11 Aralık 2012 Salı

Melodiğim Efsanesi ve Müthiş İngilizcesi



Melodiğim yani Kerim; arada kaynayan, büyüğe gösterdiğimiz ihtimamdan yazık ki gıdım nasibini almayan, kendi çabasıyla ayakta duran bu sebeple kendi işini kendi görmeye meyilli, ama hem de biraz hırçın ve de becerikli bir çocuk. Kendi başının çaresine bakmak zorunda olduğunun bilincinde olan, saf sandığım, takibini gözden kaçırdığım, küçük deyip çoğu şeyini hafife ve basite aldığım ve özellikle şimdilerde çokça yanıldığımı anladığım minik oğlum. Ne yapsa küçüktür deyip geçiştirdiğim, en basit isteklerini bile dikkate almadığımı farkettiğim, ne doğru dürüst oynadığım, Selim’deki gibi değil tüm günümü ayırdığım beş dakika mı bile neredeyse özel olarak ona ayırmadığım can oğlum, canım oğlum; hem yaman ve hem de gariban oğlum.
.
(Ayda’nın dediği gibi baştan -maşallah-ları alayım. Ödüm kopar oldu nazardan inanın)
.
Özellikle şimdilerde altını çizerek, büyüterek koca koca sevmeye çalışıyorum onu. Ya bu harika bebekliğin geçiyor olmasının farkına varmamdan, ya da Kerim’in yoksunluk hissediyor olmasından korkmam ve bu yüzden göstere göstere sevmem.
Orası, burası, şurası derken, işler güçler yoğunken ve ben ancak en elzem işlere yetişiyorken, üstüne üstlük 2 aydır yoğun biçimde Selim’e odaklanmışken büyüyor ve şaşırtıyor beni. Ve ne yazık ki bu hal beni çokça da acıtıyor. Gene dikkat edeyim derken çok şeyi kaçırmışım hissi içimi yakıyor.
.
Selim’i okuldan almaya gittiğimiz birgün, Selim’in küçüklüğünün aksine Kerim’e hiçbirşey anlatmadığımın, onunla konuşmadığımın farkına varmıştım. Suskundu yollarda zaten Kerim. Bak ağaç, bak yaprak, dediğim o günden sonra bambaşka oldu Kerim. Neredeyse tüm yaprak düşüşlerini yakaladı, anlattı, nerede yaprak bulsa topladı, ona verdiklerimizi kıymetli bir hazine gibi sakladı, hasılı etrafına uyandı Kerim. Demek ki fıtratta farkındalık var ve azıcık bir uyarılma yetiyor ortaya çıkması için dedirtti bana bu olay. Geçen günlerin iç sızısından ise hiç bahsetmeyeceğim.
.
.



Gelelim diyaloglarına..
{8 ay öncesinde; 2 yaş Sendromunun zirve yaptığı günlerden}
Kerim: Anne ben su it-tiyouummm (istiyorum)
Anne: Al bakalım suyunu.
Kerim: Anne ben su it-temiyoum!
Anne: Tamam, içme o zaman!
Kerim: Ihhh, aaaağğhh (her türlü can sıkıcı nida) suyuuuun İt-tioouumm! ( suyumu istiyorum)
.
Trenle Edinburgh’a giderken …
.
Kerim: Anne ben tavuk yemek ittiouumm
Anne: Al yavrum tavuk.
Kerim: I – ıh ittemiooummm
Anne: Tamam, yeme o zaman!
Kerim: Ya da it-tiouum!
Anne: E, al o zaman tavuk!
Kerim: it-tiooummm , ittemiouuum , ittiooummm – ittemiouuum ( istiyorum – istemiyorum, istiyorum – istemiyorum)
.
Bulduğu bir dal parçasıyla: vurarım sanaaaa!
.
{6 ay öncesinden…}
Yemeğini az önce bitirmişti. Birden masaya tükürdü ve bana döndü: Anne bu çok kötü ve pis. Ardından bunu diyen kendi değilmiş gibi: Oynayabilir miyim onla, dedi. Bazen sürekli hayır dediğimi farkedip, serbest bırakmaya çalıştığım zamanlardı, hayır demedim. Oynadı. Sonra hoşuna gitmiş olmalı ki bir daha tükürdü. Sonra geğirdi. Hasılı her türlü iğrençlik içindeydi, ama annelik zırdelilik işte ne iğrenç geliyordu bana hali ve ne de sevimsiz. Büyük bir merakla bu rezilliğin varacağı yeri merak etmekteydim. Geğirirken çıkardığı sese; o neydi dedim. Cevap verdi: Neydi o, o ses miydi yoksa hıçkırık mıydı?
Anladım ki o da bilmiyordu bu rezilliğin vardığı ve varacağı yeri ama eni konu tükürükle olan merakını gidermişti.
.
En büyük merakı: süperkahraman tişörtü, kostümü ve sırt çantası…
.
Melodiğim adı boşuna değildir. Müziğe ilgisi bambaşkadır Kerim’in. Bebekliğinden beri dehşetli ağlamaları sırasında dahi müzik açtığınızda ağlaması kesilir nitekim. Bu yüzden şarkıları pek sever ve sık sık şarkı açmamızı ister. Birgün bana sordu:
Kerim: Anne bana şarkı açar mısın?
Anne: ——–
Kerim: Anne bize arabaları açar mısın? (Cars filmini kastediyor)
Anne: Siz kimsiniz? deyip köşeye sıkıştırdığımı sandığım anda cevap verdi.
Kerim: İşte biz çocuklarız. (Tek başına oysa o sırada)
.
İşte ne Satriani, ne Santana ve ne de diğerleri.. Ünlü Melodik Rocker Vampir karşınızdaki:)
.
Playstation oyunlarından birinde Kenji diye bir karakter var. Sportif bir Japon karakteri. Pek beğeniyor kendisini. Zaten spora kesinlikle istidadı var. Bilenler bilir; Kerim Selim’in aksine yürümeye ama bilhassa koşmaya pek meraklıdır. Ki Central Park’ı neredeyse baştan başa koşmuştur, gen Esma, Esra ve Münire bilir. Selim’i okuldan almaya giderken 15 dakikalık yolu bıraksanız gidiş geliş 30 dakika koşabilir vesaire. Neyse gelelim Kenji meselesine. Kerim için Kenji; Penji’dir. Evde gün boyu Penji olur, oradan oraya koşturur, kılıçla düşmanları savuşturur vesaire.
Bir gün bir baktım sağ eli ile sol elini kapıştırıyor. Ne yapıyorsun dedim. Sağ elini göstererek; Anne bu iyi Penji, sol elini göstererek de; bu da kötü Penji deyip, sağla solu ezdi geçti.
.
Pijamalarını giydirmeye yeltendiğim anda üstü hafifleyen ve direkt akşam koşusuna başlayan çocuk. Hem de şapkayla.
.
Gene Penji karakteri ile özdeşleşen durumlar var. Bunun en büyük örneği de neden bilmem üstünü ama en çok altını çıkarmak. Spor yapmak için yanıp tutuşan bu çocuk, illa ki üstündekileri çıkarıp hafiflemek ve öylece hareket etmek ister. Ve genellikle pantolonunu çıkarmak isterken şu şekilde rica eder:
-Anne lütfen, biyazcık Penji oliimmmm…
Ya da açıkça söyler:
-Spor yapmak istiom, koşmak istiom, atlamak istiom, çıplak olmak istiom, spor kiafeti (kiyafeti) giymek istiom…
Spor kıyafeti dediği de sonradan anladım ki şort, tişört değildir, mümkünse sadece body, değilse body üstü tişörttür, alt yoktur ama neden bilmem çorap vardır. Hele bir de sokakta koşacaksa mutlaka spor ayakkabısı olmalıdır.
.
İşte bizim evde en sık rastladığımız görüntü: pijamanın evin bilumum köşelerinde ve hatta orta yerinde aceleyle çıkartılmış hali. İzleri takip edince spora başlamış bir çocuk görmek mümkün :)
.
Bu üç fotoğrafta da pek mutsuz, sebebi mi: üstü çok kalın, spor yapamıyor, gönlünce koşamıyor.
.
Tıpkı Spor gibi dans etme sevdası da vardır. Hatta birgün Phantom of The Opera ile saatlerce dans etmiştir. Ve öyle figürler eklemiştir ki Selim bile kalakalmıştır. Anne bale yapıyor Kerim, diye. Videosunu koyabilsem keşke:)
İşte bunu da rica eder gene:
-Anne bana şarkı açar mısın, dans etmek istioum.
.
Bisiklet ama en çok Scooter sevdalısı, çok iyi de kullanıyor doğrusu. Frene basıyor, manevra yapıyor, bıraksan pür sürat yokuş aşağı kendini korkusuzca bırakıyor ve arka mahalleden çıkıyor, -ready, steady, go- deyip kocaman çocuklarla yarışıyor, öyle ki 4-7-9 yaşlarındaki çocuklar kapıya gelip Kerim’i çağırıyor:)
.

.
Selim’i almaya giderken ….
.
Yol boyunca koşturup dinlenen küçük Melodik:)
.
Ben ona kızdığım zaman çok eskiden suratını buruşturdu. Hatta bir gözünü kırpar gibi yapar, uysal bir kedi gibi; başı hafifçe yana eğik, mazlum ve mahzun bakışlarını atardı. Bense her seferinde içim giderek sarılırdım o halini görünce. Sanırım bu haline aldırmadığım bir günde taktik değiştirdi ve nereden edindiğini bilmediğim şu repliği edindi:
-Sen adam sısın? adam sısın sen? (=Sen adam mısın , adam mısın sen?) Bunu ne zaman dese kızgınlığı bırakıp bir kenara gülüyordum ben, sanırım niyeti kızgınlıktan çıkıp gülmemi sağlamaktı ve bunu başarıyordu. Ama çaresizliği pek acıklı geldiğinden gülüyordum genelde, kendini iyi hissetmeye ihtiyacı var ve iyi hissetsin diye.
Şimdilerde ise : -özüz dileyim anneeeeeee.. diye hemen salya sümük ağlıyor. Yetmezse -ben biraz korktum senden- deyip kendini acındırıyor. Ve yeni yeni de; anne bana kızmaaa, diye içli içli ağlıyor.
.
.
.

Kerim’in çok sıkıştığı bir anda patlak verdiği bir kelimesi var. Can havliyle ortaya çıkan.
Selim’e kızdığı bir gündü:
-Seni eşek! (İtiraf etmeliyim bunu arada kullandığım oluyor ama sempatik şekilde) Sana tekme vurarım, atarım kafana bunu. (O an eline ne geçirirse, ki genelde arabalar oluyor elinde ve final:) O-kuuuz! (Öküz)
İşte aynen yazıldığı gibi O-kuz diyerek hem de. Bu kelime evde zaman zaman zuhur ediyor hatta bizler tarafından da kullanılıyor bu haliyle.
.
Tam buranın çocukları gibi Kerim. Oyuncaktan çok sokağa, parka, oyuna ve harekete düşkün. Cılız da onlar gibi. Sokakta koşmayı, yarışmayı, parklarda akrobatik hareketler yapmayı seviyor ve gene tıpkı buradaki çocuklar gibi futbola, topa düşkün…
.
{Şimdilerde…}
Neden bilmem belli bir yaştan sonra yüksek sesten hiç hazzetmemeye başladı. Elektrik süpürgesi dahi ödünü kopartıyor. Ama en beteri alarm sesinde yaşanıyor. İlk geldiğimizde tek başına karanlıkta dahi aşağı inen çocuk, şimdilerde herşeyden korkuyor. Bir şekilde yanlışlıkla aşağıya inmişse yerinde kalakalıyor ve aşağıdan sesleniyor: anneeee, beni kucaına al, biraz korkuooooomm… şayet yanına gitmemişseniz ses giderek yükseliyor ama kesinlikle yerinden kımıldamıyor.
.
.
Müthiş bir çığlık silahı var. Kendini kurtaran en büyük şeyin çığlık olduğunu farkettiğinden sanırım, bu silahı çok fena kullanıyor. Özellikle Selim onu sıkıştırdığında ve hatta sıkıştırmaya doğru adım attığında. Selim’in 2 aylık zor günlerinde türlü eziyetlerine maruz kalınca bu çığlıklar iki kat, üç kat beyin kemirici idi.
.
Kaleme düşkünlüğünü daha önce de yazmıştım; bambaşka bir tutkusu var kaleme, kitaba, deftere.
.
Böyle de bir ritüeli var; uyurken illa ki yanına birşey alıyor. Bu en çok kitap ve araba oluyor. Bizim, onun farketmiyor, kitap olsun ona yetiyor. Ve kalkınca da uyuduğunu yanında istiyor yoksa gecenin bir yarısı ağlamaya başlıyor.
.
Anne bak helikopter yaptım. Ya da uçan daire yaptım:)
.
Bir sabah, saat 05.00 civarı ve gördüğüm manzara: kitabı almış ve açık bıraktığımız merdivenlerin ışığından istifade edip okuyor kitabını sessizce.
.


Selim dinozorlara meraklıydı. Kerim’de ise açık ve net Uzay merakı var. Küçüklüğünden beri uçan dairelerden bahseder hep, benzetmeler yapar. Ben de ilgisine mukabil yukarıdaki nevresimleri ve pijamaları aldım ona. Bayıldı hepsine. Böle bi-ssürü roketler var, uzay var, diye anlatıyor. Hatta Scooter’ına isim verdi: Ro-ket diye sesleniyor. (Abisi bisikletine Dişsiz diyor: Ejderhanı nasıl eğitirsinden esinlenerek)
.
.
Selim’i okula bırakırken geçtyiğimiz bir dörtyol var. Ve burada sesli trafik ışıkları var. Ne zaman karşıdan geçme zamanı gelse arabasının içinde sekiz çiziyor adeta bedeniyle.  Sol ayak sağ ayak yerinden çıkıyor, eller uzuyor neymiş kung-fu yapıp arabalara tekme atıyormuş. Arabalar tekma atarım sana, diyor bir de tüm kabalığıyla:)
.
Bayıldığım birşey var burada: saçlarını kaldırdığımızda tıpkı şimdiki gibi yüzüne yakın yerler sapsarı ortaya çıkıyor ve altın gibi parlıyor. Bırakınca saçları yeniden kumral oluyor:)
.
Hadi taşları diz dediğimizde ortaya çıkan manzara: ilginç değil mi? Koyular koyulara, açıklar açıklara.
.
İnanılmaz hafif bir uykusu var. Çıt deseniz uyanıyor. Misalen sabah yanıma geliyor ve ben o uyumuşsa hayalet gibi kalkıyorum yataktan ki uyanmasın. Genellikle uyanıyor, şayet uyanmamışsa da banyodan çıktığımda kapı önünde şu şekilde beklerken buluyorum onu.
.
Abinin yokluğunda ganimetlere konma hikayesi var bir de Kerim’in. Genellikle abinin oyuncaklarından ve materyallerinden mahrum edildiğinden ve kendine alınanlardan da hazzetmediğinden ve abi ne yapsa, ne kullansa ona meylettiğinden; abi okula gittiğinde gün doğuyor kendisine. Misalen: abinin kıymetli dürbünü ve ajan feneriyle keyfediyor gönlünce.
.
Misalen, Hex Bug böcekleri inceleme merakını bu yolla gideriyor.
.
Beri yandan abi İngilizce çalışırken ve o okuldayken bir süre sonra sıkıntıdan ne yapacağını bilemiyor.
.
.
Gelelim Kerim’im engin mi engin(!) İngilizcesine;
İskoçya’ya adım attığımızdan beri farkında buradaki insanların farklı konuştuğunun. Otelde kalırken daha, yüksek taklit gücünün de etkisiyle hiçbirşey diyemese de -hayyyyy (hi=merhaba)- diyordu gördüğü herkese. Hem de pek kıvrak ve sevecen bir sesle. Derken giderek kelime sayısını arttırdı:  kam on (come on=hadi), lets go (gidelim) gibi, tvden öğrendiği: hello, this is mine replikleri gibi.. ve bir de it’s…
.
Sanırım bazı cümleleri de böylesi aletlerden öğreniyor. Bakınız nasıl da ciddi. Uzun zaman benden bilgisayar istedi ve alınca da sanırım beğenmedi. Zira oyuncak gibi değil gerçekçi olana meraklı.
.
Misalen benim bilgisayarım çok kıymetli. Ben başındayken kapatır, değilsem böyle tahtıma kurulur.
.
Şu pişkinliğe ve memnuniyete bakın.
.
Neyse devam edeyim İngilizce’ye…
İlk diyaloglarında temkinliydi; biri ona birşey sorduğunda başını sallar, mütebessim bir ifadeyle en fazla -yes- derdi. Daha sonra İngilizce-Türkçe karışımı denedi: Misalen kapıya gelen çocuklara arabalarını gösterip; it’s araba, dedi.  Ancak günü geldi bunun yetmediğinin de farkına vardı ve o andan itibaren uyanık bir taktik uygulamaya başladı. Şimdilerde İngilizce tek kelime ettiğinde biri, düğmesine basılmış gibi Türkçe konuşmayı kesiyor ve bu taktiği uyguluyor: kelimenin başına, ortasına ve sonuna İngilizce bildiklerinden koyup gerisine Allah ne verdiyse, o an aklına ne tür bir hece geldiyse ekliyor.  Misalen;
Hi (=merhaba), it’s gkjgjghhg ibi car (=araba) hffhgfhdffd mine (=benim) gibi.. Ve karşıdaki de asla yadırgamıyor dediklerini. Hele çocuklar hiç yadırgamıyor. Uzun süre izliyorum ben bazen bu halleri, çocuğun biri yanaşıyor, oynayalım mı diyor mesela, bizimki ilkin tanışıyor; hello, it’s Kerim deyip kendini işaretliyor, ondan sonra iki -it’s- üç geveleme ardından bir ingilizce kelime ve en sonda kapanışa bildiklerinden bir derme daha koyup muhabbet kuruyor ve yadırganmıyor. Hasılı küçükler illa ki anlaşıyor, anlamayan büyükler de konuşmayı sökememiş sanıyor:)
,
Ama birden bir bakıyorsunuz ilk kez lolipop yediği bir gün: diylişıısss (delicious = çok lezzetli) da diyebiliyor.
.
Mahallede sevdiği bir çocuk var. Selim’in arkadaşı. Ona bir isim taktı: Yes, pliz (evet, lütfen) Şimdi ne zaman onu görse; Yes plizzz, yes plize gitcem deyip sesleniyor.
 .

Sevgili Yes Pliz dışarıda o içerideyken. İçi gidiyor ama çıkartmıyorum zira alıp başını gidiyor. Bir başka mahalleden toplamaktan yoruldum, korktum.
.
.

Bu da market arabası. Hiçbir oyuncağıyla oynamadı bu arabayla oynadığı kadar. İçine sevdiği ne varsa doldurup götürüp getiriyor. Bazı akşamlar da sporunu bu arabayı hızlıca sürmek suretiyle yapıyor.
.

Fena halde yeni ayakkabı meraklısı.
.

Selim yemeğe hiç düşkün değildi, ben cahillikle zorla yedire yedire büyüttüm çocuğun midesini. Varı yoğu oyundu Selim’in, oyun varsa hayatta aklına yemek gelmezdi. Kerim ise tam tersi. Karnını doyurmak en büyük önceliği. Sevdikleri de ekmek, çikolata en çok. Bu fotoğrafta da yarı aç, yarı tok uzunca süre uyuduktan sonra büyük bir açlıkla uyanmış ve ekmekle kendini kaybetmiş hali var.
.


Bu çizim en sevdiklerimden. Çocukların masum ve dosdoğru dünyalarından, büyüklerin anlayışsız, manasız ve sığ bakış açısından nadide bir örnek:
Kerim elinde kalem defteri çiziyor. Sonra her zamanki gibi defter ona kafi gelmiyor, Kerim çizmek için masaya geçiyor. Durumu geç de olsa farkediyorum ve  gayri ihtiyari en abuk sorulardan birini soruyorum:
-Kerim, masayı neden çizdin?
-İşte masa kırmızı olsun diye.
Evet hepsi bu, beyaz masa renksiz gelmiştir Kerim’e:)

.

Bu da efsanelerden biri. Bu çocuğun bu halle ne yapmak istediğine dair fikir almıştım. Çokça mevzusu geçti Instagram’da, Facebook ve Twitter’da. Çok da güzel cevaplar aldım. Ama biri çok etkiledi beni: Dilek yazmış: “Kerim kendine yeni bir araç icat etmiş:) gezgin ruhunuzun Kerim’de ki yansıması ama o eşyalarını sağlama almış, tecrübeli çocuk :)”
malum bilenler bilir bizim eşya meselesini ve nakliye rezaletini.
.

Bu da Sevgili oğlumun el emeği göz nuru yemeği… Bana ikram ediyor bir de utanmadan  ilk lokmayı: Al anne, bunu yemeye çalış, sana yemek getirdim diyor. Buyrun veda ederken siz de bir tadına bakın!
..
(Fotoğrafların neredeyse tamamı Instagramdan.. zira telefonla anı yakalamak daha olası)

Hiç yorum yok: