4 Aralık 2012 Salı

İskoçya’da Geçen Sonbahar: Dünyanın Renkleri



Bizim mahallede bir ev var. Birkaç hane ötede ve karşı cephede. Ne zaman yanından geçsem, ki her gün geçiyorum neredeyse, gayri ihtiyari bakıyorum bu eve.
Nizami bir dizilişin hakim olduğu bu ülkede, özellikle bitişik evler hep benziyor birbirine. Bu yüzden bu ev belki birçoklarına göre yanındakilerden farklı değilse de, benim için büyük farkla ayrılıyor diğerlerinden. Üstelik içinde yaşayanları da bir kere dahi görmüş değilim, bu da iyi birşey zira istediğim gibi fink atıyorum bu evin içinde ve bahçesinde hayallerimde.
Bu evin diğer tüm evler gibi minik bir ön bahçesi var. Bahçenin bitiminde eve girişi sağlayan; ince demir trabzanlı, 5-6 basamaklı merdivenler, merdivenin tepesinde ise karemsi bir genişlik ve bu genişliğe konmuş küçük bir masa ve iki sandalye var. İşte benim için ilk fark; bu masa ve sandalyeler. Zira burada ön bahçeye bir tabure dahi koyanı görmedim. Oysa benim de böyle bir emelim var; ön bahçeye sallanan bir sandalye koymak, çocuklar oynarken (ki arka bahçeye adım atmıyorlar ancak sokağa çıkıyorlar) o sandalyede oturmak ve elime de kahvemi almak gibi… Neyse!
Gelelim asıl farka. Bu bahçenin tam orta yerinde, o masayı arkada bırakacak şekilde mükemmel bir zarafetle, estetikle duran minik bir Kızıl Akçaağaç var. Kuru dalları bile çok zarifçe duruyorken bir de Sonbaharda yüklendiği renklerle harikulade bir hale dönen bir ağaç. Üstelik bu ağaç güneş gören cephede ve ne zaman İskoçya’nın parlak güneşi üstüne düşse, o bordo yapraklar alev kırmızısı ile ateş kızılı bir renge dönüşüyor, tarifi imkansız, hazzı büyük, lezzeti sonsuz bir şeye dönüşüyor. İşte o güneşli günlerde içim gidiyor, eriyorum adeta.
Bu ağacın fotoğrafı ne yazık ki burada yok. Zira bir komşunun evini izinsiz çekmeye yanaşmadı gönlüm. Hele böylesi bir ağacı gergin ve kıytırık çekmeyi hiç istemedim. Bu ağaca özenle, itinayla, edeple yaklaşmak yaraşırdı, hırsız gibi fotoğraf kaçırmak bana ayıp ve rahatsız edici geldi. Hayalim vardı, gidip izin isteyecektim, cümlelerimi dahi hazır etmiştim, lakin tam o sıra Kerim makinamın hafıza kartını kaybetti, tam yenisini hazır edip gardımı aldığımda ise ne göreyim, önceki gece çıkan kuvvetli rüzgar silip süpürmüş güzelim yaprakların hepsini. Ağaç öylece duruyordu kuru dalları ile ve kırmızı ve bordo yapraklarla doluydu cümle mahalle.
Hüzünlendim. Lakin Güzel Allah’ım buruk bırakmadı gönlümü ve bu ağacın benzerlerini başka yerlerde de karşıma çıkardı. Tıpatıp aynısı değilse de türleri aynıydı. İşte Dünyanın Renkleri ve Dünyanın Cümbüşü fikri bu ağaçla başladı.
.

İşte Bahsettiğim Kızıl Akçaağaç. (İnşaallah doğru öğrenmişimdir adını:)) Başka fotoğraflarını görmek isteyenler aşağılara baksınlar.
.









































































Ve sanırım bu yazıyla veda ediyorum Sonbahar’a. Zira burada Kış var.

Hiç yorum yok: