Haftanın Blogu: Sıcaklık
Hani bazen bir
kafeye düşer yolunuz. İsmi bile yolunuza çıkması için yeterlidir zira
orjinaldir ve haliyle caziptir. Kapıyı nostaljik bir çıngırakla
açarsınız ve daha açılmaktayken kapı ismi ile müsemma bir kafeyle karşı
karşıya olduğunuzu anlarsınız. İlkin, henüz çekilmişcesine taze, enfes
bir kahve kokusu dolar ta içinize. Ardından buğulu bir kadın sesi
karşılar sizi; yüreğinden söylediği yanık melodiler eşliğinde. Belki
Nina Simone, belki Edith Piaf, belki de Zaz.
Öyle şaşaalı bir yer değildir, tam
aksine kendi halinde, mütevazidir. Bu demek değildir ki, pejmürdedir
aksine çok özenli, birikimli, sıcacık ve samimidir. Sadece tekdüze
değildir.
Daha oturmaya davranmadan etrafa takılır
gözleriniz. Kese kağıdı renginde duvarlar, duvarlarda eskilerden kalma
birbirinden manidar fotoğraflar. Sıcak sohbetlere uygun düşen küçük
masalar ve birbirine sokulmuş samimi koltuklar. Burda gördüğünüz her
eşyanın dili vardır, sanki herşey kendini anlatır. Yerleşik misafirleri
vardır bu kafenin, belli ki müdavimleri. Kafenin sahibi gelen
misafirleri samimiyetle, sevgiyle ve keyifle ağırlar. Sıcacıktır
sohbeti. Üstelik lezzetlidir yemekleri.
Karşınıza çıkan bu kafenin kendine özgü
havası an be an cezbeder sizi. Ve bilirsiniz ki siz de buranın müdavimi
olma yolundasınızdır.
İşte böylesi bir kafeye girer gibi hissettim Cafe Melange ile tanışınca. Üstelik Sophia Loren’in Aşk Mutfağı üzerine idi ilk karşılaşmamızda. Ve bu sebepten daha özeldi ve benim için iki kez cazibeli.
————————————————————————————————————————————————————————————-
Itır’a: Şimdilik internet üzerinde kurdum demişsin ya kafeyi, benim gönlümde kuruldu Cafe Melange bilesin:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder