13 Temmuz 2011 Çarşamba

Bir Delinin Zayıflama Macerası 1



Geçenlerde  Anjelika Akbar Twitter’da şunu yazmıştı: “Diyet başlangıcı tüm dünyaya duyurulurken, diyetten çıkış hep sessiz oluyor.’ İçime buruk bir biçimde yerleşti bu söz. Zira sıkı bir diyete en çok ihtiyacı olanlardan biriyim ben de. Ve giriştim işte -Vira Bismillah!- deyip de. Buraya da ilan ediyorum ki, bırakmaya yüzüm tutmasın, hem de teşvik edeyim kendimi, yılgınlığa düşmemeyim ve de diri tutayım zayıflama isteğimi. Dolayısıyla bu bölüm tastamam kendime yöneliktir, okumamak serbesttir. Zira zayıflamaya ihtiyaç duymayanlar için pek sıkıcı gelebilir.

Girizgah: Zayıflama Felsefesi

Yoksunluk içinde büyümüş olmama rağmen aşağılık kompleksini bilmedim ben. Kusursuz bir fizikten de yoksundum ancak oldum olası memnundum kendimden. Hastalıklı bir kendini beğenme hali değildi sözkonusu olan elbette, basitçe; bana bahşedileni sevmiştim işte. Barışıktım aynalarla da, kendimle de. Ta ki şişmanlayana dek. İlk doğumdan sonra bir daha eskisi gibi olamayınca katmerlendi, perçinlendi kompleksim ve giderek özgüvenimi yitirdim. Bir noktadan sonra önüm, arkam, sağım, solum şişman-zayıf kıyası ile geçti/geçiyor. Rusya’da iken durum daha beterdi, nitekim Rus kadınları hamileyken dahi belli belirsiz bir karna sahipken, doğumdan sonra derhal eski inceliklerine, zerafetlerine geri dönerlerdi. Onlar ince, uzun sırım gibi, ben şişman, kısa odun gibi vesselam.
Kabullenemedim şişmanlığımı hiç. Selim’i emzirmeyi bırakınca ilk iş, şok bir diyet yaptım; İsveç Diyeti. 13 günlük diyetin 5 gününü uygulayabildim ve 5 günde 5 kilo verdim. Ardından ne kadar az yersem yiyeyim kilomdan gıdım kaybetmedim. Sebebi sonradan anlaşıldı. Hipotiroidi hastasıydım. Yani Tiroid hormonu az çalışıyor ve buna bağlı olarak metabolizma alabildiğine hantallaşıyor. Bu durumda -su içsem yarıyor- tabiri tam yerini buluyor ve kilo vermek deveye hendek bindirmekten güç hale geliyor. Durumun zorluğunun etkisiyle diyetisyene gittim ve bir 6 kilo daha verdim. Ancak verdiklerim, aldıklarımın yanında devede kulak kaldığından bir türlü -iyi oldu- diyemedim. Hiçbir fotoğraf karesine dahil olmak istemedim/istemiyorum, bilhassa eski tanıdıklarla görüşmekten, kendime giysi almaktan ve mağaza dolaşmaktan kaçındım/kaçınıyorum.
Üstelik iki doğumdan sonra da, her normal kadın gibi hızla kilo verdim, nerdeyse doğum öncesine geldim. Hafifledim, eski giysileri giydim, sevindim, tüm zorluğuna rağmen keyifli bir anneydim. Derken takip bile edemediğim bir hızla, doğumdan hemen önceki kiloma geri döndüm. Anlaşılan tiroid hormonu doğumdan hemen sonra şaha kalkmış ve kiloları hızla silip süpürmüş, derken aynı ivmeyle alaşağı olmuş ve kiloları da peşisıra sürümüş. Bir küçük hormon bozukluğundan rüsvay oldum vesselam. Hasılı Kerim’den önce patlaya sıkıla verdiğim 11 kiloyu bünyem hevesle geri kattı kendisine. Şimdi ben, kendim ve kilolarım keyifsizce ve birbirine dargın biçimde yaşıyoruz bu bünyede.
Önceleri ahu vah ettim, şikayetlendim niye böyle oluyor, diye. Derken bir hikmet var mutlak bu işin içinde dedim lakin besbelli o hikmeti görmekten de acizim. Düşünüp duruyorum, nerede hata ettim? Birini bu konuda incittim mi, büyüklendim mi, biri kilolarından dert yanarken küçümsedim mi? Bilmiyorum. Tek bildiğim uzun süredir bu konuda çok karamsar olduğum ve ümitvar davranamadığım.
Oysa ümidi ne çok severim. Ben değil miyim; Benim Secret’ımın özü; “Güzel bakan güzel görür.” sözündedir diyen. Ben değil miyim; “Dostum, sen düşünceden ibaretsin. Gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun!” sözüne kulak veren ve her karamsarlığını bu yolla tedavi etmeye gayret eden. Ben değil miyim; Secret’a Giden Yol‘da ahkam kesen.
Biliyorum ki ümit beslemedikçe de içinden çıkamam bu işin. Bu kısır döngüden çıkmak için, kara bulutları dağıtmak için ve en önemlisi ümitvar olmak için çokça dua ettim. Yılmadan! Bir kapı olmazsa diğerini zorlayarak! Bıkmadan, usanmadan! Bir gün içime doğan aydınlık bir ümitle aldım cevabı. Nerdeyse gözle görülebilir, elle tutulabilir derecede berrak bir ümitle hem de. “Kilolar kaderim olamazdı, verebilirdim. Bu iş o kadar zor olamazdı, yapabilirdim. Hepi topu az yemek değil miydi?” dedirtti bana ümidim. Ve içimdeki ümidin harareti sönmeden, aslında koşullar hiç de uygun değilken diyetisyene gittim. İşte bundan sonrası hayatımın ne denli avare olduğunun göstergesi gibi.
Görelim bakalım bundan sonrası nasıl gitti.
—————————————————————————————————————————————————————————————
Fotoğraf çok sevdiğim Into The Wild (Özgürlük Yolu) filminden. Yazıyı yazarken anladım ki zayıflama benim için fizilsel bir durumdan çok öteye geçmiş,  felsefik bir hal almış. Hem hayat felsefeme uymuyor, hem bedenime uymuyor, hem özgürlük anlayışıma uymuyor hasılı. Bu ağır cüsseyle fiziken özgür kalsam bile zihnen kapalıyım vesselam. (Bundan da ayrı bir post çıkar)

Hiç yorum yok: