Küçüktüm,
küçücüktüm. Yaz mevsimindeydi Ramazan. Kardeşlerimle çoğumuz çocuktuk.
Diyarbakır’daydık. Sıcaktı, çok sıcaktı. Çocuk olmanın verdiği
aldırmazlıkla herkesi kırıp geçiren sıcak elbette bana komazdı. Hem
aylardan Ramazandı. Bu, çocukluğumda en sevdiğim aydı. Zira bu ayda her
yer kalabalık, her yer şen ve her yer o zamanlar sık duyumsadığım
korkulardan uzak olmaktı. İnsanlar çoğunlukla sahura dek uyumazdı,
mahalle kalabalık ve herkes, her yer sanki her dem ayaktaydı. O çok
sevdiğim evlerin ışıkları ne zaman baksam yanardı. Bu da içimi
sımsıcacık yapardı. Ve hele ki sahurların lezzeti bambaşkaydı.
Sahura
ilkin annem kalkardı. Mütevazi bir sofra hazırlar, herkesi tek tek
uyandırırdı. Büyük abim pek kalkmaya yanaşmaz ama annem ısrarla onu da
kaldırmaya uğraşırdı. Küçük abimse tam aksine keyifle uyanırdı. Ve o
uyandı mı evde şenlik başlardı. Şenlikli ve çok şakacıydı, annemin
yardımcısıydı, öyle ki bazen sahuru o bile hazırlardı. Ablamlar vardı ve
ben! Beni sahura uyandırma konusunda neden bilmem kimse ciddiye
almazdı, bazen kendiliğimden kalkardım, bazen sonuna, bazen başına
yetişirdim. Sonuna yetiştim mi berbat hissederdim, öyle ki keşke hiç
kalkmasam derdim, başına yetiştiğimdeyse harika hissederdim. Ama daha da
harika olanı; dünyada en sevdiğim seslerden biri olan, sahura henüz
kalkmış ve hazırlığa girişmiş annemin çıkardığı tabak, çanak sesleri ile
uyanmaktı. Bu, henüz çok başında uyandığımın ve o gün sahuru
kaçırmayacağımın işaretiydi ve o sevinç bambaşka yapıyordu içimi.
Bir de
iftarlarımız vardı. Gerçek bir seremoni olan iftarlarımız. Yaz
akşamlarının favorisi olan dama çıkardık. Ve iftar mutlaka damda
yapılırdı. Öncesinde kova kova su taşıdığımız dam bir güzel yıkanırdı.
Hava öyle sıcaktı ki, ilk su neredeyse betona indiği an coslayarak
buharlaşır ve sıcak bir hava dalgası yayılırdı. Yetmezdi birkaç kez daha
sulardık. Ta ki serinlesin zemin. Ardından kilimler serilirdi ve
yemekler taşınırdı. Diyarbakır’ın lezzetli domateslerinden,
biberlerinden yemekler yapılırdı. Kızartma favorimizdi. Ve buram buram
kokan salatalıklardan yapılmış cacık illa ki vardı. Yahut annemin
kıymetli ve lezzetli karnıyarığı, patlıcan oturtması, yahut dolması ya
da meftune dediğimiz bir başka hatırası. Ezanla birlikte herkes suya
abanırdı, öyle ki yermekler çok sonraya kalırdı. Ve ardından annem pür
telaş camiiye koşardı. Ve tabii beni de yanına alırdı. Camii
arkadaşlarının çocukları, yani arkadaşlarım vardı ve bu da benim için
bir başka eğlence aracıydı. Diyarbakır’ın meşhur Hz. Süleyman Camii’sine
giderdik ve kadınlar namaza durmuşken biz başta onlara eşlik eder, uzun
süren teravihe ara verip arka merdivenlere giderdik. Karanlık, taş
merdivenlere oturur sohbetler ederdik, bazen de muzır birinden korku
hikayeleri dinler, tir tir titrerdik. Ama her ne olursa olsun her gece
teravihe giderdik.
Güzeldi
Ramazan o zamanlar. Henüz kimsenin evden ayrılmadığı kalabalık
sofraların geçtiği ramazanlar çok özeldi. Ne zamanki evden gidenler
oldu, Ramazan o büyüsünü kaybetti evdeki huzur da çekti gitti. Derken
şehirleşme ile gelen ayrık ve soğuk Ramazanlar başladı. Hele ki
İstanbul’da tümden kaybettim Ramazan tadını. Derken ne ilginçtir ki, St.
Petersburg’da uzun upuzun günlerde, hepi topu 3 kişilik ailemle
geçirdiğim Ramazan’ı çok sevdim ve o eski huzura benzer birşeyler
hissettim. Sonra İstanbul’da gene kaybettim. Ve gene ne ilginçtir ki,
gene kutba yaklaştım, bu kez İskoçya’ya adım attım ve gene uzun upuzun
günlerde bu kez 4 kişilik ailemle geçirdiğim Ramazan’dan gene büyük bir
haz aldım.
Evimize
bunca karmaşa içinde bir düzen geldi. Eşyalarımızın yoksunluğuna rağmen
herşey çok güzeldi. Evet bazen çocuklar tam iftar saatinde delirtti,
uykuları şaştı kendileri de delirdi ama herşeye rağmen Ramazan’ın o özel
huzuru ve hazzı, bereketi ve rahmeti vardı. Ve bence bu bize yansıdı.
Şimdi
bitti Ramazan. Ardında bıraktığı bin türlü anıyla bitti. Blog
vesilesiyle tanıştığımız dostlarımız oldu. Onlarla hemen her hafta iftar
sofralarında buluştuk. Selim ilk kez yarım gün oruç tuttu. İlk günler
Kerim iftarda uyurken Selim uyanıktı ve bizimle sakin sofralarda
oturmanın hazzını yaşadı. Ve tek başına bizimle olmanın verdiği keyif
yüzünden okunuyordu. Zaten bülbüller gibi boyuna şakıyordu. Ramazan
boyunca İskoçya hiç olmadığı kadar ısındı. Bahçemizde vakit geçirdik.
Kahvesiz gün geçirmeyi tecrübe ettim. Ve uzun gündüzlerde oruçluyken
gezmeyi. Hoş, biz bu konuda Petersburg’dan deneyimliydik. Hem zaten onca
güneş varken buralarda gezmemek mümkün değildi.
Ve şimdi hüzünlü ve mutlu sona ulaştık. Şükürler olsun bayrama kavuşturulduk.
.
Ramazan Bayramımız kutlu olsun. Hayırlara, iyiye ve güzele açılan kapımız her daim açık olsun! Herkes için, hepimiz için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder