29 Temmuz 2011 Cuma

Yaz’a Dair!


Yaz’a Dair!


Daha önceleri de böyle miydim, yoksa sonradan mı değiştim bilmem; korkar oldum ben sıcaktan. Hem de öyle böyle değil korkum, en alasından!
Hani bu sene yazın gelişi pek uzun sürdü, hani hemen herkes veryansın ediyordu, hani öyle ki, mevsimlerle ‘sonbahar, kış, ilkbahar, -bu ne lan, yaz’ diye alay ediliyordu, dikkat ettim bir tek benim sesim çıkmıyordu. Memnundum zira gidişattan. Hatta içten içe parmak hesabı yapıyordum, kimselere çaktırmadan;  ‘Mayıs da serin geçti, Haziran da, Temmuz’un ortasına kadar iyi gitti… Az kaldı az, bitti!’  deyip telkinde bulundum kendime pozitif yönde sürekli.
Olur da ‘Kavurucu sıcaklar geliyor’ türünden bir habere rastlarım diye, hava durumlarından vebalı gibi kaçarım. Zira bu tahminler tutmasa bile, ben büyük bir kehanet gerçekleşmişçesine, feryat figan olurum. Öyle ki, ‘Ah çok sıcak, vah çok sıcak’ diye diye kendimi öldürmekten korkarım. Haliyle ‘deniz, güneş, kum tatilleri’ hiç mi hiç cazip gelmez bana. Tatilde klimadan buz kesen otel odalarını severim en çok, bıraksalar tüm günü odada geçiririm. Ne zamanki güneş çekilir ve ılık bir akşam üzeri olur, o zaman meydana çıkmaktır tercihim. Yaz tatilini tek bu bakımdan severim. Denizi gören, bembeyaz bir masada yenen akşam yemeği ve o ana eşlik eden saatleri.
Hele ki güneşlenmek, en büyük işkencedir bana. Yıllar önce özentiliğimden ve kapılıp gittiğim sürü psikolojisinden bu işkenceye çokca dayanmaya çalıştığım doğrudur. Üniversite yıllarında, bronzlaşma hevesi uğruna, cehaletle ve o cehaletin getirdiği budala cesaretle çok ileri gittiğim de olmuştur.  Genelde Yaz okuluna kaldığımdan, yurdun bahçesindeki merdivenlere oturur, köz güneşin altında kısa yoldan yanmaya çalışırdık. En ucuz ve ilkel yöntemlerle hem de; Kola’yla bile. Bildiğiniz yapışkan, tiksinç kolayla üstelik! Bir de birbirimize bakıp desteklerdik; -Özge karardın sen ha, -A, senin de yüzün pembeleşmiş, kararacaksın demek!  Bu yolla fire vermemeye de gayret ederdik. En dayanamadıklarıma dayanmaya zorlamışım kendimi, ah ne ahmakmışım! Ey toyluk ve kendini bilmezlik, insanı aziz iken rezil edebiliyormuşsun velhasıl!
Bronzlaşmak için tüm gün yatmak, hele ki tezcanlı, sabırsız ve sıkıntıya gelemeyen biri olarak benim için, dünyanın en zor işidir oysa. En azından şimdilerde kendimi bu kadarcık olsun tanıyorum. Üstelik gözlerimde de, tenimde de güneş alerjisi mevcuttur. Belki de beynime arıza oluştur, sinyali vererek, bu alerjilerin doğmasına sebep olmuşumdur, kimbilir? Bu şekilde güneşe çıkmaktan kurtulmuş ve başkalarına makul bir sebep sunma imkanım olmuştur!
Bekarken Fethiye’ye gitmiştik arkadaşlarla, çocukların bağlayıcılığı ve istekleri yoktu, haliyle serbesttim o zamanlarda. Nerdeyse tüm günü otel odasında geçiriyor ve ancak akşam oldu mu dışarı çıkıyordum. Bir iki kez diğerlerine katılmak için deniz kenarına inmiştim sadece. Ki deniz de Ölüdeniz, yer de Fethiye olmasına rağmen ve ben burayı çok sevmeme rağmen. İşyerine döndüğümde epeyce sataşan olmuştu, tatilden böyle mi dönülür, hiç yanmamışsın, bu ne rezalettir, diye. Değil mi ki, tatile gittiğimizin en büyük ibaresidir bronzlaşmak! O olmazsa, olur mu hiç? Hem sonra nerden anlaşılacaktı tatile gittiğimiz bronzlaşmazsak?
Kaldı ki, bana göre, günboyu güneşin altında yatmak ve bu yolla perişan olmak; çok yararsız, hatta tam aksine zararlı ve pek demode bir eylemdir. Hem bakınız artık sütbeyazlık revaçtadır. Misal; Angelina Jolie, Nicole Kidman, Liv Tyler, Gwyneth Paltrow, Anne Hathaway, Amy Adams,  hatta Madonna! Her biri porselen gibi ışımaktadır. Hele ki Dita Von Teese bu yolla efsane olmaya yakındır. (Sadece bu yolla değil elbette)  Değil mi ki artık doğala dönüş modadır!  Ve  an be an beyazlığa övgü artmaktadır. Bakınız misalen şu parçada John Mayer da -Your skin like porcelain- demektedir.
Porcelain Women
Hasılı şimdilerde, zaruriyet olmadıkça durmuyorum kızgın  güneşin olduğu ortamlarda. Belki de bu yüzden, İlter’i sıkıştırmıyorum hadi tatile, diye. Üstelik çocuklarla tatilde kendimi yüksek dereceden bir bakıcı gibi hissediyorken, neme gerek bile bile derbeder olmayı göze almak! Ve bu keşmekeşliğin adını -tatil!- koymak. Otururum evimde, açarım klimayı. Püfür püfür esen suni de olsa rüzgarla keyfime bakarım. Ne yaseminli çayımı, ne vazgeçemediğim kahvemi içmekten kaçınırım, ne de sıcaktan mayışıp da pelte gibi koltuğa yapışırım.
Keşke yaz denince, tatil denince, fotoğraflardaki gibi ferah ve romantik olsa ortamlar da. Ya da seçkin, nezih ve estetik olsa. Lakin değil! Değil asla ve kat’a!

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Hiç yorum yok: