elektronik ticaretini yürüten www.amazon.com şirketinin sahibi
Jeff Bezos da bu eğitim sistemi ile kendi gibi kalabilmiş bir kişidir.
Veya dünyanın en “çılgın” projesi olan ve bu gün dünyanın en geniş
internet ansiklopedisi olan www.wikipedia.org sitesinin kurucusu Jimmy
Wales’da Montessori eğitimi almış birisidir. Dünyanın en etkin
gazetelerinden olan The Washington Post’un sahibi ve editörü Katherine
Graham da bu eğitim sisteminin içinden geçerek kendi fıtratından aldığı
gücü ortaya koyabilmiş biridir.
-”Bu
kişileri “Kendi gibi kalmayı başarabilmiş” diye tarif ettim, zira
“klasik eğitimin” çocuktan aldığı en önemli şey “çocuğun kendisi”dir.
“Çocuğu eğiteceğiz” diye onun fıtratının bütün özelliklerini
kaybettiriyoruz, sonra da “Bu niye hiçbir şey yapmıyor?” diye ruhu ölmüş
çocuk cesetlerinin başında ağıtlar yakıyoruz”
-”Aslında
özümüzden uzaklaştık. Dün çocuk “aziz bir misafir” gibi evlerde
barındırılırken… İnsan yetiştirmek üzere bir devlet sistemi
oluşturulmuşken, düştüğümüz durum içler acısı.”
-ӆlkemiz
eğitim tarihine baktığımızda Montessori Eğitimi’ni teşvik eden ve takdir
eden liderin Atatürk olduğunu görüyoruz… 1 nci marif kongresi
toplandığında orada yeni eğitim sistemlerine övgü dolu sözler
söylediğini ve dil bilen “genç muallimlere” Maria Montessori’yi
öğrenmelerini tavsiye ediyor… Ancak Atatürk’ten sonra klasik ve baskıcı
eğitim sistemine devam ediliyor…”
-”İnsana
insan olduğu için saygı duyulan ve mütevazı bir sabır ile çocukların
fıtri hallerini ortaya çıkartan eğitim şekli bizim kendi kültürel
değerlerimiz içinde de var…”
-”Hani
İngilizler Hindistan’ı işgal ettiği dönemde “Hintli çocukların zekâsı
açılacak(!)” diye onlara “Logaritma Cetveli” ezberlemelerini tavsiye
etmişlerdi… Ve zavallı Hintli anne-babalar da zekâsı açılacak diye
çocuklarına logaritma cetveli ezberlettiriyorken, İngiliz çocuklar
elektronik hesap makinalarında “nanoteknoloji”nin temellerini
atıyorlardı…
Bugün ne
farkımız var ki Allah aşkına bir bakın okullara… Çocukların zekâsı
açılacak diye matematik dersi ile canlarına okunmuyor mu? Ya da bilmem
ne fiziğinin bilmem ne kanununun daha ortaokul yıllarında çocuklara
“zoraki” öğretilmesindeki amaç nedir? Çocuğu kendi fıtratı üzerine
bıraksanız, soysal sahada öyle göz kamaştıracak yeteneği var ama “illa
logaritma cetveli ezberletip zekânı açacağım” iyiliğinin ülkemiz
çocuklarını ruhen hasta ettiğini görmüyor muyuz?
Sadece
zoraki müfredat ve ders dayatmaları değil klasik eğitimin çocukları
serseme çevirdiği noktalar… Eğitilen ile eğiten arasındaki “gizli
şiddet” de bu ülke çocuklarını çok incitiyor anlayın beni. Çocuklar
üzerinde kabadayılık yapmayı, gür ve buyurucu öğretmen sesi ile
çocukları neredeyse altını ıslatacak vaziyete getirmeyi bir marifet
zannediyoruz. “
.
.
Dediğim
gibi Montessori konusunda yeterince bildi sahibi olmaktan çok uzağım.
Benim yazdıklarım hoşuma giden, çarpıcı bulduğum noktalardır. Eminim ki
bu koca sistem iki parça cümleden de ibaret değildir. Tek bildiğim
Selim’in son gittiği okulun Montessori harmanlı bir okul olduğuydu ve
Selim orada mutluydu, Üstün Potansiyelli Çocuklar sınıfında da bilgiye
ve ilgiye doyuruluyordu.
.
Montessori
kulağa hoş geliyor ama benim kulağıma çalınan bir başkası; Waldorf da
aklımı çeliyor.. Edinburgh’daki o okulu gezmedim, ama Waldorf Okulu’nu
gezdim ve sevdim. Yarın da inşaallah onu yazayım.
————————————————————————————————————————————————————-*Kaynak: Haber7.com ve Aksiyon.com.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder