17 Ağustos 2012 Cuma

Deli Mutluluk Dersleri



Son zamanlarda ya hepten anormalleştim ya eski anormalliklerime büyük bir hızla yenilerini ekledim ya da oldum olası anormaldim de ancak şimdi anormalliğimin derinliğini farkettim. Tüm detayları yazıp kendimi rüsvay etmeceğim, artık bu kadarını da yapmayacağım, hoş belki de yaparım bilmiyorum ama bence – kırk kez söylersen olur- dedikleri gibi -Deli Anne- deyip de Deli lakabını kendi elimle takıp da peşime sahiden delirdim. Bakın aklı başında yanımın, sağduyulu tarafımın elle tutulur tek kalesi; canım Mutluluk Dersleri bile nasıl delirdi:


Deli mutluluğumun ilk alameti; yeni evde belki de yeni bir hevesle geri gelen, coşan ve katlanan temizlik anormalliğim.  Misal özellikle buharlı temizleyici ile (bence her kadının rüyası olmalı bu alet) sildiğim yerlerin kurumaya başlamasını, kururken ki aşamalarını; yarı kuru yarı ıslak zemini yakalamayı görmek son günlerdeki en tatlı mutluluk sebeplerimden biri. Misal; henüz süpürülmüş halıların nizamiliğini ve kabarıklığını sevmek ve bozulmasınlar diye neredeyse üstlerinden geçmemek bir başka delilik alametim ve mutluluk sebebim.


Her zamanki mutluluğum; kahvem! Hele ki ev henüz temizlenmişse, hava güneşli ise ve çocuklar da inmişse bahçeye, temiz ve dertop olmuş evin ilk kahvesini içmek keyfimce mutluluğa ve huzura en güzel sebeptir bence. Bir de müziği açmışsam ve dahası yeni bir ses yahut şarkı bulmuşsam değmeyin keyfime. Hoş, Ramazan vesilesiyle kahvesiz de mutluluğa alıştım ya, neyse! Şükürler, şükürler olsun her türlüsüne!


Deli ve coşkun mutluluğum, daha önce yazdığım gibi basit Bir Çamaşır Hikayesi’nde..
.


Evet gerçekten delirdim. Tıpkı eski günlerdeki gibi hiddetim de, sevgim de kabardı gene İ. ye. Ama sebepsiz değil! Çok zıtlaşıp, çok hırlaşıyoruz, bazen şiddetle kapışıyoruz ama seviyor bu adam beni hala, üstelik ben bile kendimi sevmezken son zamanlarda. Nereden mi anladım, anlatayım: Ansızın karşıma çıkardığı bu gül saksısı (hoş niye sarı aldın diye çemkirdim ama sonradan hatırladım bir ara sarı gülleri severdim), cebren ve hileyle de olsa getirip de diktiği çamaşır askısı ve hele ki arayıp da Marc Reydams’ı benim için bulması, beni düşünmesi ve aklıma gelmeyenleri yapması; misalen radyoya düşkünlüğümü bildiğinden bana radyo ayarlaması, sonra fotoğraf makineme ansızın lens alması, beni dikkate alması, derinden önemsediklerime saygı duyması ve en önemlisi olağanüstü anormalliklerimi olağan karşılaması gerek ve yeter şart değil midir sevmek için? Zaten birini sevmek demek tüm hal ve hareketlerini sevmek değil de, çoğunluk halini sevmek değil midir?
Evet, bugünlerde bir adam sevdim; İ. (Ve sanırım yazmalıyım Hatice’nin dediği gibi)


Deli mutluluğum, kapımı çalan sardunyalarımda. Ve yanlarına kardeş gelen begonyalarımda. Ve her giriş çıkışta onları neredeyse öpüp okşamamda. 



Mutluluk, dört bir yandan ışık alan bu evde, her an her yerde bir başka ışık huzmesine denk getirildiğimi görmekte. Sabah arka tarafa, akşam ön tarafa vuran güneşin ışık oyunlarını seyretmek, onları gördükçe deli gibi iç geçirmek, Üsküdar’daki karanlık evden sonra bu nimetlere kondurulmanın verdiği görmemişlikle her an hayretle ışığa dönmek ve gidip gelip fotoğraflarını çekmek son günlerdeki en deli mutluluğum.


Mutluluk; iftarı beklerken ve dahası iftarı yaparken bu açık ve temiz manzara karşısında olmakta. Dahası an be an ay dönümlerinin takibini yapmakta. Ve binbir şükre boğulmakta!




Mutluluk; günün farklı saatlerinde, aniden, bebelerim sıkıntıdan patlamışken köşelerinde, bir film açmak, leziz sıcak kurabiye ve dondurmayla önlerine çıkmak suretiyle bebelerimi sevindirmekte.


Mutluluk; didişme potansiyeli ile uyanan ve kavgayla güne başlayan bebelerimin, bazı sabahlar da aşkla birbirlerine sarılmalarına tanık olmakta. -Seim, seni çok seviouuum- diyen küçüğe asla ve kat’a kayıtsız kalamayan Selim’in – ben de seni çok seviyorum Kerim- demesi ve daha da şefkatle sarılmaları siliyor gibi tüm kötü izleri sanki.
.


Bir deli mutluluk emaresi daha; evde plansız gelişen retro halleri ve renkleri. Ki ben çok severim Retro kokan herşeyi. Bilhassa 70′li yılların renklerini, desenlerini, cıvıltısını ve yaydığı pozitif enerjiyi. Şimdi bilmeden içine düşürüldüm tüm bu hallerin. Çok, daha çok şükretmeli, benim dışımda gelişen ama benim içimi benden daha iyi bilen ve evet ‘Bana şah damarımdan daha yakın olan’ın bana sunduğu beklenmedik ve cömert hediyeleri için!
.
Deli mutluluğumun ve anormalliğimin en büyük emarelerinden biri; bilinen düzlemde yaşamıyormuş gibi olma halim. Ve sanki bundan sebep normal şeyleri yaşamakta zorlanışım; birçok insan için sıradan olanlara direnişim ve normal şeyleri beceremeyişim. Misalen, İskoçya’nın okyanus kıyısında olan bir kasabasına gittik. Burada da sanki bir film karesindeymiş gibi hissettim. Buğulu bir Avrupa filmi gibiydi sanki gördüklerim. Dalgaları aşmak gibi, Lars Von Trier filmleri gibi, ya da Ken Loach filminin tam içindeydim. Haliyle anneliğim de yarım yamalak, deli ve hülyalı idi. Ama hissiz değildim hiç. Severek izliyordum bu film karesini. Karenin içindeki bu iki çocuk şükürler olsun ki benimdi. Bendim anneleri. Ve mutluydu o an bebelerim!
.



Ve anneleri de mutluydu bu bebelerin. Zira yaz, güneş, kum üçlüsünden oldu olası hazzetmeyen bu anne, şimdi okyanusun serin kıyısında, rahatsız edici ve yakıcı güneşten çok uzakta, kapayıp gözlerini, dinliyordu alemi. Şen çocukların sesine karışan tiz martı seslerini, kıyıya vuran dalgaların enfes sesini, rüzgarın ninnisini, -bazen küçüğün taşı suya isabet ettirmesiyle -ba-şa-dım!- diyen keyifli sesini, martıların sesini duyunca Üsküdar’ı anımsıyorum diyen Selim’in sesini, taşın suya düştüğü andaki -şılop- sesini hepsini huzurla dinlemekteydi. Ve düşünüyordu her zamanki gibi, bir film karesi gibi gördüğü şu hayat, şu okyanus ve serinlik çok güzel şeydi!
.
Mutluluk; serin sahil kasabasında rastladığım bu dükkan ile (ya da çayhane) ve bilhassa bugün çilekli çay günüdür, diyen afiş ile içinde sımsıcak bir hisle dolmaktır. Ve o sıcaklığın üşümüş tüm hücrelerini ısıttığına şahit olmaktır.
.

Mutluluk, hem de pek çok mutluluk; Ejderhanı Nasıl Eğitirsin, filmine ve filmdeki kahraman ejderha; Dişsiz’e tutkuyla bağlı olan ama oyuncağını hiçbir yerde bulamayan büyük çocuğa rast getirildiği oyuncağı almaktır. Mutluluk; çocuğunun çok sevdiği bir şeyi ona sunmak için heyecanlanmaktır. Üstelik kendi adına hiçbirşey ifade etmeyen bu oyuncağı alırken, sanki dünyanın en harikulade elmasını alıyormuş gibi coşmak ve heyecanlanmaktır. (Gerçi o gün sevincim kursağımda kaldı, Kerim pusetinde uyurken hiç bilmediğim biçimde ağzından kan aktığını gördüm, kurumuştu gördüğümde çözemedim, o sırada babasıyla gezmeye çıkan Selim’e oyuncağını verecekken de Selim’in büyük bir kaza geçirdiğini öğrendim. İ. omzunda taşırken indirmeye çalışmış Selim’i ve birden ta o yükseklikten kafa üstü yere çakılmış Selim. Şükürler olsun büyükçe bir şişlikten başka birşey olmadı, Kerim olayı ise hala muamma, iyi düşünmeye zorluyorum kendimi onda da)
.

Mutluluk, trene giden bu harika yolda yolcu olmak ve bu yolda yürürken dünyadan kopmak, adeta havalanmaktır.
.
Mutluluk; meşhur İskoç elmasının bahçemde yetiştiğine şahit olmaktır. Ve bu enfes duyguyla mest olmaktır. Ve düşünmektir mutluluk; iyi ki her zaman elimin altında bulmamışım bu güzellikleri, iyi ki etrafımdaki binlerce İskoç ve İngiliz gibi çocukluğumdan beri içinde olmamışım bu güzelliğin, öyle ki şimdi büyük heyecanla seviyorum herşeyi. Bence ben daha şanslıyım, onlar değil! Zira onlar benimsemişler ve bu olağanüstülüğü olağan görmüşler. Oysa değil, değil! Bu engin gökyüzü, parlak güneş, yemyeşil çayırlar, tertemiz çiçekli sokaklar, serbestlik ve ferahlık, bahçede meyve ağaçları olağan değil! Hem de hiç değil!
.

Mutluluk; adeta efsunlu olduğuna inandığım mahallemizin (ki nereye gidersem gideyim, bunca cezbetmiyor beni) caddelerinde serbestiyle dolaşan çocuklarıma bakmak ve her seferinde iliklerime dek şükürle dolmaktır!
.
Mutluluk; bu tek karede onlarca mutluluk veren düşünce ve hatırayla dolmaktır. Misalen; sahici makaronların tadına bakmak, New York’u anımsamak, kahvenin keyfine doymak ve deri-post ile giyemedğim 70′lerin esintisine her an gözümün önünde olacak şekilde doymaktır.
.

Mutluluk; deli annelik senaryolarında ve hülyalarında boğulmaktır. Misalen, bisikletiyle kendini eğime şu şekilde; düşermişcesine bırakan oyuncu oğluma bakarken, A. brothers olarak yönetmen kardeşler hayalimin, giderek; yönetmen abi, oyuncu kardeş olarak değiştiğine tanık olmaktır. Ve delice saçmalamaktır!
.

Mutluluk, hem de pek çok mutluluk; en son Rusya’da gördüğüm, Taze Kuşüzümü sandığım bu meyveye yeniden kavuşmaktır. Bu şeffaf, delice kırmızı ve estetik meyveye bakarken içimde aşkla dolma, coşmak ve taşmaktır.
.
Mutluluk, delisi olduğum böylesi teneke kutuların cennetinde boğulmaktır. Alıp da bu bisküvi kutusunu, çekerken fotoğrafını özenle, meraklı bir miniğin  uzanan elini yakalamaktır. Ve kutudan çok daha güzel olan elleri, O çekmeden fotoğraflamaya çalışmaktır.
.


Mutluluk, her an, her yerde bu manzaralarla karşılaştırılmaktır. Misalen evden markete giderken bu yollardan geçmek, uzanmış kesintisiz yeşilliklere bakakalmak, o yeşillikleri dolduran her türden çiftlik hayvanını selamlamak ve şehrin karmaşasından uzakta olduğuma bin kez memnun olmaktır. Mutluluk; İskoçya’ya kondurulmaktır. Mutluluk; deli ya da değil, şükürle konuyu kapatmaktır!
Şükürler olsun mutluluğu verene, verip de farkettirene ve farkettirip de şükrettirene! Şükürler olsun her anımıza ve günümüze! Şükürler olsun O’ndan gelene!

Hiç yorum yok: