13 Ağustos 2012 Pazartesi

Bir Çamaşır Hikayesi ve Mutluluğun Resmi



Henüz İskoçya’da evsiz olduğumuz zamanlardı. Kiralamak üzere evlere bakıyorduk. İlk ve tek baktığımız eve yani bizim eve gelmiştik. Hava güneşli ve pırıl pırıldı. Gezerken bahçeye çıktım ve etrafa göz gezdirirken yan bahçede arzı endam eden onunla karşılaştım. Güneşle şeffaflaşan, rüzgarla ince ince savrulan beyaz çamaşırların asılı olduğu o güzel çamaşırlık.! Yeşil çimenlerin üstüne kurulmuş, duruyor cümle endamı ve edası ile bir güzel çamaşırlık! Sevdalısı oldum gördüğüm ilk andan beri. Hemen fotoğraflarını çekmeye koyuldum. Sanırsınız eve değil sırf ona bakmaktı amacım. Muhtemeldir ki, böylesi zırvalar yüzünden evde bulaşık makinası olmadığının farkına varmadım.
Evi tuttuk. Çamaşırlık gözümün önündeydi artık. Hatta sırf o değil, gördüğüm hemen her bahçede duruyordu aynısı. Ben de istiyordum; aşkla ve ısrarla! İ. ye sordum; nereden bulabiliriz acaba? Aldırmadı ve beni buz gibi karşıladı. Bu çamaşırlığın bendeki etkisini; dile dökemediğim ama zihnimde çağrıştırdığı binbir hikayeyi bilmesi beklediğim şey değildi tabii ama gene de burkuldu içim. O derhal mantıklı açıklamalara girişti; bu bize olmaz, burada güneş mi var, hep yağmur zaten, hem onu bahçeye dikmek gerek, beton dökmek gerek, ayrıca asacak kadar çamaşırımız mı (eşyalarımız gelmediğinden) ve daha neler neler. Yılmadım, isteklerimle tacize devam ettim ve tabii araştırmalarıma da. Buldum sonunda market kataloglarında. Ama İ. yi ikna edemedim almaya. Neredeyse pes etmeye yeltendim. Ama tam da pes etmedim, boyuna Peter’ın bahçesindeki çamaşırlığı inceledim, nasıl dikmişler, vida, sondaj var mı, beton mu dökmüşler vesaire çözmeye niyetlendim lakin bir sonuç alamadım. Derken güzel Allah’ım mahzun bırakmadı beni ve gene bir market katalogunda dikmek için gerekli bir aparat olduğunu gösterdi. Heyecanla İ. ye koştum. O gene duygusal alışveriş merakıma göndermeler yaptı ve mantıksal açıklamalarını sıraladı, olmadı alet edevat gerek, yapamayız vesaire dedi.  Gene pes etmedim, taarruzlarıma devam ettim. Ve o her seferinde geri püskürtmeyi başardı beni. Yılmadım, hiç hatta. Biliyordum zira, İ. istese dağları delerdi, öyle biridir birşeyi istemeye görsün ne yapar eder bir çözüm bulur nitekim. Ben de son kozlarımı oynadım. Her çamaşırda söylendim ve en nihayetinde eşyalarımız gelmediği için hepi topu üç beş parça olan çamaşırları yıkamayarak protesto çektim. Ve, ve İ. pes etti.
Gitti, aldı, getirdi. Bir akşam indi bahçeye, çamaşırlığın kazığını iki üç kez yere vurmak suretiyle çaktı ve dikti çamaşırlığı. Hepi topu bu kadarmış meğerse. Mutluyum bu noktadan sonra elbette. Ve sabahı bekleyecektim heyecanla, keyifle.
Sabah kalktığımda büyük bir seremoniye hazırlanır gibi heyecanlıydım. Çocukları yedirdim, giydirdim, tuvalet fasılları vesaire bitince işe koyuldum. Zira bu seremoni bölünsün istemiyordum. Önce asılacak nezih çamaşırlar bulmalıydım. Beyaz ya da beyaza yakın olmalıydı elbette. Ki güneş değince şeffaflaşsın iyice. Elde pek de çamaşır olmayınca çarşafları topladım ve yıkamaya bıraktım. Bu sırada tüm evi de temizledim. Ki ev temizse, akça pakça ise her yer ve düzgünse daha iyi hissederim kendimi, yoksa bölünür sevincim, kendimi yerim. Bu sırada hava son derece temiz ve berraktı. Güneş kesintisiz ve gökyüzü apaçıktı. Çocuklar bahçede şen şakrak ama sıklıkla kavgayla oynuyordu. Önemli değildi, hem de hiç önemli değildi, çamaşırlığım vardı.
Çamaşırlar yıkandı. Ve ben çok mühim, çok maharet isteyen harikulade, olağanüstü, fevkalade bir sanatı icra eder gibi ve dahası sanatının yüceliğinden çok emin biri gibi biraz da itici bir şekilde sepeti kolumun altına aldım ve bahçeye yollandım. Serin bir rüzgar vardı ve rüzgarla ağaçların yaprakları tatlı bir melodiyle hışırdıyordu. Yan bahçedeki komşunun kuş evine ve ağaca kümelenmiş kuşlar cıvıl cıvıl cıvıldıyordu. Hasılı müziğin alası da vardı. Gökyüzü maviydi alabildiğine, berraktı ve herşey tastamamdı. Seremoni beklediğimden de harikaydı.
Asmaya başladım çamaşırlarımı, çocuklar oyunlarını ve kavgalarını bırakıp eteklerime dolandı. Onlar da heyecanlıydı. Ama doğrusu bunu pek hissedemiyordum, hissettiğim tek şey o anın hazzıyla gerçek dünyadan koptuğumdu. Çok eminim ki o sırada bilinen boyutlardan çıkmış, bilmem kaçıncı boyutta geziniyordum. Sanırım yüzümde de alık bir gülüş vardı. Bunu da Peter’la karşılaştığımda ve bana garipçe gülümsediğinde anladım. Çok üstünde durmadım ama işime baktım. Özenerek, binbir itinayla ama çok da heyecanla çamaşırları asmayı tamamladım. Ve seyre koyuldum.
Enfesti! Güneş ışınları tam düşündüğüm gibi çamaşırların içinden geçerek onları inceleştiriyor ve şeffaflaştırıyordu. Daha ince çamaşırlar olsa daha iyi olurdu ama elden gelen bu kadardı ve bu bile benim harikaydı. Üstelik rüzgarı eksik olmayan bu şehirde her zamanki gibi serin bir rüzgar da vardı ve çamaşırları havalandırarak onlarla keyifli oyunlar oynuyordu. Bu sırada benim de zihnim bana oyunlar oynuyordu. Çocukluğuma dair geriye dönük çağrışımlar zihnimde yanıp yanıp sönüyordu. Az bulunur bir ferahlık içimi kaplıyordu. Süzülen, birşeylerin içinden yarım yamalak geçen ışıkların delisi olan bünyem hazdan çıldırıyordu. Ama hem de geçmişe dönen yanım hüzünleniyordu. Ve sanırım bu anla benim geçtiğim boyutta zaman kavramı kalmıyordu. Geçmişe dönememenin sıkıntısı ve acısı takip edemediğim bir noktadan sonra kayboluyor, zaman mekan kavramı ortadan kalkıyor, ben boyutlar ötesinde geziniyor ve iyi hissediyordum.
Biliyordum, mesele saf çamaşırlık meselesi değildi. Duygu arıyordum, hisler, hislenmeler ve gerçekten bunu yaşıyordum. Kelimeleri olmayan, hele cümleleri asla, hisler vardı sadece içimde. Çocukluğum, tellere asılan çamaşırlarımız, değen güneş ışığı ile rengi daha da açılan berrak çamaşırlarımız, rüzgar, sırıklar, annem, geri gelmeyen çocukluğum, ailem, dam, çok manidar ve yadigar baba evi, artık asli yerinde olan babam, her biri bir başka hayatın içinde olan kardeşlerim, herşey bu çamaşırlıkta sallanıyordu. İşin ilginç tarafı hüzün değildi yaşadığım, mutluydum. Çünkü o anın tam içindeydim, o zamanda, kayıp bir zaman değildi içinde olduğum, geçmiş değildi, içindeydim işte o zamanların.
Seyrine doyamadım bu çamaşırların. Bol bol da fotoğrafını çektim. Ve ilkini İ. ye gönderdim: Sana mutluluğun resmini yapıyorum Abidin*, diye:) Buyrun dileyen ortak olsun deli sevincime:
 *Birçoğumuzun bildiği gibi; Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin, cümlesi Nazım Hikmet’in Saman Sarısı adlı şiirinde yazdığı mısradır ne denilene göre ressam Abidin Dino’ya yazılmıştır.

Hiç yorum yok: