16 Ağustos 2012 Perşembe

Yine, Yeniden Okula



Selim yarı ömrü boyunca, yani hepi topu 6,5 yılda 3 ülke değiştirdi ve hepi topu 3 yılda 4 farklı okula gitti. İkisi berbat, ikisi iyi olmak üzere. Kimi bizim dışımızda, kimi bizden sebepti bu değişimin. Ve şimdi Türkiye faslı bitti! Geldik İngiltere’ye. Yine, yeni, yeniden bir okul telaşı aldı bizi. Ama bu seferki; -şu okul mu olsun yoksa bu mu, özel okul mu yoksa devlet okulu mu, üstün potansiyelliler sınıfı mı, yoksa düz olanı mı- kaosundan ziyade dil bilmeme ve kaçıncı sınıfa devam edeceğiyle ilgiliydi.
Evi tutarken zaten iyi okulların olduğu bir çevreye yerleşmiştik. Dahası bölgenin en iyi okuluna da denk getirdi güzel Allah’ım şükürler olsun ki. Hatta sınıflarında pek yer olmayan, uğruna veliler arasında kızılca kıyametlerin koptuğu bu okula son hafta, olağanüstü bir şekilde ve kolayca girmiştik. Hepsi bizden öte, bizden ziyade hatta düşündüğümüzden çok daha harikulade bir biçimde bizim için hazırlanan kusursuz mizansendendi ve bence güzel düşünmeye gayret etmenin, ümidi elden geldiğince sabitlemenin ve engin teslimiyetin semeresiydi. Yükleyip yükümüzü gemiye, O’na emanet etmenin ve ümitle beklemenin bedeli yüklerimizin eskisinden alasıyla ve kat be katıyla bize geri dönmesi gibiydi bu durum sanki. Haliyle sonsuz kere şükre bedeldi.
Okulun baş öğretmeninin verdiği kararla, bu sene İngiltere sistemine göre ikinci sınıfa gitmesi gereken Selim’in birinci sınıfa yazılması gerekti. (Burada 6 yaşlar ilkokula başlıyor çünkü) Bu iyi birşeydi bizim için. Zira İngilizce’yi sıfırdan öğrenecek, herkes gibi ilk kez oraya gidecekti, ekstra yabancılık çekmeyecek, dersleri daha serbest, daha keyifli geçecekti ve bu Selim’i kesinlikle mutlu edecekti. Ki aslolan mutluluğuydu Selim’in. Lakin iş bu kadar basit değildi. Ya da öyle miydi, bilmiyorum ki?
Selim Türkiye’de üstün potansiyelliler için özel eğitim veren bir okula gitmekteydi, dahası gittiği okul gayet ciddi ve disiplinli bir eğitim vermişti. 8-9 yaşların analiz, fikir yürütme, çözüm üretme ve bilimsel problemlerini çözmeye ehildi Selim. Bu benim için asla ve kat’a; ah, vah benim çocuğum ileri iken gerileyecek derdi değildi. 2 sene sonra dönme projemiz düşündürüyordu asıl beni. Burada iyice rehavete kapılan Selim Türkiye’deki sıkı sistemle yeniden karşılaşınca afallayabilirdi. Derdim buydu benim. Yoksa bir sene ileri, iki sene geri hiç ama hiç derdim değildi. Bu durum için de kendime şunu telkin etmekteydim: 2 sene çok ama çok uzun bir süre, şimdiden gelecek günler adına endişelenmek gereksiz yere kumkumalanmak demek. Hem güzel düşünen güzel görmez miydi ki? O halde ‘gelecek mizansen’in iyi olacağından endişe etmemeli, gene elden geleni yaparak teslimiyete çekilmeliydim. Bu düşünceyi zihnimde döndürüyor ve kalbime mıhlamaya uğraşıyorum şimdi!
Dün okullar açıldı. Selim onca kötü tecrübeye ve dil bilememe endişesine rağmen büyük bir heyecanla okula gitti. Okula girerken ansızın onları alıp dışarıda bıraktılar biz velileri. Biz bir oryantasyon yapar diye beklemiştik halbuki. Derken çocuklardan biri ağladı ve bende film koptu. Selim’e bir iki dert anlatma cümleciği tembihleyecekken boğazım düğümlendi, gözlerim buğulandı diyemedim diyeceklerimi. Üstelik onca kalabalık arasında ağlayan tek sulugöz ben olunca, hatta bıraksalar hıçkıra hıçkıra ağlama potansiyelimin farkına varınca kendimi saklamak uğruna epeyce cebelleşmem gerekti. Allah’tan tam o sırada çok arkadaş canlısı bir çocuk Selim’le tanışmaya girişti de içim rahat gönderdik içeri Selim’i.
Kapıda öğretmeni ile kısa bir sohbet ettik. Kesinlikle endişe etmememizi, çocukların kolay dil öğrendiklerini hatta Selim gibi hiç İngilizce bilmeyen Polonyalı bir çocuğun daha sınıfta olduğunu ve bunun ikisi için de iyi olabileceğinden bahsetti. Ve içimiz yangın yeri gibi, hem kaos ama hem de zemheri ve Yunkabu‘nun dediği gibi (o da Florida’da yaşıyor benzer şeyleri) ‘kalbimizi orada bıraktık’ ve geldik. En acısı; benim pek konuşkan, susturamadığım, bülbül oğlum kaldı oralarda ‘sağır ve dilsiz gibi’ gene Yunkabu’nun dediği gibi. Hoş Selim sohbet ve muhabbet için tarzanca bile iletişime geçebilen biridir ama gene de buruktu içim.
İlk bir ay sabah 3 saat okula gidecek Selim. Bu yüzden fazlaca endişe etmedik. Ve çıkış saatine heyecanla gittik. Çocuklar çıkmaya başladı. Yüzlerinde ebeveynleri arayan endişeli bir ifade vardı. Çinlisi, İskoçu, Hinlisi çeşitli ırklar vardı. Hepsinin de elinde çizdikleri resimler vardı. Ve Selim çıktı. Bizi bulmadan önce hafif endişeli ama bulduktan sonra epeyce keyifli yanımıza geldi. Nasıldı dedik, atladı Selim:
-Yihhuuuuu, okul harika geçti! Çok mutluyum buraya geldiğim için!
Öğretmeni çizgilerinin harikulade olduğunu söyledi. Selim de öğretmenini pek sevdiğini. Üstelik resmime bakıp -Good Job!- dediler ve ben anladım biraz konuşmaları, dedi. Bir de herkes yanıma oturmaya çalıştı, hatta biraz itiştiler bunun için dedi. Sanırım annemin İ. için sarfettiği; yıldızı parlak, betimlemesi Selim’e de geçmişti. E, ne de olsa herşeyi babasına benziyor değil mi? Bir de suluğunu vermeyi unutmuşuz; ona içerledi. Su içmek istedim ama isteyemedim, İngilizce su demeyi unuttum dedi de parçaladı içimi.
Buraya kadar herşey pek iyi, pek güzel gitti şükürler olsun ki. Bundan sonrası ise düşündürüyor beni. Zira okul servisi ev çok yakın olduğu için hizmet vermiyor, lakin okula 5 dakikalık mesafe yürümeyle sorun değil ama sürekli yağan sağanak yağmurda çocuğu ıslatmadan okula yetiştirmek büyük mesele gibi geliyor. Ben henüz araba kullanamıyorum, kullansam da sağdan akan trafik, sağ direksiyon iyice aptallaştırıyor beni. Bir de Selim bugün eve geldi, gece yatmadan inlemeye başladı gene. Büyük hastalık alametlerinden biri; mide bulantım var dedi dizlerimizi titretti. Şimdi ümidim, bu bulantının sadece yediklerinden kaynaklanması. Hasta olmasın inşallah! Eşyalarımız gelmedi, ilaçlarımız da gelmedi nitekim. Burada doktor işleri de pek aheste ve alengirli.
(Sırası gelmişken ekleyeyim, merak edenler oluyor: 3 ay oldu eşyalar gelmeyeli, Ramazan geldi, geçiyor, bayram geliyor, olimpiyatlar bitti, burada kalacağımız 2 senenin 3 ayını eşyalarımız olmadan geçirdik, demek ki oluyormuş eşyasız ama böyle habersiz, ansızın eşyasız kalmak güç hele ki çocuklar varken. Misal ilaçlar, benim önemli tahlil sonuçlarım hep oralarda. Yanısıra beni benden çok düşünen canım blogdaşlar var, ayrıca yazarım inşallah! Bu okul postunu daha fazla bulandırmayayım da, fotoğraflara geçeyim)
Kendini çizmiş burada Selim. Nasıl anladın öğretmenin neyi çizmeni istediğini, bana kendimi gösterdi bir de kağıdı anladım dedi:) Detaylarda boğulmuş gene oğlum benim. Çantanın fermuarlarını bile çizmiş şaşkın:)
.
Kendi de okula gidiyor zanneden Kerim, epeyce süre çantayı taşıdı sırtında. Selim yürümek istedi yol boyunca. Sonra el ele tutuştular konuşa konuşa. Selim pek keyifli olduğundan böyle zamanlardaki son derece müşfik ve sıcak ses tonuyla Kerim’e anlattı durumu. Bak kardeşim, ben okula gideceğim. Biraz yanında olamayacağım. Ama sonra geleceğim inşallah! Kerim’se karşı duruyor bu fikre. I ıh ben de okula didiyouumm… Sonra abi gidince feci derecede bunalıma girdi Kerim. 2012 Mart ayından beri bilhassa üçümüz yapışık durumda olduğumuzdan bünyesi kaldıramadı bu hali. Yol boyunca ince ince Selim diye inledi, eve geldi odalarda aynı şekildeydi, arabaya oturdu Selim’in koltuğuna bakıp sürekli aynı sesle inledi, içler acısı idi hasılı hali.

Hiç yorum yok: