Selim
yarı ömrü boyunca, yani hepi topu 6,5 yılda 3 ülke değiştirdi ve hepi
topu 3 yılda 4 farklı okula gitti. İkisi berbat, ikisi iyi olmak üzere.
Kimi bizim dışımızda, kimi bizden sebepti bu değişimin. Ve şimdi Türkiye
faslı bitti! Geldik İngiltere’ye. Yine, yeni, yeniden bir okul telaşı
aldı bizi. Ama bu seferki; -şu okul mu olsun yoksa bu mu, özel okul mu
yoksa devlet okulu mu, üstün potansiyelliler sınıfı mı, yoksa düz olanı
mı- kaosundan ziyade dil bilmeme ve kaçıncı sınıfa devam edeceğiyle
ilgiliydi.
Evi
tutarken zaten iyi okulların olduğu bir çevreye yerleşmiştik. Dahası
bölgenin en iyi okuluna da denk getirdi güzel Allah’ım şükürler olsun
ki. Hatta sınıflarında pek yer olmayan, uğruna veliler arasında kızılca
kıyametlerin koptuğu bu okula son hafta, olağanüstü bir şekilde ve
kolayca girmiştik. Hepsi bizden öte, bizden ziyade hatta düşündüğümüzden
çok daha harikulade bir biçimde bizim için hazırlanan kusursuz
mizansendendi ve bence güzel düşünmeye gayret etmenin, ümidi elden
geldiğince sabitlemenin ve engin teslimiyetin semeresiydi. Yükleyip
yükümüzü gemiye, O’na emanet etmenin ve ümitle beklemenin bedeli
yüklerimizin eskisinden alasıyla ve kat be katıyla bize geri dönmesi
gibiydi bu durum sanki. Haliyle sonsuz kere şükre bedeldi.
Okulun baş
öğretmeninin verdiği kararla, bu sene İngiltere sistemine göre ikinci
sınıfa gitmesi gereken Selim’in birinci sınıfa yazılması gerekti.
(Burada 6 yaşlar ilkokula başlıyor çünkü) Bu iyi birşeydi bizim için.
Zira İngilizce’yi sıfırdan öğrenecek, herkes gibi ilk kez oraya
gidecekti, ekstra yabancılık çekmeyecek, dersleri daha serbest, daha
keyifli geçecekti ve bu Selim’i kesinlikle mutlu edecekti. Ki aslolan
mutluluğuydu Selim’in. Lakin iş bu kadar basit değildi. Ya da öyle
miydi, bilmiyorum ki?
Selim
Türkiye’de üstün potansiyelliler için özel eğitim veren bir okula
gitmekteydi, dahası gittiği okul gayet ciddi ve disiplinli bir eğitim
vermişti. 8-9 yaşların analiz, fikir yürütme, çözüm üretme ve bilimsel
problemlerini çözmeye ehildi Selim. Bu benim için asla ve kat’a; ah, vah
benim çocuğum ileri iken gerileyecek derdi değildi. 2 sene sonra dönme
projemiz düşündürüyordu asıl beni. Burada iyice rehavete kapılan Selim
Türkiye’deki sıkı sistemle yeniden karşılaşınca afallayabilirdi. Derdim
buydu benim. Yoksa bir sene ileri, iki sene geri hiç ama hiç derdim
değildi. Bu durum için de kendime şunu telkin etmekteydim: 2 sene çok
ama çok uzun bir süre, şimdiden gelecek günler adına endişelenmek
gereksiz yere kumkumalanmak demek. Hem güzel düşünen güzel görmez miydi
ki? O halde ‘gelecek mizansen’in iyi olacağından endişe etmemeli, gene
elden geleni yaparak teslimiyete çekilmeliydim. Bu düşünceyi zihnimde
döndürüyor ve kalbime mıhlamaya uğraşıyorum şimdi!
Dün
okullar açıldı. Selim onca kötü tecrübeye ve dil bilememe endişesine
rağmen büyük bir heyecanla okula gitti. Okula girerken ansızın onları
alıp dışarıda bıraktılar biz velileri. Biz bir oryantasyon yapar diye
beklemiştik halbuki. Derken çocuklardan biri ağladı ve bende film koptu.
Selim’e bir iki dert anlatma cümleciği tembihleyecekken boğazım
düğümlendi, gözlerim buğulandı diyemedim diyeceklerimi. Üstelik onca
kalabalık arasında ağlayan tek sulugöz ben olunca, hatta bıraksalar
hıçkıra hıçkıra ağlama potansiyelimin farkına varınca kendimi saklamak
uğruna epeyce cebelleşmem gerekti. Allah’tan tam o sırada çok arkadaş
canlısı bir çocuk Selim’le tanışmaya girişti de içim rahat gönderdik
içeri Selim’i.
Kapıda
öğretmeni ile kısa bir sohbet ettik. Kesinlikle endişe etmememizi,
çocukların kolay dil öğrendiklerini hatta Selim gibi hiç İngilizce
bilmeyen Polonyalı bir çocuğun daha sınıfta olduğunu ve bunun ikisi için
de iyi olabileceğinden bahsetti. Ve içimiz yangın yeri gibi, hem kaos
ama hem de zemheri ve Yunkabu‘nun
dediği gibi (o da Florida’da yaşıyor benzer şeyleri) ‘kalbimizi orada
bıraktık’ ve geldik. En acısı; benim pek konuşkan, susturamadığım,
bülbül oğlum kaldı oralarda ‘sağır ve dilsiz gibi’ gene Yunkabu’nun
dediği gibi. Hoş Selim sohbet ve muhabbet için tarzanca bile iletişime
geçebilen biridir ama gene de buruktu içim.
İlk bir ay
sabah 3 saat okula gidecek Selim. Bu yüzden fazlaca endişe etmedik. Ve
çıkış saatine heyecanla gittik. Çocuklar çıkmaya başladı. Yüzlerinde
ebeveynleri arayan endişeli bir ifade vardı. Çinlisi, İskoçu, Hinlisi
çeşitli ırklar vardı. Hepsinin de elinde çizdikleri resimler vardı. Ve
Selim çıktı. Bizi bulmadan önce hafif endişeli ama bulduktan sonra
epeyce keyifli yanımıza geldi. Nasıldı dedik, atladı Selim:
-Yihhuuuuu, okul harika geçti! Çok mutluyum buraya geldiğim için!
Öğretmeni
çizgilerinin harikulade olduğunu söyledi. Selim de öğretmenini pek
sevdiğini. Üstelik resmime bakıp -Good Job!- dediler ve ben anladım
biraz konuşmaları, dedi. Bir de herkes yanıma oturmaya çalıştı, hatta
biraz itiştiler bunun için dedi. Sanırım annemin İ. için sarfettiği;
yıldızı parlak, betimlemesi Selim’e de geçmişti. E, ne de olsa herşeyi
babasına benziyor değil mi? Bir de suluğunu vermeyi unutmuşuz; ona
içerledi. Su içmek istedim ama isteyemedim, İngilizce su demeyi unuttum
dedi de parçaladı içimi.
Buraya
kadar herşey pek iyi, pek güzel gitti şükürler olsun ki. Bundan sonrası
ise düşündürüyor beni. Zira okul servisi ev çok yakın olduğu için hizmet
vermiyor, lakin okula 5 dakikalık mesafe yürümeyle sorun değil ama
sürekli yağan sağanak yağmurda çocuğu ıslatmadan okula yetiştirmek büyük
mesele gibi geliyor. Ben henüz araba kullanamıyorum, kullansam da
sağdan akan trafik, sağ direksiyon iyice aptallaştırıyor beni. Bir de
Selim bugün eve geldi, gece yatmadan inlemeye başladı gene. Büyük
hastalık alametlerinden biri; mide bulantım var dedi dizlerimizi
titretti. Şimdi ümidim, bu bulantının sadece yediklerinden
kaynaklanması. Hasta olmasın inşallah! Eşyalarımız gelmedi, ilaçlarımız
da gelmedi nitekim. Burada doktor işleri de pek aheste ve alengirli.
(Sırası
gelmişken ekleyeyim, merak edenler oluyor: 3 ay oldu eşyalar gelmeyeli,
Ramazan geldi, geçiyor, bayram geliyor, olimpiyatlar bitti, burada
kalacağımız 2 senenin 3 ayını eşyalarımız olmadan geçirdik, demek ki
oluyormuş eşyasız ama böyle habersiz, ansızın eşyasız kalmak güç hele ki
çocuklar varken. Misal ilaçlar, benim önemli tahlil sonuçlarım hep
oralarda. Yanısıra beni benden çok düşünen canım blogdaşlar var, ayrıca
yazarım inşallah! Bu okul postunu daha fazla bulandırmayayım da,
fotoğraflara geçeyim)
Kendini çizmiş burada Selim. Nasıl
anladın öğretmenin neyi çizmeni istediğini, bana kendimi gösterdi bir de
kağıdı anladım dedi:) Detaylarda boğulmuş gene oğlum benim. Çantanın
fermuarlarını bile çizmiş şaşkın:) .
Kendi de
okula gidiyor zanneden Kerim, epeyce süre çantayı taşıdı sırtında. Selim
yürümek istedi yol boyunca. Sonra el ele tutuştular konuşa konuşa.
Selim pek keyifli olduğundan böyle zamanlardaki son derece müşfik ve
sıcak ses tonuyla Kerim’e anlattı durumu. Bak kardeşim, ben okula
gideceğim. Biraz yanında olamayacağım. Ama sonra geleceğim inşallah!
Kerim’se karşı duruyor bu fikre. I ıh ben de okula didiyouumm… Sonra abi
gidince feci derecede bunalıma girdi Kerim. 2012 Mart ayından beri
bilhassa üçümüz yapışık durumda olduğumuzdan bünyesi kaldıramadı bu
hali. Yol boyunca ince ince Selim diye inledi, eve geldi odalarda aynı
şekildeydi, arabaya oturdu Selim’in koltuğuna bakıp sürekli aynı sesle
inledi, içler acısı idi hasılı hali.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder