8 Ekim 2012 Pazartesi

İngiltere ‘de Olmak & İskoçya ‘da Yaşamak



Burada karşılaştığımız Türkler var, Kürtler var. Birkaç iyi adam dışında diğer hepsinin bizi gördüklerinde ağız birliği etmişçesine sarfettikleri ortak cümle: Bu berbat ülkede ne işiniz var?
.
.
Böyle konuşanların hiçbiri memnun değil burada olmaktan. Neden derseniz; maalesef milletimin pek çoğunun,
Olumlu konuşmayı aptallık sanarak bir köşeye attığı ve giderek unuttuğu, olumsuz konuşmayı ise maharet, meziyet ve hatta medeniyet saydığı gibi;
havası berbat, insanı ırkçı, para biriktirilmiyor, pahalı diye sıralıyorlar tüm olumsuzlukları. Ben dinlemeye yanaşmıyorum bu türden konuşmaları. Zaten etrafımda ne zaman çokça şikayetlenen biri olsa, başka şeyler düşünürken buluyorum gayri ihtiyari kendimi. Yıllar sonra farkettim ki, olumsuz konuşmalar, olumsuz insanlar kara bir bulut gibi içine çekiyor etrafındakileri ve bilhassa dinleyeni. O yüzden şikayetin genel hal aldığı kişilerden, yerlerden uzakta tutmaya uğraşıyorum kendimi. (Twitter da öyle ha keza, şikayet duvarı gibi oldu orası ve hiç cazip gelmiyor bu yüzden bana)
.
.
İskoçya ve tüm İngiltere; evet çok yağmurlu ve gökyüzü çoğunlukla bulutlu. Bu benim gibi araba kulanmaktan aciz bir anne için bilhassa zor bir durum. Hava yazın bile bizim iklimimize göre epeyce serin. Misalen şu an burada Türkiye’nin kışını yaşıyoruz sanki. Kışı nasıl olacak diye düşünmüyor değilim hani. Gerçi Petersburg’dan deneyimliyim; uzun geceler, kısa ve karanlık gündüzler, sert soğuklar ve fazladan yağmurlar. Ve evet İngiltere pahalı bir ülke. Irkçı derseniz henüz karşılaşmadım, inşallah hiç de karşılaştırmaz Allah, ne beni ne de kimseyi,  ama gelmeden de duymuştum bunu: hele ki futbol fanatizminin vardığı nokta tehlikeliymiş burada. Hasılı olumsuzluk görmek isteyen göze say say bitmez bu maddeler asla.
.
.
“Ama ben, güzel ve ümitli düşünmek ve güzel görmek tarafındayım işin. Ki bin şükür güzel baktıkça güzel görüp, hayatımdan daha çok lezzet aldığım da kesin.”
.
.
Tabii çokça yalpalamalarımı saymazsak.
.
.
.
Bakın benim tarafımdan nasıl İngiltere’de Olmak ve İskoçya Yaşamak:
.
-İskoçya’ya gelmeden gittiğimiz bir göz doktoru İskoçya için şu tabiri yapmıştı: Güneş çayırlara değdiğinde diyeceksiniz ki; Aman Allah’ım işte yeşil bu. Şimdiye dek gördüğüm yeşil değilmiş meğerse. Ve tüm renkler olacak böyle. Ben bundan ötesini yaşıyorum burada. Burada güneş açtığında ve güzelim ışığıyla yeryüzünü donattığında; HD yayına geçiyor sanki dünya. Ya da şöyle ifade edeyim; gözlük ve lens kullananlar daha iyi anlar beni. Eski lensler yahut numarası değişmiş gözlükler atıldığında yeni lens yahut yeni numaralı gözlük takarsınız ya, dünya netleşir, berraklaşır, çizgiler keskinleşir işte tam öyle oluyor burası da.
.
-İskoçya; doyasıya yeşil demek. Orman demek. Engin çayırlarla çepeçevre sarmalanmak demek. Temiz mahalleler ve evler demek. Market yolunun bile çayırlar ve çayırlara dağılmış; tepeleri beyaz öbekler halinde donatmış koyunlar, güneşlenen atlar, otlanan inekler demek.
.
.
- İskoç insanları demek kesinlikle sıcaklık demek. Gelmeden de haklarında iyi şeyler duyduğum bu insanlara olan pozitif yöndeki kanaatim burada pekişti diyebilirim. Zira şükürler olsun benim şimdiye dek karşılaştıklarım; sıcakkanlı, konuşkan, ahlaklı ve edepli insanlar.
.
.
-Komşuluk hakkını biliyorlar. Peter gibi diğer komşularımız da çok edepli ve iyi. Misalen Ann teyzemiz var; onu da ayrıca yazmam gerek. Sol tarafımızda yalnız yaşayan bir bayan var, çok girişken değil ama buna rağmen ilgili biri. Bir kere bahçeyle ilgili birşey sormuştuk diye, her görüşünde yardımcı olmaya çalışıyor nerdeyse bize.
.
.
-Selamlaşma burada en sevdiğim şeylerden biri. Mahalledekiler zaten selam veriyor bu tamam ama bir de hiç tanımadığım insanlarla karşılaşınca selamlaşmak büyük bir keyif veriyor bana. En güzeli de şu; diyelim karşıdan bir erkek geliyor, asla size direkt bakmıyor, sadece yakınınıza geldiği an başını kaldırıyor ve aydınlık bir gülümsemeyle selamını verip başını geri öne eğiyor. Benim öyle çok hoşuma gidiyor ki bu hal, tadını çıkartmak istercesine; doyasıya ve gelene gidene selam veriyorum bu sebeple. Hatta ayrıldığımızda hala ağzı açık ayran budalası gibi sırıttığımı farkediyor ve elbette Deli bir Anne olarak bunun da suyunu çıkartıyorum.
-Selim’in bana söylediği şu cümledeki gibi; -Anne illa ki selam veriyorlar ve teşekkür ediyorlar, illa ki!-
Evet aynen öyle. Ben de Selim’e diyorum ki selam vermekten çekinme, neden biliyor musun, gülümsemek ve selamlaşmak iyilik yapmak gibi çok kıymetli çünkü. Sen birine selam verdiğinde ve gülümsediğinde iyilik melekleri derhal yazıyor bu güzel hareketini. Öyle şaşırdı ve sevindi ki bu işe Selim. Kerim dersen sürekli biçimde selam veriyor herkese.
.
.
-Kadınları çok anaç. Zaten fiziksel olarak da o yapıdalar. Balık etliler çoğunlukla. 3 çocuk burada çok normal. Ve sıklıkla daha fazla sayıda çocukları var.  Boy boy 4 çocukla gezenler, yahut büyük abi veya abla yanında küçükleri ile gezen aileler çok. Kızları da aynı şekilde pek anaç. Sanırım genlerinde var. Küçük çocukları ve bilhassa Kerim’i çok seviyor ve samimane şekilde ilgileniyorlar mesela küçücük ablalar.
.
.
-Erkekleri çoğunlukla cılız denecek denli zayıf, kadınları topluca. Onların arasında olmak iyi bu bakımdan ama herşeye rağmen benden iyi görünüyorlar. Zira bakımlılar ve ak paklar.
.
.
-Yaşlılarının çoğu zayıf. Ve yüzleri pamuk gibi. Bir de yaşlı kadınların İskoç ekosesinden etek, erkeklerin ise aynı kumaştan pantolon giymeleri çok sevimli.
.
.
-Klasikleri ve uyguladıkları ritüller var. Misalen, cuma akşamları dışarı çıkmak. Restoranlar geç saatlere dek hareketli ve neşeli. Tabii meşhur pubları var. Bir de bu akşamlarda genç yaşlı demeden çiftlerin elele tutuşarak dolaşması ve kadınların çoğunun maksi elbise ve üstüne kot yelek giymeleri var ki pek tatlı her biri. Ki ben çok severim maksi elbiseleri.
.
.
-Bizdeki gibi sıcak aile ilişkileri var. Babaanneler, anneanneler, dedeler samimiyetle ve şefkatle torunlarıyla ilgileniyorlar. Okula, parka götürenlerin bir kısmı onlar.
.
.
-Aileye çok değer veriyorlar. Tarihlerine de. Misalen buradaki ilkokul çok başarılı ama mahalledekiler çocuklarını buraya değil İskoç ilkokullarına gönderiyorlar.
.
.
-Doğaya karışmayı çok seviyorlar. Hafta sonunda, kısacık bir tatilde hemen doğaya kaçıyorlar. Cuma gününden karavanlar çıkıyor garajlardan sokağa. Ve tatil günlerinde yolda boyuna karavan oluyor mesela.
.
.
-Temizler. Her türlü. Sabahları mis gibi şampuan ve sabun kokuyor kadınlar. Sokaklar temiz. Evler ve dış mekanlar temiz. Tabii varoş olan yerleri ne yazık ki böyle değil. Nitekim böylesi bir yerde markete gittik çok berbattı her yer.
-Temizler. Mahalleye sürekli temizlik şirketinden gelen insanlar var. Büyük yıkamacılar ve bilhassa dışarıdaki camları silen insanlar. Ellerinde bir merdiven, ceplerinde silecekler sıradan camları siliyorlar. Bir tek bizimkini silmiyorlar çünkü sanırım baştan anlaşmalı geliyorlar.
.
.
-Birleşik Krallık olarak düşünürsek; İngiltere kısmının daha disiplinli ve kuralcı, İskoçya tarafının ise daha kural ihlalli bir yer olduğu söyleniyor. Sıcakkanlı toplumlarda kural ihlali meyli hep var:)
.
.
-Sahipsiz kedi, köpek yok sokaklarda. Onların yerine bol bol sincap var. Yansıra bizim sokakta komşuların birkaç kedisi var. Pek rahat şekilde evimize, arabamıza girmeye yelteniyorlar. Hatta geçende -Karamel- adlı gerçekten karamel kıvamında olan bir kediyi sevmeye çalışmış Kerim ve kedi ısırır gibi yapmış elini. Kerim’e sordum kızdın mı kediye diye, kızmadım kedi bana kızdı, dedi ama sevgisi ve ilgisi gene de bitmedi.
.
.
-Trafikte çok sakin ve saygılılar. Neredeyse hiç korna çalmıyorlar. Işıkta durdunuz diyelim, birşeye daldınız ve gitmiyorsunuz, arkadaki bekliyor öylece dakikalarca ve çalmıyor korna, taa ki siz farkedesiniz durumu.
-Ya da karşıdan karşıya geçiyorsunuz, bu sırada yayaya kırmızı ışık yanmışsa bile asla ve kat’a siz tümden kaldırıma çıkmadığınız sürece harekete geçmiyor araba. Oysa bizde geçmese bile arabayı çalıştırıp gererler insanı, ne yazık ki.
.

.
-Şaşırdığım birşey oldu burada; çok yağmur yağınca, caddelerde yoğun su birikintileri olur ya, o birikintilere gelince asla yavaşlamıyorlar. Bebekle yaya yürüyor olmanız ve arabayı kullananın bir anne olması dahi değiştirmiyor bu gerçeği. Bu sebepten baştan ayağa çamura bulanabiliyorsunuz.
.
.
-Tabii trafik tersten akıyor burada. Bu çok fena. Hele benim gibi yön gücü çok zayıf olanlar için tam bir kabus. Bu yüzden araba kullanamıyorum ki zaten iyi bilmiyordum. Ben birgün yayayken bile sağ şeride bakmak yerine sola bakmıştım da eziliyordum az daha.
.
.
-Tereyağları, yoğurtları, çilekleri, elmaları, ekmekleri çok güzel. Bir de taze sıkılmış meyve suları favorim. Ve her ne hikmetse Türkiye’ye göre epeyce kolay ulaşılabilir ve hesaplılar. Bir de -Naan- denilen sade Hint ekmeği var ki, çok sevdiğim ve çocukluğumdaki çöreklere benzettiğim.
.
.
-İngiliz usulü tek yemek Fish & Chips dedikleri, balık ve patates. Gerisi genellikle Hint ve Çin yemekleri.
.
-Hemen herşeyi hazır ve kolay bulmak mümkün. Misalen; salatalar bile yıkanmış halde poşetinde satılıyor, karışık sebzeler de öyle. Tıpkı Amerika gibi bu bakımlardan. Bir tek haşlanmış yumurta satanını görmedim Amerika’dan farklı olarak. (Esma’mın kulakları çınlasın)
.
.
-Stilleri çok güzel. Özellikle erkeklerin. İngiliz asaletinin etkileri var. Klasik çizgiler vesaireler. Kasketler, kazaklar, çapraz çantalar..
.
.
-Kesinlikle çok nezih, estetik ve zarif zevkleri var. Eskiden de bilirdim, İngiliz porselenin, kumaşlarının, markalarının güzelliğini ve kalitesini lakin buraya geldiğimde gördüm ki azıcık koyversem alışveriş delisi olup kalacağım. Zira herşey çok güzel. Vintage etkili bilumum şeyler, nostaljik gelenler, yeniyle eskiyi nefis biçimde birleştirenler, retro, chabby ne ararsan fazla fazla var.
.
.
-Amerika’da TJ Maxx ile tanıştırmıştı Esma beni. Yüzlerce kallavi markanın, orjinal parçanın iyi fiyata satıldığı bir yer olarak kaldı aklımda. Ama pek de kaynaşamadım orayla. Derken buraya geldik. TK Maxx mağazasını gördüm. Ve aynı mağaza olduklarını düşünerek bir bakayım dedim. Bakmaz olaydım. Akıl çelici öyle çok şey var ki. Giysi vesaire kısmı umrumda değil, ben ev eşyaları, mutfak eşyaları, kitaplar, defterler, aksesuarlar, tablolar ve mobilyalara bayıldım. Düşünsenize, giysi çekmecelerine sermek için kokulu olağanüstü güzel kağıtlar, porselen ve camdan yapılmış, çinimsi dolap ve kapı kulpları bile var. Varın siz düşünün detayları.
Pek gitmek istemiyorum aslında oraya. Hastalık ve bağımlılık yapabilir korkusuyla. Hoş, kısmen yaptı ya. Bir de serde -Eşyadan Azade- olmak var sözümona.
.
.
-Bir de Hobi-Craft mağazaları gördüm. Leb-i derya. İnsan aklını yer oralarda. Herşeyden var. Kumaşlar, boyalar, kırtasiye malzemeleri, akla hayale gelmeyecek binlerce tür şey. Hiçbirşey yapmayı düşünmeyen ben epeyce yükle ayrıldım oradan. Ve hep Ayda‘mı düşündüm, o burada olsaydı diye.
.
.
-Burada Marks & Spencer giysi mağazası değil. Yani giysi reyonlu olan mağazaları da var ama esasında bildiğimiz market. Daha çok temiz, organik tarım iddiasında olan nezih bir market izlenimi bıraktı bende.
.
.
.
-İskoç aksanı ile İngilizce başka bir dil gibi geliyor kulağa. Bizde İstanbul Türkçesi ile Diyarbakır Türkçesi gibi. Birgün kapımıza bir görevli geldi, dinleyeyim belki anlarım  dedim, ama öyle panik oldum ki ardından, hiçbirşey anlamıyorum yabancıyım dedim ve bu dramı kestim.
İlk geldiğimde de Burger King’e gitmiştim, hepi topu bir patates alacaktım ancak kasadaki görevli öyle ağır bir aksanla konuşuyordu ki mümkün değil anlamıyordum dediğini, üstelik anlaşmak için de delice ısrar ediyordu ve aramızdaki bilinmezlik bir türlü çözülemiyordu, kabus gibiydi. O gerginlik içinde ne verse kabulümdü ancak görevli görevini en iyi şekilde ifa etmekte kararlıydı. En on ne sorsa evet dedim, bitirdim o tuhaf hali. Ama o diyalogdan sonra bir daha kendime gelemedim. Epeyce süre dizlerim titrek gezdim diyebilirim.
.
.
-Ev sahibimizle tanıştık. 3 çocuklu bir aileymiş onlar. Ve ne tevafuk ki onlar da tümden Yeni Zelanda’ya taşınıyormuş. Çok tatlı ve çok yardımseverlerdi. Evdeki herşeyi tane tane anlattılar bize. Bir de fare olayını sordum; bu evde asla ama asla fare olmadı dedi evin annesi. Çok da iyi anlamıştı gözlerimdeki korkuyu ve endişeyi. Bu konuşma beni çok rahatlattı. İnşallah asla ve asla olmaz bundan sonra da. Bir de söylemeden geçemeyeceğim; evin annesi 3 çocuklu genç bir kadın, benden topluydu düşününce ama hiç de öyle durmuyordu, öyle güzel ve bakımlıydı ki. Kokoş değildi ama asla. nun da kocasının da pırıl pırıl parlıyordu mavi gözleri. Samimilerdi gözlerinden belliydi.
.
.
-Herşeyde oturmuş bir sistem var. Bu yüzden karmaşa ve kaos az. Zaten heryere randevuyla gitmek şart. Polise, hastaneye, okula nereye giderseniz gidin randevu almalısınız daima. Belki süre uzuyor ama gittiğinizde beklemiyorsunuz asla. En azından biz beklemedik hiç daha.
.
.
-NHS denen İngiltere’nin ulusal sağlık sistemi var. Buradan bizi aradılar ve eve gelip ziyaret etmek istiyoruz dediler. Başta ürktük biz. Çocuklarla bağırış çağırış acaba bir problem mi var, maazallah biri şikayet mi etti, Allah biliyor ya Peter’dan bile şüphelendim. Ama geldiklerinde anladık ki bilgi vermekmiş aksine niyetleri. Son derece sıcakkanlı bir kadın görevli elinde bir torba dolusu broşür, kitap, boya kalemleri ile Kerim için gelmiş meğerse. Gelişimi nasıl, bir problem var mı, varsa ne yapılmalı, çocuğa nasıl yaklaşmalı, ne tür durumlarda NHS’ye başvurmalı gibi şeyler anlattı bize. Uyku, tuvalet, kreş gibi sorularımızı son derece ilgili bir biçimde yanıtladı. Ve Selim’in okulunun Nursery denen kreşimsi yerine biz herhangi bir girişimde bulunmadan kaydımız için başvuracaklarını söyledi. Burada 3 yaşından sonra gidebiliyormuş çocuklar devlet kreşlerine ve sıra oluyormuş çok. Şimdiden sıraya girdik, hayırlısı.
.
.
-Eve girerken ayakkabı çıkarılması konusu kabusum oldu benim. Eve gelen görevlileye bile çıkar demek beni düşündürürken eve birini davet etmek ve -ayakkabınızı çıkarın- demek fikri dahi her türlü ayakkabı yıpratıyor beni. Bir gün kapıya doğalgaz görevlisi geldi. Saati okuyacaktı. Rica ettim ayakkabısı için, girmedi, siz okuyup söyleyin dedi. Bir başka gün intenet için geldi biri, bu kez haberliydi gelişi, galoşları hazırlamıştım, ancak görevli elinde galoşla uzun süre cebelleşti. Ben ayakkabımı çıkarayım isterseniz, benim için sorun değil, dedi. Çok mahçup olmuştu, ben daha çok olmuştum tabii.
Evsahiplerimiz geldiğinde de İ. kapıda numune diye bırakmış ayakkabısını. Bir de ne görelim, bizim birşey dememize gerek kalmadan çıkarmışlar ayakkabılarını. Feraset dedikleri böyle birşey sanırım. Anlayış, izan. Başka türlü bir kültüre yaklaşmayı biliyorlar en güzeli.
.
.
-Çok kültürlü olmanın kattıkları çok buraya. Yukarıdaki örnekteki gibi farklı bir kültürü yadırgamaktan çok anlamaya yönelik bir çaba var. Okullardaki sistem, sıradan halkın yaklaşımı hep öyle. NHS’den gelen bayan, inancımızı sorunca şaşırmıştım ben aslında. Ama bunu ayrımcılık için sormuyorlar, bilmek ve doğru yaklaşımda bulunmak için soruyorlar.
Selim’in okulunda yemek tanıtımı oldu. Verilen broşüre baktım, aylık yemek listesinin tüm detayları var. Yemeklerde -helal- ayrımı bile var. Vejeteryan da, diyet olanı da var. Ve gün içinde yiyebileceği en az bir çeşit yemek var. Ve karışıklık olmasın diye yazdığımız bir not var her sabah öğretmenine, ona göre birini görevlendiriyorlar Selim’e.
.
.
-Burada en sevdiğim şeylerden biri: Emlakçı sistemi. Yıllar önce bu  konudan canı yanmış biri olarak bizdeki emlakçı sisteminden nefret etme derecesine gelmiş biriyim ben. Modern zamanların tefeciliği gibi geliyor hatta bazen bana. En basit kiralama olayında dahi bir ev kirası bedeli alan emlakçı bir daha hiçbir şekilde muhatap olmuyor ve ilgilenmiyor kiracıyla. Burada ise tam tersi. Kira bedelinin 1/3 ünü alan emlakçı siz isterseniz sonuna dek sizinle ve evle ilgileniyor. Girerken su, elektrik, doğalaz gibi isim değişikliği işlemlerini onlar yapıyorlar. Belediye gibi çalışan Konsul’e sizin için başvuruyorlar. Hasılı siz oradan oraya koşturup bin türlü formalite ile uğraşmış olmuyorsunuz ve ödediğiniz bedelin hakkını veriyorlar. Avantadan para kazanmıyorlar, bir emek harcıyorlar ve bu parayı sonuna dek hak ediyorlar.
.
.
-Burada taşınmak kolay. Birincisi yukarıdaki sebepten. İkincisi de; evlerde genellikle beyaz eşya, gömme giysi dolapları, perdeler, avizeler ve ampuller oluyor mesela. Sizin yapacağınız diğerlerini taşımak oluyor ki bu da çok zor değil aslında.
.
.
-Yeni eve taşınmak ile ilgili çok güzel bir sistem var: Boşalttığınız evi temizlemek zorunluluğunuz var. Ya da girdiğiniz evi temiz almak. Hatta bunun için oluşturulmuş özel temizlik birimleri dahi var. Benim annem, bir yerden taşınacağı zaman asla çıktığı evi pis bırakmazmış. Neredeyse eski evde ciddi temizlik yaparmış. Çok önem verirdi buna, anlattıklarından bilirim. Ama herkes aynı yapmadığından bazen içerlerdi. Burada bunun bir kural haline getirilmesi karmaşayı önlüyor işte.
.
.
-Her an bir festival, bir kutlama var. En basit kasabada bile sürekli bir atraksiyon hali var. Misalen bizim oturduğumuz yerde minik bir kanal var, oraya ait Kanal Festivali, Kitap Festivali vardı geçen ay. Bu ay Çocuk Festivali, Aileler için Klasik Müzik Festivali, Cadılar Bayramı Festivali, Ekim Festivali gibi çeşitli aktiviteler var.
.
.
-William Wallace’a verdikleri çok büyük bir kıymet var. Onun adının verildiği binbir çeşit yer var. Okullar, semtler, cafeler, publar, mahalleler vesaireler. Misalen aşağıdaki yer Wallace Köyü. Ve onun bir dönem saklandığı yermiş burası.
.
.
-Glasgow İskoçya’nın en büyük ve sanayi şehri olmasına rağmen trafik yok denecek kadar az. Burada Yavaş Yaşamak da, Yavaş Aile Hareketini uygulamak da mümkün bu bakımdan. Telaş olmuyor genellikle, gerginlik olmuyor. Tabii bizim hücrelerimize nüfuz etmiş gerginliğimizi ve telaşımızı saymazsak.
Şunu da çok iyi anladım bu vesileyle; büyük metropollerde yaşarken yavaşlamaya çalışmak çok büyük çaba gerektiriyor ama yaşadığınız yer küçükse yavaşlamak ister istemez içinize yerleşiyor. Hem de kolay ve kendiliğinden hayatınıza giriyor.
.
.
-Burada en sevdiğim şeylerden bir diğeri. Şehrin merkezinin dışına çıkıldığında ve House denen müstakil evlerin olduğu mahallere varınca, her sokağın bitimi çıkmazla çıkıyor karşımıza. Yani en fazla 10-15 evden oluşan sokaklara giren de çıkan da belli oluyor. Bu yüzden çocuklar buralarda rahat oynayabiliyor. Zaten gelen araçlar da çok temkinli ve çok yavaş geliyor. 
.
.
Tabii şehrin içinde yaşayınca ve hiç doğaya karışmayınca İskoçya; Glasgow sıradan bir şehirden ibaret olabiliyor. Bunu da hesaba katıyorum. Ama onun dışında son sözüm; İskoçya, Pek Güzel İskoçya!
Allah sonuna dek bu hüsn-ü zan üzerinde, güzel düşünceyle kalmayı nasip etsin bize ve herkese. Sonuna dek iyilerle karşılaştırsın bizi ve herkesi! Sonuna dek İskoç insanları iyidir diyelim inşallah! Sonuna dek güzel anlarımız olsun. Ve güzel anılar biriktirmeye nasip olsun İskoçya ya da her neresiyse. Ve sonuna dek iyilik ve güzellik versin bize, size, herkese AMİN!
Bunlar da ilginizi çekebilir:

Hiç yorum yok: