O bana Festival Hatırası. O bana Edinburgh Yadigarı. O yeni Evgeny’im Grinko’m.
O sokakların Yann Tiersen’i. O çok kendine has biri, ki ben çok severim
kendine has olan, prototip olmaktan uzak olan herkesi. O, evet öğrendim
adını sanını: Marc Reydams bu adamın adı!
Önceki hafta Edinburgh’ta Fringe Festival’de rastladım ona.
Akordiyon çalıyordu canla başla. Sadece ben değil evimizin tüm fertleri
benim gibi onun çekim alanına girdi. Etrafı çok kalabalık değildi,
lakin onu bulanlar bir türlü bırakamıyordu bu tatlı müziği ve bu müziğin
o adama kattığı keskin cazibeyi.
Evet
akordiyon çalıyordu ama öyle sıradan değildi. Dedim ya canla başla.
Herşeyini akıtıyordu akordiyona adeta ve bu öyle güzel yapıyordu ki
kendisini, öyle değişik haller katıyordu ki ona. Çaldıkça başkalaşıyordu
hali, çaldıkça çekiminde döndürüyordu bizi. Üstelik serin Edinburgh
güneşi vurmuşken sokağa ve ona, zaten uzun cisminin ikindi güneşiyle
daha da uzamış gölgesi düşmüşken taş kaldırımlara, o eşlik ediyordu
herşeyiyle akordiyona. Bir yandan ayak adımları, bir yandan sadece
-hah!- diyerek kattığı nidası ile ama yüzüyle de yaşıyordu çaldıklarını.
Gitmek istemedim yanından ve dahi yorgun ve ağlak Selim, ve dahi mızmız
ve huysuz Kerim de gitmek istemedi. Verilmiş bir söz üstüne gitmek
gerekliydi, kaldı ki çocuklar dediğin şimdi gitmeyelim der ve bir saniye
içinde eve gidelim diye de ortalığı birbirine katabilir, çılgınca
feveran edebilirdi. Gittik. Ruhum asılı kalmışken efsunlu ikindi
güneşinin altında kalbiyle çalan bu adamın müziğine ve endamına,
ayaklarım geri geri giderek, gözüm arkada kalarak, içim giderek veda
ettim ona ve Edinburgh’a.
Albümü
vardı, gittik baktık Selim’le sandığına, kalmamıştı. Araya girip parçayı
bölüp de soramadık üstelik, ismini bilememiştim, sadece Belçikalı bir
sokak müzisyeni olduğunu öğrenmiştim. Ama ümitsiz değildim, bu adam
çıkacaktı karşıma illa. Zira internet denen şeyle küçülmememiş miydi
zaten dünya, bulacaktım onu, bulacaktım illa.
Buldum.
Daha doğrusu canım yarim İ. buldu. İ. nin büyük sürpriz yaparak hatta
yetmedi Kuzu Kapama şantajı (!) yaparak bana gönderdiği videoları ile
çıkarıldı karşıma. Bu noktadan sonra saadetimi ne söz sorun ne ben
anlatayım daha. Çocuklar mızmızlanmış mı, saç baş yolunmuş mu, Selim
Kerim’e vurmuş, Kerim Selim’e uçmuş mu, aldırmadım, koyverdim kendimi
mutluluğun kollarına. Zaten müziği duyan çocuklar da duruldu ardından.
Ve Selim’in parıldadı gözleri; anne bizim adamın müziği bu, dedi.
Öyleydi, çalan bizim adamımızın ta kendisiydi!
Buyrun; fotoğraflar, amatör kamera görüntüleri ile Marc Reydams huzurlarınızda!
.
Hali bile
sevdiriyor kendini değil mi? Bir mütevazilik var çünkü adımlarında,
halinde ve edasında. Giydikleri, duruşu, bakışı farklı. Çünkü o da
besbelli gönül adamı. Aslen Belçikalı bir mühendis ama vurmuş kendini
yollara, sokaklara ve göçebe hayata. Hemen her yerde çalmış akordiyonla.
Yeni Zelanda, Avrupa…
Bu benim video kaydım. Youtube’a download ettim. Ne yazık ki tastamam değil video. Malum eteğinde iki erkek çocukla dolanan perişan bir anneyim. Ve her zaman acele etmeliyim:(
.
Burada yorgun sanki ve biraz da yılgın. Görev gibi çalıyor çünkü, bizim onu gördüğümüz gibi değil. Ama parça hala çok güzel.
.
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder