19 Ağustos 2012 Pazar

Hüzünlü ve Mutlu Son



Küçüktüm, küçücüktüm. Yaz mevsimindeydi Ramazan. Kardeşlerimle çoğumuz çocuktuk. Diyarbakır’daydık. Sıcaktı, çok sıcaktı. Çocuk olmanın verdiği aldırmazlıkla herkesi kırıp geçiren sıcak elbette bana komazdı. Hem aylardan Ramazandı. Bu, çocukluğumda en sevdiğim aydı. Zira bu ayda her yer kalabalık, her yer şen ve her yer o zamanlar sık duyumsadığım korkulardan uzak olmaktı. İnsanlar çoğunlukla sahura dek uyumazdı, mahalle kalabalık ve herkes, her yer sanki her dem ayaktaydı. O çok sevdiğim evlerin ışıkları ne zaman baksam yanardı. Bu da içimi sımsıcacık yapardı. Ve hele ki sahurların lezzeti bambaşkaydı.
Sahura ilkin annem kalkardı. Mütevazi bir sofra hazırlar, herkesi tek tek uyandırırdı. Büyük abim pek kalkmaya yanaşmaz ama annem ısrarla onu da kaldırmaya uğraşırdı. Küçük abimse tam aksine keyifle uyanırdı. Ve o uyandı mı evde şenlik başlardı. Şenlikli ve çok şakacıydı, annemin yardımcısıydı, öyle ki bazen sahuru o bile hazırlardı. Ablamlar vardı ve ben! Beni sahura uyandırma konusunda neden bilmem kimse ciddiye almazdı, bazen kendiliğimden kalkardım, bazen sonuna, bazen başına yetişirdim. Sonuna yetiştim mi berbat hissederdim, öyle ki keşke hiç kalkmasam derdim, başına yetiştiğimdeyse harika hissederdim. Ama daha da harika olanı; dünyada en sevdiğim seslerden biri olan, sahura henüz kalkmış ve hazırlığa girişmiş annemin çıkardığı tabak, çanak sesleri ile uyanmaktı. Bu, henüz çok başında uyandığımın ve o gün sahuru kaçırmayacağımın işaretiydi ve o sevinç bambaşka yapıyordu içimi.
Bir de iftarlarımız vardı. Gerçek bir seremoni olan iftarlarımız. Yaz akşamlarının favorisi olan dama çıkardık. Ve iftar mutlaka damda yapılırdı. Öncesinde kova kova su taşıdığımız dam bir güzel yıkanırdı. Hava öyle sıcaktı ki, ilk su neredeyse betona indiği an coslayarak buharlaşır ve sıcak bir hava dalgası yayılırdı. Yetmezdi birkaç kez daha sulardık. Ta ki serinlesin zemin. Ardından kilimler serilirdi ve yemekler taşınırdı. Diyarbakır’ın lezzetli domateslerinden, biberlerinden yemekler yapılırdı. Kızartma favorimizdi. Ve buram buram kokan salatalıklardan yapılmış cacık illa ki vardı. Yahut annemin kıymetli ve lezzetli karnıyarığı, patlıcan oturtması, yahut dolması ya da meftune dediğimiz bir başka hatırası. Ezanla birlikte herkes suya abanırdı, öyle ki yermekler çok sonraya kalırdı. Ve ardından annem pür telaş camiiye koşardı. Ve tabii beni de yanına alırdı. Camii arkadaşlarının çocukları, yani arkadaşlarım vardı ve bu da benim için bir başka eğlence aracıydı. Diyarbakır’ın meşhur Hz. Süleyman Camii’sine giderdik ve kadınlar namaza durmuşken biz başta onlara eşlik eder, uzun süren teravihe ara verip arka merdivenlere giderdik. Karanlık, taş merdivenlere oturur sohbetler ederdik, bazen de muzır birinden korku hikayeleri dinler, tir tir titrerdik. Ama her ne olursa olsun her gece teravihe giderdik.
Güzeldi Ramazan o zamanlar. Henüz kimsenin evden ayrılmadığı kalabalık sofraların geçtiği ramazanlar çok özeldi. Ne zamanki evden gidenler oldu, Ramazan o büyüsünü kaybetti evdeki huzur da çekti gitti. Derken şehirleşme ile gelen ayrık ve soğuk Ramazanlar başladı. Hele ki İstanbul’da tümden kaybettim Ramazan tadını. Derken ne ilginçtir ki, St. Petersburg’da uzun upuzun günlerde, hepi topu 3 kişilik ailemle geçirdiğim Ramazan’ı çok sevdim ve o eski huzura benzer birşeyler hissettim. Sonra İstanbul’da gene kaybettim. Ve gene ne ilginçtir ki, gene kutba yaklaştım, bu kez İskoçya’ya adım attım ve gene uzun upuzun günlerde bu kez 4 kişilik ailemle geçirdiğim Ramazan’dan gene büyük bir haz aldım.
Evimize bunca karmaşa içinde bir düzen geldi. Eşyalarımızın yoksunluğuna rağmen herşey çok güzeldi. Evet bazen çocuklar tam iftar saatinde delirtti, uykuları şaştı kendileri de delirdi ama herşeye rağmen Ramazan’ın o özel huzuru ve hazzı, bereketi ve rahmeti vardı. Ve bence bu bize yansıdı.
Şimdi bitti Ramazan. Ardında bıraktığı bin türlü anıyla bitti. Blog vesilesiyle tanıştığımız dostlarımız oldu. Onlarla hemen her hafta iftar sofralarında buluştuk. Selim ilk kez yarım gün oruç tuttu. İlk günler Kerim iftarda uyurken Selim uyanıktı ve bizimle sakin sofralarda oturmanın hazzını yaşadı. Ve tek başına bizimle olmanın verdiği keyif yüzünden okunuyordu. Zaten bülbüller gibi boyuna şakıyordu. Ramazan boyunca İskoçya hiç olmadığı kadar ısındı. Bahçemizde vakit geçirdik. Kahvesiz gün geçirmeyi tecrübe ettim. Ve uzun gündüzlerde oruçluyken gezmeyi. Hoş, biz bu konuda Petersburg’dan deneyimliydik. Hem zaten onca güneş varken buralarda gezmemek mümkün değildi.
Ve şimdi hüzünlü ve mutlu sona ulaştık. Şükürler olsun bayrama kavuşturulduk.
.














Ramazan Bayramımız kutlu olsun. Hayırlara, iyiye ve güzele açılan kapımız her daim açık olsun! Herkes için, hepimiz için.

Hiç yorum yok: