5 Nisan 2012 Perşembe

Bugün Bunu Öğrendim: Müzikteki Sır



Bazı melodiler, ister ilk kez duymuş olayım, isterse bin kez dinlemiş olayım, kulağıma çalındığı an başkalaştırır beni. O an etrafımdaki herşey silikleşir,  o melodinin dışında olan ne varsa beyhude gelir ve ben  olduğum yerden havalanır, aynı zamanda kanatlanır; hiç bilmediğim, bir kere bile görmediğim ama derinlerimde çok iyi bildiğimi hissettiğim bir mekana giderim. Işığı bol, aydınlık ve parıltılı, rüzgarı üşütmeyecek kadar serin, güneşi bol ama yakmayacak kadar dingin, yeşili, mavisi, turuncusu, turkuazı, grisi engin ama değil çok da sakin, insanlı, dipdiri ve heyecanlı, hücrelerimin en derinine nüfuz edecek denli canlı mı canlı, tariflerin yetersiz kaldığı harikulade bir mekandır gittiğim. Çoğunlukla insanların kendi debelenmelerinde ve kendi hallerinde ama silüet halinde olduğu, yolların, kaldırımların gepgeniş ve ferah olduğu, mutlaka ama mutlaka bol ışığın olduğu, kimseye değmeden ama  eğreti de kesilmeden, doğallıkla içinde olduğum parlak bir şehirdir gittiğim; içinde tüm renklerin barındığı ve hatta renklerin aldıkları ışıkla capcanlı olduğu. Bahsi geçen müziği dinlerken en keşmekeşli halde de olsam, en çilekeşli durumda da bulunsam değişmez halim. Belki yerindedir bedenim ama ruhum çok ötelerdedir bilirim.
Hani Reenkarnasyona inansam diyeceğim ki; herhalde daha önce oralarda yaşamışım da şimdi gene onu duyumsuyorum. Ama yok, değil! Bunun üzerine çokça düşündüğüm olmuştur. Nedir, o an ne olur? Üstelik tek tip bir melodi değildir bahsettiğim. Bazen bir türkünün yanık bir tınısında, bazen bir Blues parçasında, bazen saf piyano notasında hasılı ney, ud, flüt, piyano, keman, saz, çello, kanun ne varsa ansızın yakalar beni. Neyin çaldığı esas değildir, esas olan o can alıcı tını ve o tınının beni benden aldığıdır. Tüm bildiğim de sadece budur.
.
.
Eskiden bu durumu kendime has sanırdım. Kendi dünyasında yaşayan birinin uydurmaları, abartıları ve hatta halüsinasyonları sanırdım. Biraz da fazlaca duygusallığın getirdiği. Ama sonradan gördüm ki, en duygusuz sandığımız adamda bile belli bir ölçekte var bu veya benzeri duygu. Ruhla bir ilgisi var biliyorum ama gerisini çözemedim, çözemiyorum.
Ta ki şu sözleri öğrenene kadar:
Müzik Allah’ın lisanıdır. (Mevlana)
Musikinin ritminde bir sır saklıdır; eğer onu ifşa etseydim dünya alt üst olurdu.. (Şems)

Sırrı çözmek mümkün değil elbette, zaten ne haddime! Ama benim içimde bir ışık belirdi. Evet, yaşanan coşkun, duygusal yükselişe ve sanki geriye dönük cezbedici çağrışımlara reenkarnasyon diyemeyiz ama yaşadığımız bir tür reenkarnasyon sanki. Acaba diyorum; gayb aleminde duyduğumuz ‘O’ sesi elbette unutmayan ruhumuz, yeryüzünde bunun miskal-i zerreciğini ve hatta o zerreciğin dünyaya düşmüş aksini duyduğunda, ondan mı kendinden geçiyor ve adeta cezbeye düşüyor? Acaba bu yüzden mi o tınıyla, dünyadan ayrılıp sanki şiddetli ‘flashback’ler halinde o harikulade yerleri anımsıyor ve adeta oralara havalanıyor? Zira fani olan unutulur, fani olan da unutur ama ruh unutmaz zannediyorum.
Bu yüzden müziğin terapi gücünün olması daha manidar geliyor bana. Ve daha çok inanıyorum artık ruh sağlığının müzikle sağaltılmasına. Zira sanki ‘iyi’ müziği alan ruh, yeniden ilk, bozulmamış, ham halini anımsıyor yani bir tür resetleniyor. Hata veren elektronik cihazların resetlenmesi gibi, müzik de zamanla aşınan ruhu sıfırlıyor, ilk günkü saflığını anımsatma yoluna giriyor.
Tabii her müzik, her melodi için geçerli değildir bu. İyi Müziktir esas olan. Mesela Ney sesi şüphesiz değiştirir kişiyi. Ya da Chopin’in müziği. Ya da Dede Efendi. Ya Da Mozart’ın nice müziği.




Bunlar da ilginizi çekebilir:

Hiç yorum yok: