21 Ağustos 2012 Salı

BilimSelim; Kalanlar



by Deli Anne on 21/08/2012
Epeyce eskilerden kalan; bir türlü sıraya dizemediğim, şekil vereceğim diye beklettiğim güzelim BilimSelim diyalogları. Kaybolmasından korkuyor ve tümden yazıyorum:
2011′den kalanlar:
Naneli çikolata yedikten sonra hissettiği ferahlığı yansıtma hali: Meditasyon pozisyonu alma, iç geçirme ve derin nefesle ekleme -HOH! İŞTE HUZUR BU!-
ε
TRT Çocuk kanalında Sid ile Bilim programında birşeyleri ölçmeyi izledi. Ardından sen olsan neyi ölçmek isterdin, dedim. Verdiği cevap bence mükemmeldi tabii:)
- Seni! Seni öpücükle ölçmek isterdim!
ε
Okuldaki ödevlerden birini cevaplıyoruz. Anne ve babanın sorumlulukları konumuz. Selim sırasıyla anlatıyor:
Babanın sorumlulukları: Mesleğini yerine getirmek, çocuklarına gelince sevgiyle sarılmak, gelince çikolata ve yiyecek getirmek, oyuncak almak ve eşine yardım etmek.
Annenin sorumlulukları: Evi temizlemek, çocuklarına bakmak, bebekleri emzirmek, çocuklarına kızınca çekiştirmemek :( (Bunlardan hangisi ideal anne figüründe yer alır derseniz, hiçbiri derim. Ne berbat değil mi? )
ε
Beni sevmelere doyamadığı zamanlardan:
-Sen benim gül filizimsin anne.
-Evet, gül filizi olabilirim. Ama epeyce dikenli bir gül filizi değil mi? Dikenleri sık sık batan:(
-Yo, sen benim gül fidanımsın hatta güllü lokumumsun! (Gül lokumu Selim’e hamileyken canımın çektiği ilk ve tek şeydi. Ne enteresandır ki gül lokumunu çok sever Selim)
.
2010′dan kalanlar:
Hikaye okuyoruz birgün. Bir farenin hikayesi. Fare sürekli birşeyleri abartıyor ve ben abarttıkça yalan söylediğinden dem vurup, ders vermeye hazırlanırken ekliyor Selim:
-Belki fare bilerek yapmıyordur anne. Çünkü ben de eskiden öyle yapıyordum, bilerek yapmıyordum, mesela banyodayken su yutmadım diyordum ama yutuyordum. Ama şimdi yapmıyorum, anladım ki yalan söylemek oluyor.
ε
Taa oyun ablası zamanından kalanlar:
Ablayla kitap okurken her zamanki gibi sık sık bölüyor okumayı. Çünkü araya girerek devamlı eklemeler, açıklamalar yapmak istiyor. Bir yerinde gene bölüyor okumayı:
-Biliyor musun nasıl karanlık oluyor? Dünyamız dönüyor, dünyamızla birlikte kıtalar da dönüyor. Kıtalar dönünce de güneşi görmediğimiz bir zaman oluyor, işte o zaman karanlık oluyor. Buna da gece deniyor. Sonra dünya dönüyor ve güneşi görüyor. Buna da sabah deniyor.
ε
Ablanın çocukça konuşmasına binaen soruyor:
-Niye öyle kedi gibi konuşuyorsun? (Hani bebeksi kız konuşması vardır ya, bunu en iyi tarif şeklinin bu olduğuna kanaat getiriyorum o an:))
ε
Gene kitap okurken araya giriyor.
Ne bu, reçine mi resimdeki? Bilmem, reçine ne ki diyor abla. Ekliyor Selim:
- Reçine altın para hazine gibi. Şeffaf sarı ve ağaç özü.
ε
Selimiye’deyiz. Basık evimizde. Kerim bebek. 6. kattaki evden sık dışarıya çıkamıyoruz. Mevsim Sonbahar. İkindi vakti. Güneş enfes, hava enfes. Pencereyi açıyor, havayı içine çekiyor boyuna. Ben de sarkmasından korkarak inmesini söylüyorum koltuktan. Tüm gün evde epeyce bunalan Selim inmiyor elbette oradan ve isyan bayrağını çekiyor.
-Gelmek istemiyorum anne, havayı içime çekmek istiyorum. Hem biz neden akşamları çıkıyoruz da (babayı bekliyor çünkü) öğlenleri çıkamıyoruz? Ben şimdi çıkmak istiyorum oysa, havanın bu kokusu varken. (Sahiden hava mis gibi kokuyor, Sonbahar ikindisi, henüz açmış güneş enfes) Hava böyle kokarken de dışarıda olmak istiyorum.
Düşünüyorum, tıpkı benim gibi hissediyor. Hava birden açınca nasıl atmak istiyorum kendimi dışarılara. Ve gene düşünüyorum, çocuk olmak da, bağımlı olmak da zor vesselam.
ε
Koku delisidir Selim. Bebekliğinden beri. Biri güzel koksa peşini bırakmaz, kötü koksa asla yanına yaklaşmaz mesela. Sabun dükkanları favorisidir gene bu sebepten. Bir gün yağmurdan sonra içeriye girmiştik. Çer çöple fazla kaynaştığından ellerini iyi yıkamasını salık vermiştim. İyi bir yıkamadan sonra yüzü asılmış ve şikayetlenerek yanıma geldi:
Bak, elimi öyle çok yıkadım ki dışarısı kokmuyor artık! Oysa elimde yağmur sonrası kokusu vardı.
ε
Aynı şekilde bir başka gün elindeki kokuyu tarifi: Şimdi yağmurdan sonra, gökkuşağından önceki koku gibi bir koku var ellerimde!
ε
Dinozor olmuşken kendini ve detayları çekmiş (pençeler, ayaklar..)
ε
Ne denli aklı başında olsa da neticede Selim de bir çocuk ve arada sapıtması pek tabi. Bir gün mutfakta işlerle haşır neşirken ısrarla belime yumruklar indirdi. Üstelik birgün önce bu konuda bana sözler vermişti. İkazlar fayda etmeyince arada bir olan oldu ve bir rehavet çöktü üstüme. Yumruklara göz yumdum. Zaten yummasam delirip bağıracaktım. Epeyce bir süre sonra niyeyse bıraktı. Ben de işi bitince; -Selim odana git ve düşün bu yaptığını. Dün bir daha birine vurmayacağına dair söz vermiştin oysa az önce gene vurdun!-dedim. İki dakika sonra geldi:
-Ben düşündüm anne…
-Hadi canım, ne düşünmüşsün söyle bakalım! dedim gayet küstahça.
-Düşündüm ki; birine söz verince onu tutmalıyız!
-E benim belim çok ağrıyor, şimdi n’apcaksın bu konuda, dedim ve emindim bu kez işin içinden çıkamayacağına. Oysa Selim gayet kendinden emin ekledi:
-Biliyorum, tabii ki dua edeceğim!
ε
Kardeşinin onu parkta minik minik taklit etmesine, onun gibi kaydırağa binmeye gayret etmesine binaen ekliyor:
-Benimle hayatı öğreniyor, değil mi anne?

Hiç yorum yok: