Edinburgh:
Güzel İskoçya’nın güzel başkenti. Edinburgh: İskoçya’nın Glasgow’dan
sonra ikinci büyük şehri. Edinburgh: Dünyanın en güzel ve insan üzerinde
en çok iz bırakan kentlerinden biri. Edinburgh: Kültür şehri.
Edinburgh: Çok elit ve kesinlikle çok nezih. Edinburgh: Festivaller şehri.
Yaz süresince festivallerden biri başlıyor, biri bitiyor nitekim.
Misalen; iç geçirerek kaçırdığım Blues ve Jazz Festivali, Film
Festivali, Kitap Festivali, Sanat Festivali ve daha niceleri. Edinburgh:
Yazarlar şehri. Misalen; J.K. Rowling burada bir kafede yazmış Harry
Potter ve Felsefe Taşı’nı. Edinburgh: Elif Şafak’ın deyimiyle, yazarlarını seven şehir.
Edinburgh: Yönetmenlerin favorisi. Misalen Trainspotting, The Da Vinci
Code, Jude, The Illusionist, Harry Potter, One Day ve daha nice film
burada çekilmiş. Edinburgh: Fantastik hikayelerin ilham kaynağı. Misalen
Dr. Jekyll & Mr. Hide, Harry Potter, Alice Harikalar Diyarı’nda
kitapları gibi. Edinburgh: Unesco Dünya Mirası’nda. Edinburgh: Edepli
şehir. Edinburgh: Yerel halkın deyimiyle Edinbıra! Ve Edinburgh; bize
hepi topu 40 dakika uzaklıkta.
Bunların
çoğu gitmeden bildiklerimdi. Benim ilk izlenimim bir gece vakti
olduğundan pek de sağlıklı değildi. İkinci gidişim ise mükemmeldi.
Festivaller şehri Edinburgh, festival mevsiminin zirvesindeyken ağırladı
bizi. Güneşliydi hava, pırıl pırıl ve harika. Güneşin çok yakıştığı bu
ülkede az bulunur güneşle güne başlamak, güneşin ve sokak festivali
Fringe’in parıldattığı sokaklarda dolaşmak, iki çocukla yıllardır uzak
kaldığım festivallerden sonra böylesi bir anın, mekanın ve açık şovların
tam kalbine kondurulmak kesinlikle harika hissettirdi. Ve muhtemeldir
ki bu olguların tümünün bileşkesi, bu güzide şehri kat be katıyla
sevmemizde en büyük etkendi.
Sokaklar
temiz ve kesinlikle çok nezihti. Her yer çok ama çok şendi, her yer
ziyadesiyle şenlikliydi. Bu şenliğin en büyük sebeplerinden biri,
dediğim gibi Fringe Festival’in sadece yayalara açık olan High Street
sokağına serpiştirilmesiydi ve orada sadece seyirci olmak dahi
kesinlikle çok keyifliydi. Hele ki gençlerin gereksiz çekincelerden uzak
ama edeple yaptığı gösteriler ve yaydıkları muazzam enerji şahsen bana
ve yılmış bünyeme pek iyi geldi. Yıllar önce bizzat katıldığım İstanbul
Film Festivallerini, Bienal’leri hatırlattı bu haller, bu yüzden daha
özeldi. Ki ben en çok karma ve içten gelen sanatı severim. Klasik
sanattan ziyade sokak sanatına meylederim, bu yüzden böylesi bir
festival tam bana göreydi. Gene çok şükürler ettim ki; ben haberdar
değilken daha, ‘O’ benim için herşeyi ziyadesiyle denk getirmişti. Benim
için olabilecek en iyi şekliyle vermişti hem de bu güzelliği.
Royal Mile
denen bölgede gezindik daha çok. Adım başı bir gösterinin olduğu pek
kalabalık caddede. Kimi yerde bir ilüzyonist stand-up türü bir gösteri
yapıyor, kimi yerde Santana’vari bir adam sahne alıyor, kimi yerde
Macbeth oyuncuları oyunlarından küçük bir gösteri sunuyor, kimi yerde
harika müzikallerin, operaların ve tiyatroların tanıtımı yapılıyor, her
adımda sokak sanatçıları yer alıyor, kimi yerde tek tekerlekli bisiklet
şovu, kimi yerde akordiyon şovu göz dolduruyor, kimi yerde Victorian
giysili kızlar, kimi yerde kostüm partisindeymiş gibi cadılar, kedi
kızlar dolanıyor hasılı her an ve her yerde bambaşka bir sanat türü icra
ediliyordu. Renkliydi ortam, çok çekiciydi ve şehrin bu hali insanın
bırakıp gitmek istemeyeceği türdendi.
Üstelik
sadece bu cadde değil, bu caddenin dışı da çok renkliydi. Bilindik
Victoria Sokağı çok güzeldi. Her yerde asma çiçekler ve renkli kapılar,
sıcak kafeler ve dükkanlar vardı ve her yer insan seliydi. İşin ilginç
tarafı; ortam insanı yıldırmayan, boğmayan bir kalabalığa sahipti.
Misalen İstanbul’daki gibi, New York’taki gibi insanı canından
bezdirmeyen, üstünüze üstünüze gelen insanları buldozer olup ezmek
istemeyeceğiniz, bilakis yanlarından nazikçe geçtiğiniz türdendi. Ayrıca
Meşhur Edinburgh Kalesi, Edinburgh Şatosu çok ihtişamlı ve heybetliydi.
Henüz göremedik terasını ve içini ne yazık ki. Zaten ilk etapta o
kalabalığa karışmak, serinlikli güneşe doymak, o enerjiyi ucundan da
olsa yakalamak en çok ihtiyaç duyduğum şeydi. Bu yüzden tarihi yerleri
gezmekten ziyade sokakları arşınlamak bana çok daha iyi geldi.
Bir de
insanlar Glasgow’dakinin aksi gibiydi. Genelde bakımlıydı herkes, hatta
kimi kadınlar ve erkekler moda dergilerinden fırlamış gibiydi. Kimi
50′li yılların dergilerinden, kimi 60′lı yılların, kimi 70′li yılların
çiçek kızlarından derlenmiş gibiydi. Kendi modasını yaratan tipleri
izlemek her zamanki gibi benim için pek keyifliydi. Turistler dahi
çoğunlukla düzgün giyimliydi.
Hasılı
Edinburgh güzel şehirdi. Bir kez, bir kez daha gitmek isteyeceğim bir
şehir olarak kalbimde yer etti. Bundan sonraki niyetim, az ötemizden
kalkan hızlı trenle Edinburgh’a kaçmak sıklıkla. Zaten İ. de bu konuda
beni destekledi. Dilerim lafta kalmaz dedikleri.
.
Bizi ilk
karşılayan gösteri. Stand-up şov muydu, yoksa ilüzyon mu tam bilemedim
ama meraklısı pek çoktu bu gösterinin. Tabii herkes şovu izlerken ben
herkesi izledim. En çok da şovda sahneye çıkan herhangi birilerini ve
hikayelerini. Misal; şu karşıdaki çizgili adam hep gülümsüyordu,
herhalde iyi ve müşfik biridir dedim, tam önümde duran kareli gömlekli
sıkı sıkıya tuttuğu çantasını bırakmadı ilk önce, halinden kıyafetinden
birşeyler çıkarmaya meylettim. Üstelik boyuna birşeyler mızıldanan
bebelerimi dinledim, işim şovmenden daha çoktu hasılı.
.
Şovu
ilgiyle izleyen insanlar, çocuklar ve çocuklarım. Bir de iç geçrdiğim
kızıl, harika çocuklar. Bakmaya doyamadığım ama doyunca da bakamadığım.
Acaba dedim içimden gerçekten fotoğrafçılık öğrensem de portre
fotoğrafçısı mı olsam bu sebepten? Sırf bu güzel çocuklara yakinen
bakmak, doyasıya görmek ve görüntülemek için.
.
Evet işte yakın zaman hayalim. 1. Bisiklet kullanmak. 2. Arkaya takılan bu çocuk aparatını almak.
Bu fit mi
fit çiftin fitliğinin sırrı bence bisiklet, üstelik de çocukları ile.
İki çocukları vardı arkadaki bölmede ve pek güzel duruyordu çocuklar
orada. Üstelik o kalabalık gösteriye pek rahat gelip, hem de park
edilmez tabelasının tam dibine park etmek suretiyle katıldılar şova güle
oynaya.
.
İşte
birbirinden farklı performanslardan birkaç enstantane. Festival mi,
karnaval mı bilemedim ama çok keyifliydi. Ne yazık ki herbirini
görüntülemek çok zordu benim için, hele ki küçük kudurgan oğlumla ve çok
kalabalıkta.
.
Ve
huzurlarınızda Fringe Festival’in gönlümdeki biricik şampiyonu. Adını,
sanını bilmiyorum, albümü vardı almak istedim kalmamış, yeni Evgeny
Grinko mu desem, yoksa Yann Tiersen mi bilmem ama fethetti kalbimi her
haliyle. Yazacağım bu konuda, kamera görüntülerini de ekleyeceğim
inşallah.
.
High
Street boyunca karşımıza çıkan dükkanlar, meşhur İskoç ekoseleri, Kilt
denen yerel erkek giysisi, meşhur İskoç bisküvileri: Walkers, Gayda
çalan İskoç erkeği vesaire.
Royal Mile, High Street, Fringe Festival ve sokaklara ve insanlara devam… En altta tarihi St Giles Cathedral.
.
Gene aynı
cadde üzerinde bulunan geçitler ve ara sokaklar. Bilhassa ilk sağdaki
sanki çağırıyordu beni, çok istedim içine girip kaybolmayı lakin ne
mümkün ne iki çocukla böylesi atraksiyonlar yapmak, maceraya atılmak.
Üstelik canım İ., bebek arabasını da almamışken bu gezinti sırasında. Ve
Selim ve Kerim patlıyorken yorgunluktan ve mızmızlıktan.
.
Edinburgh
Kalesi’ne inen yollar, Görkemli ve heybetli ve bence ürpertici Edinburgh
Kalesi. Bir de diyeceğim o ki; ben İngiliz ve İskoç gençlerinin
giyimini pek sevdim. Kendilerine has; hem düzgün ve hem de dağınıklar.
Pejmürde değil son derece nezih, tertipli ve kibarlar. Ve nasıl bilmem
ikisini bu tezatı pek güzzel ve itici olmadan harmanlıyorlar.
.
Edinburgh
Festival Centre ve meraklı biz. Buraya girip işlerden haberdar olmasak,
en azından bir broşür almasak olmazdı değil mi? Yol boyunca TATTOO diye
birşeyi ve bu şeyi bekleyen kuyruk olmuş sıra sıra insanlar gördük, en
büyük merakımız da bunun ne olduğunu öğrenmekti. Tattoo Edinburgh Castle
içinde yapılan son derece görkemli ve gösterişli bir konsermiş. İskoç
tarihinde yer alan bir tür askeri gösteriymiş anladığım kadarıyla. Ve bu
gösteriye rağbet inanılmaz bir derecede imiş. İskoçlar tarihlerine çok
düşkün olduklarından bu gösteri için her yıl, her yerden buraya akın
ederlermiş.
.Edinburgh Castle ve şatoyu çevreleyen sokaklar, boy boy bilboardlar…
.
Ve Instagram ile derlediklerim …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder