7 Ağustos 2012 Salı

Melodiğim; Birikmişler…



Her bebek gibi Kerim’in de (bence) birçok yaptığı kaydetmeye değer. Az önce birkaç aydır minik notlar halinde biriktirdiğim hallerini okurken ve bu notları derlemeye niyetlenmişken, keşke daha çok kaydetseymişim dedim çokça içimden. Zira birçoğunu hiç hatırlamadığımı farkettim üzülerek. O yüzden not aldıklarımın çağrıştırdıklarını da unutmadan yazmalıyım derhal. Ne de olsa bu blog onlara ait(ti) ve onlar olmasa Deli Anne olmayacaktı değil mi?
18 ay ve sonrası & 24 ay ve öncesi
Birgün içeriden tık tık sesler geliyordu. Bu sesler -tıngır tıkırt!- diyen bir sesle bitene dek devam etti ve ardından minik sevinç sesi geldi: BA-ŞA-DIM!
Başarmış Kerim, neyi mi? Tarağımı tık tık atıp, en nihayetinde kaloriferin içine atmayı. Ki hala pek sever o pis aralığa malzeme atmayı!
ε
Kesinlikle çok kuvvetli bir taklit yeteneği, müziğe çok bariz bir ilgisi, fazlaca inadı ve asabiyeti, -BATABAM- diye çözemediğimiz kendine has bir kelimesi var. Bir de Iphone aşkı. Şöyle ki;
Birgün çok sevdiği dayısı gelmişti. Dayısından telefonunu aldı her zamanki gibi. Biraz oynadıktan sonra farkettim ki Kerim ortalıkta yok ve en kötüsü de sesi dahi çıkmıyor. Endişeyle evi dolaşmaya başladım. Fakat o da ne? Banyonun ışığı da, kapısı da ardına dek açık. İçimde türlü senaryolarla iki adımlık yolu bence iki saat gibi bir zaman zarfında aldım. Zira biliyordum son zamanlardaki klozet düşkünlüğünü ve onunla hasbihal etme dürtüsünü. Kapıdan içeriye girdiğimde evet tam da o korkuya paralel bir manzara buldum. Kerim klozete dayanmış, derin düşünceler içinde, bir elindeki telefona bakıyor, bir kubura. Sanırım büyük çelişki yaşıyor içinde. Telefonu atmak istiyor besbelli, belki başka alelade bir telefon olsa hiç düşünmeden atacak lakin elindeki Iphone ve kıyamıyor bir türlü. O zaman anladım Iphone’nın, Yüzüklerin Efendisi’ndeki yüzük gibi efsunlu olduğunu, yahut yasak elma kıvamında olduğunu ve eline alanın bu büyüye kendini kaptırdığını.

ε
Çok küçük olduğundan bilindik kelimeler dışında yeni bir kelime söylediğinde haliyle anlaşılmıyor, böylesi bir dönemde işte Kerim. Bir gün bana ısrarla birşey anlatıyor: tüpe, töpe gibi birşeyler zırvalıyor. Ben anlamayınca gidip içeriden bilekliğimi aldı, ki sanırım ulaşabildiği en iyi malzeme buydu, ve bu bilekliği kulağına taktı. Tüp, tüpe dediği şey küpeymiş meğerse!
ε
Birgün oyuncak arabasını aldı ve yanıma geldi. Sessizce çalıştırmamı istedi, ben de ama pili yok, deyince sinirlendi: Of anne, of! deyip arkasını dönüp gitti. (Zaten birşeyin pilinin bitmesi hiç hazzetmediği şeydi)
ε
Elektronik aletlere pek düşkündür Kerim. Hatta oyuncaktan ziyade böylesi şeylere ve iş karıştırmaya meyillidir. Birgün odaya girdiğimde iş üstünde yakaladım kendisini. Nasıl mı, söyleyim: Eline suluğunu almış, bir yandan laptopuma döküyor ve bir yandan da ıslak mendille sözümona siliyor. Bilgisayarım bu güzide (!) temizlikten sonra bir daha kendine gelemedi tabii ki. Üstelik birkaç sene önce de bir başkası Selim’in üstünde tepinmesiyle telef olmuştu iyi mi?
ε

ε
Karla ilk temas.
-Biraz soğuk anne. Anne çok soğuk!
ε
Dinozora binmiş birşeyler anlatıyor bigün. Ben de Selim’in çizgi filmlerinden zihnime kazınmış olan bir repliği tekrarladım ona bakarak: Go Dino! dedim. Yüzü gayet ciddi: I ıh, go dayno yok! dedi. Bir kere daha dediğimi tekrar ettim. Bir kez daha aynı ciddi ifadeyle; ı ıh, go dayno yok! dedi. Ben de -peki- dedim. Yüz kasları gevşedi ve gülümseyerek -tamam- dedi. Anlaşılan beni sindirdiği için çok pek keyiflendi zibidi!
ε
Birgün yanıma geldi koşarak:
-anne çok korktum, dedi. Ben de, ay korkma bebeğim, neden korktun, dedim. Dino pozisyonunu aldı; eller ve dirsekler bükülüp aşağı süzüldü, pençeler çıktı ve adımlar ağırlaştı, bir de kükredi: arrgghh, anne bak dino! dedi ve kendiyle kendini korkutarak sözümona benimle dalga geçti.
ε
Birgün sokakta giderken küçük ellerini koca elimle tutmakta zorlandığını sandım ve rahat tutsun diye de parmağımı tutmaya zorladım: ısrarla düzeltmeye çalıştı elimi, olmayınca ekledi: Anne yapma, yapma anne! dedi ve avucumun içine alınca küçük, pamuk elini gülümseyerek yola devam etti.
ε
Selim kısa film izlerdi küçükken. Kerim ise şaşılacak derecede uzun ve daha ileriki yaşlar için hazırlanan filmleri izleyebiliyor: Misalen; Laura’nın Yıldızı’nı pek seviyor ve anlıyormuşcasına tamamını izliyor. Bu sırada da epeyce sessiz oluyor. Ve ne zamanki filme dair bir soru soruyorum, o zaman dili çözülüyor: Annem bak Laula ditti, Annem bak Peppel düttü gibi cümlelerle anlatmaya başlıyor.
ε
Zırvaladığım zamanlar vardır benim. Belki de bebek oyalama niyetiyle zırvaya ulaştıklarım. Misalen Kerim su isterken çok sabırsızlanır. Ben de dikkatini dağıtmanın yolunu ararken dediğim gibi bol bol zırvalarım. Anne, suuu dediğinde de vakit kazanmak için başlarım:
Kerim’in suyu nerdesiiiiin, çık ortayaaaaaa?
Birgün gene bu şekilde Kerim’in suyu nerdesiiiin, demiş ve cümlemi tamamlamak üzere nefes almışken arkadan ince bir ses devamını getirdi: Çık ooo-ta–yaaaa . Evet Kerim’di zırvamı tamamlayanın ta kendisi!
ε
Abisine muhabbeti bambaşkadır Kerim’in. Hem hayranlık duyar ona, hem saygı besler ve hem de derin bir sevgi. Misalen takdir edilmeyi en çok ondan bekler. En çok onu taklit eder. Ondan duyduklarını anında ve duyduğu kadarıyla kendince söyler. Misalen, spaydııı bugüüün gibi abinin akışkan konuşmasından yakayabildiklerini peşisıra sıralar. Misalen, abi bak deyip abiye marifetlerini gösterir.
Birgün eline geçirdiği boş soda şişesini ağzına doğru dikine tuttu. Abi bak, şaku (şarkı) deyip başladı: Sanırım şişeyi mikrofon yapmış ve göstere göstere şarkıya başlamıştı. -Annneeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee- diye uzattıkça uzatıyor ve bu sırada gözleri de giderek açılıyordu. Aniden kesti bağırmayı. Gözleri normale döndü ve bitirdi: Ba-şa-dım! Şarkının hepi topu buydu.
 ε
Bir de kendince şarkıları vardır: -pep-pe pepe üzüloooooor…
ε
 Mutfakta bulaşık makinasından çıkan bulaşıkları diziyorum birgün. Zaten sevmediğim bu eylem Kerim’in ayaklarıma dolanması, bulaşıklara dadanması vesaire ile iyice sevimsiz bir hal alır genellikle. Bulaşıkları dizerken bir ara fazlaca ses çıktı. Ve içerden koşa koşa geldi Kerim. Ben de ayak bağı olacak diye azarlamaya giriştim ki bir de ne göreyim: meğerse bir kaza olduğunu düşünerek yanıma gelmiş, anne iyisin? diye soruyor ve iyi olup olmadığıma bakıyormuş. :(
ε
ε
Yumurcak Tv’de iki kedinin olduğu bir kısa çizgi film vardı. Şarkıları da tatlı ve dile dolanırdı. Bir gün farkında olmadan şarkılarını söylüyordum:
Miyav mav, miyav mav! La-la la la-la!
Döndü bana Kerim. Ciddiydi yüzü. -I ıh miyav yok, dedi. Ben gene tekrar ettim söylediklerimi. O gene aynı ciddiyetle -I ıh miyav yok, dedi. Ben gene tekrar edince, I ıh miyav yok, at-tık bitti! dedi. Ama öyle bir kesinlikle söylemişti ki anında kestim inatla söylemeyi. Sanırım ebeveynin çocuğunun direncini kırmak için kesinlik içinde birşeyi anlatması, hayır demesi böyle birşeydi. Ben Deli Anne 2 yaşına bile basmamış bir bebeden öğreniyordum bu gerçeği! Ve dahası 2 yaşını henüz doldurmamış bir bebek tarafından terbiye ediliyordum iyi mi?
ε
Bir de dönmeyen diliyle beni düzeltmesi vardır ki evlere şenliktir. Misalen: a-a-ba der kendisi ama biz a-a-ba deyince düzeltmeye uğraşır bizi. A-a-ba diil a-a-ba, ve ne zamanki biz araba deriz, keser düzeltmeyi. Caillou için de aynı şey geçerlidir. Kailuy diiii, Kayyu demek gerekir!
Bunlar da ilginizi çekebilir:

Hiç yorum yok: