Selim 3 yaşındayken Petersburg'dan henüz dönmüştük. Hem onun insan içine karışmasının iyi olacağını , hem de benim insan içine karışmamım bana iyi geleceğini düşünerek, uygun bir yuva bulma telaşına girdim hemen. Nerdeyse bulduğum ilk yuvaya şuursuzca verdim çocuğu. İlk gün insana aç olan, sosyallik delisi oğlum hemen kaynaştı. 2.gün etraftan fazla uzaklaşmadan yuvada bıraktım Selim'i bir kaç saatliğine. 3. gün, 4.gün derken Selim mızmızlanmaya başladı. Derken saatlerce ağlamaya vardı iş. Etraftan ve yuvadan "alışır, alışır hepsi böyledir, annelerini bırakmak istemezler ilk başlarda" sözlerine güvenerek çocuğu zorlamaya devam ettim ısrarla. Çocuklar garip oluyor. Başlarına gelen kötü şeyleri zamanında söylemiyorlar. Devamlı takipte ve sözümona uyanık olsanız bile. Okula 1 ay kadar aralıklarla devam etti ancak kesintisiz ağlıyordu her gidişinde. En sonunda şiddetli hastalığa yakalanınca pes deyip okuldan aldım.
Okul mevzusu kapanalı epeyce bir süre geçtikten sonra bir gün kendiliğinden; "Anne biliyor musun, ben okuldayken seni çok özlüyor ve ağlıyordum, öğretmenim yüzüme üflüyordu." dedi. Pek sevimsiz geldi bana bu yöntem, bir çeşit kısa yoldan susturma çabası idiyse de sevimsizdi. Derken aradan bir süre daha geçti. Bir başka gün; "Anne biliyor musun, ben okulda yemek yemediğimde öğretmenim kafama bastırıyordu yemem için." dedi. Tüylerim diken diken eden bu yöntem çok daha sevimsizdi. Daha sonra başka okula direnmesinde bu yuvanın negatif etkisi çok oldu. Kendime kızdım epeyce, nasıl şuursuzca çocuğu oraya terkettim diye. Sonradan başka bir bilgi gelmedi Selim'den ve umarım başka kötü bir anısı daha olmamıştır.
Diyeceğim o ki; Söylenen zırvalara aldanmak hata!!! Genel bir görüş her zaman doğru değildir. Diyorlar ya hani, çocuğunuz okula ilk başladığında 15 güne kadar ağlayabilir, normaldir bu. Eğer ağlamalarına aldanıp da okuldan alırsanız ömrü billah bu açığınızı kullanır, hep kendi kazanır. Hayır efendim, şiddetle karşı çıkıyorum şimdi bu görüşe. Bence çocuk ısrarla gitmek istemiyorsa, rahatsızsa, ağlayıp duruyorsa dikkate alınmalıdır kesinlikle. Düşünün ki bir yer var, oradan çok rahatsızsınız, size doğru davranmayan birileri var orada ve siz güvendiğiniz insanlar tarafından dikkate alınmadan, ısrarla oraya bırakılıyorsunuz ve onlar istemedikçe ordan ayrılamıyorsunuz. Aygh, kabus gibi. Böyle düşündüğümde panik ataklarım artıyor. Bir de yaşlandığımda çocuklarımın beni dinlemeden, bana kötü davranan birilerinin eline teslim ettiklerine veya bir bakımevine terk ettiklerine dair görüntüler geçiyor zihnimden film karesi gibi. Dehşete kapılıyorum o an.
Anne ve baba olmak zor kullanarak onu bilmediği bir yerde, sevmediği kişilerin eline teslim etmeyi haklı gösterir mi? Bu da ayrı bir tartışma konusu. Onlar için sözümona en iyisini düşünürken (ki bence bu klişe de uydurmadır. Bazen çocuğu yuvaya, anaokuluna göndermek çocuğun isteğinden ziyade anne ve babanın rahat nefes alma fırsatı olarak kullanılır) zor kullanmış olmuyor muyuz? Hem neden herşey çocukla savaşmak gibi dayatılıyor bize. "Ağlayan çocuğu okuldan almayın, eğer olur da ona uyup okuldan alırsanız o kazanır ve ömrü billah sizi kullanır.", "Sınırlarınızı öğrenmek için sizi devamlı yoklarlar.", "Ağladığında istediğini verirseniz bitersiniz, zira bu yöntemi hep kullanır." gibi saçmalar zihnimizi bulandırmaktan ve çocuğa paranoyakça yaklaşmaktan başka işe yaramıyor bence. Sadece zihnimizi de değil çocukla ilişkimizi de bulandırıyor bu tipten önermeler. Oysa çocuğumuzla savaşta değiliz, hepi topu ona bakmakla yükümlüyüz yahu. Üstelik çocuk büyütmek keyifli bir iş olmalı. Oysa biz zamane anneleri (en azından ben her daim böyleyim) işlerden çok düşünmekten yorgun düşüyorum.
Anne ve baba olmak zor kullanarak onu bilmediği bir yerde, sevmediği kişilerin eline teslim etmeyi haklı gösterir mi? Bu da ayrı bir tartışma konusu. Onlar için sözümona en iyisini düşünürken (ki bence bu klişe de uydurmadır. Bazen çocuğu yuvaya, anaokuluna göndermek çocuğun isteğinden ziyade anne ve babanın rahat nefes alma fırsatı olarak kullanılır) zor kullanmış olmuyor muyuz? Hem neden herşey çocukla savaşmak gibi dayatılıyor bize. "Ağlayan çocuğu okuldan almayın, eğer olur da ona uyup okuldan alırsanız o kazanır ve ömrü billah sizi kullanır.", "Sınırlarınızı öğrenmek için sizi devamlı yoklarlar.", "Ağladığında istediğini verirseniz bitersiniz, zira bu yöntemi hep kullanır." gibi saçmalar zihnimizi bulandırmaktan ve çocuğa paranoyakça yaklaşmaktan başka işe yaramıyor bence. Sadece zihnimizi de değil çocukla ilişkimizi de bulandırıyor bu tipten önermeler. Oysa çocuğumuzla savaşta değiliz, hepi topu ona bakmakla yükümlüyüz yahu. Üstelik çocuk büyütmek keyifli bir iş olmalı. Oysa biz zamane anneleri (en azından ben her daim böyleyim) işlerden çok düşünmekten yorgun düşüyorum.
Konuya dönersek; Okula ısrarla gitmek istemeyen çocuk ile anlık gitmek istemeyen çocuk farklıdır oysa. Buna Selim'de bizzat şahit oldum. İlk yuvada çok kararlı bir biçimde reddediyordu gitmeyi. Öyle yerlere serilip ağlayan bir çocuk olmadığından belki daha az dikkate alındı. Yuvaya bırakırken sınıfa gözleri dış kapıya dönük, ben seninle gelmek istiyorum diye yalvarırdı. Ve nerdeyse bütün gün ağlarmış. Çıkışta çok neşeli olurdu adeta papatya toplayan kız sekişiyle dönerdi eve. Bense okula gitti, açıldı diye yorumlardım bu hali. Meğerse okuldan alındığı için havalara uçuyormuş. Sık hastalanmasa belki daha da gidecekti okula. Annemin "mutsuzluktan bu denli hastalanıyor." tezi mantıklı geldi bana da. Bir gün bile okula gitmek için can atmadı, ısrarla reddetti bu da demekti ki o yuvada hoş olmayan ya da Selim'in hoşuna gitmeyen birşeylerin olduğu kesindi.
Bir de geçen sene kardeşi dünyaya gelmeden 1 ay önce gittiği ve gözü kapalı gönderdiğimiz okulu var Selim'in. Buraya da ilk gittiğinde hoş buldu, zaten dost canlısıdır, arkadaş, oyun cezbediyor hemen onu. Ancak diğer okuldan farklı olarak gün be gün gitmemeye direnç göstermek yerine gitmeyi daha arzular olmuştu. Bir tek yemek ve uyku sıkıntısı vardı. Yemek yememek hatta yemekhaneye inmemek için üstün bir direnç gösterdi, hatta yaban hayvanı gibi davrandı o sıralarda diyebilirim. Yemekhaneye giden yolsa bağırmalar, tekmeler, çığlıklar, sanırsınız ki zorla sokuyorlar. Oyunu, dersi, eğlenceyi bırakıp da yemek yemek delirtiyordu onu ve işte o sırada beni arıyor, ağlıyordu bir tek. Bir de uyku vaktinde tekrarlanıyordu bunlar. Ama ne zamanki yemek ve uyku faslı bitiyor o yaban hayvanı gidiyor yerine şeker portakalı tadında bir çocuk geliyordu, tadından yenmeyen...
Tüm çocuklarda böyle midir bilmem ama Selim'e okulunu sevdin mi, diye sorduğumuzda direkt hayır cevabını verir. Ancak ben gidişattan durumun iyi olduğunu gözlemleyebiliyordum. Bazen okula gitmek istemiyorum dediği oluyordu ama 2 dakika sonra fikir değiştiriyordu. Zira gitmek istememesinde o sırada oynadığı oyununu yarım bırakmamak, çizgi filmini yarıda kesmemek, babasının evden olması, misafir olması vs. gibi sebepler olduğu için kısa sürede etkisi geçiyordu. Israrlı ve kati bir biçimde -istemiyorum-demiyordu diğer yuvadan farklı olarak. Hatta mütebessim bir biçimde dile getiriyordu bunu da. Başka ölçütler de vardı. Servis biraz geç kalsa, "A, servisim de nerde kaldı, yoksa beni unuttular mı?" gibi cümlelerle gitme isteğini dile getirirdi. Hatta bebek dünyaya geldiğinde Selim'i servise indiremedim, servis ablasını yukarı çıkmaya ikna etme çabalarında iken, merdivenlerden ödü kopan çocuk "Ben kendim inerim anne." diyerek okulundan vazgeçmediğini de dile getirdi. Haftada 3 gün gittiği okula 5 gün gitmek istediğini de söyledi bir kaç kez. Bu şekilde okula gitmek istememek ve gitmek istemek arasındaki farkı da gözlemlemiş olduk Selim'de.
Bir de geçen sene kardeşi dünyaya gelmeden 1 ay önce gittiği ve gözü kapalı gönderdiğimiz okulu var Selim'in. Buraya da ilk gittiğinde hoş buldu, zaten dost canlısıdır, arkadaş, oyun cezbediyor hemen onu. Ancak diğer okuldan farklı olarak gün be gün gitmemeye direnç göstermek yerine gitmeyi daha arzular olmuştu. Bir tek yemek ve uyku sıkıntısı vardı. Yemek yememek hatta yemekhaneye inmemek için üstün bir direnç gösterdi, hatta yaban hayvanı gibi davrandı o sıralarda diyebilirim. Yemekhaneye giden yolsa bağırmalar, tekmeler, çığlıklar, sanırsınız ki zorla sokuyorlar. Oyunu, dersi, eğlenceyi bırakıp da yemek yemek delirtiyordu onu ve işte o sırada beni arıyor, ağlıyordu bir tek. Bir de uyku vaktinde tekrarlanıyordu bunlar. Ama ne zamanki yemek ve uyku faslı bitiyor o yaban hayvanı gidiyor yerine şeker portakalı tadında bir çocuk geliyordu, tadından yenmeyen...
Tüm çocuklarda böyle midir bilmem ama Selim'e okulunu sevdin mi, diye sorduğumuzda direkt hayır cevabını verir. Ancak ben gidişattan durumun iyi olduğunu gözlemleyebiliyordum. Bazen okula gitmek istemiyorum dediği oluyordu ama 2 dakika sonra fikir değiştiriyordu. Zira gitmek istememesinde o sırada oynadığı oyununu yarım bırakmamak, çizgi filmini yarıda kesmemek, babasının evden olması, misafir olması vs. gibi sebepler olduğu için kısa sürede etkisi geçiyordu. Israrlı ve kati bir biçimde -istemiyorum-demiyordu diğer yuvadan farklı olarak. Hatta mütebessim bir biçimde dile getiriyordu bunu da. Başka ölçütler de vardı. Servis biraz geç kalsa, "A, servisim de nerde kaldı, yoksa beni unuttular mı?" gibi cümlelerle gitme isteğini dile getirirdi. Hatta bebek dünyaya geldiğinde Selim'i servise indiremedim, servis ablasını yukarı çıkmaya ikna etme çabalarında iken, merdivenlerden ödü kopan çocuk "Ben kendim inerim anne." diyerek okulundan vazgeçmediğini de dile getirdi. Haftada 3 gün gittiği okula 5 gün gitmek istediğini de söyledi bir kaç kez. Bu şekilde okula gitmek istememek ve gitmek istemek arasındaki farkı da gözlemlemiş olduk Selim'de.
6 yorum:
kızım geçen yıl başladı kreşe... çok mutlu gidiyor, kreşten bahsediyor, arkadaşlarından, özlüyor onları. hissettiğim gözlemlediğim bir olumsuzluk olmadı güveniyorum kreşe... ama bahsettiğin çok çok üzücü çocuğunu canını emanet ettiğin yeri seçtikten sonra demekki çok iyi bir gözlemci olmak gerekiyor. kesinlikle isteklerinde reddedişlerinde ısrarlarında bir anlam olduğuna inanıyorum ben de...
cok üzücü bende hiçkimseye güvenemiyorum.ama hayat bazen kötü davranıyor,bizim cankuşlarına.gercekten cok üzüldüm.Allahiyiinsanlarla karşılaştırsın.sevgiylemutl kalın.
Amin, amin!!! Sevgiler sizlere de
şeker anne demek geldi içimden sana,öyle sıcak ,içten yüreğe dokunan bir anlatış tarzın var ki...su gibi aktı yazdıkların okurken,kader birliği mi etmişiz bu hatunla deyiverdim.ne kadar ortak yanımız olduğunu bir bilsen.ilk çocuğum, oğlum,tıpkı senin selim gibi nasıl zor nasıl dayanılmaz yorgunluklar yaşatan bir çocuktu anlatamam.haniş derler ya ağçlar kalem,denizler mürekkep olsa yine anlatamaz içimdekileri diye işte o hesap:(uyumayan ,mızmız,anne bağımlısı.anaokulunun yemekhanesinden ve uyku saatinden nefret eden,senin deyiminle yabanileşen bir varlıktı.ilk anaokulu deneyimimizi anımsattın bana şeker anne:(shçek'e bağlı bir anaokuluydu,ilk gün gittik,ağlamalar zirvede ,aynı size dediklerini dediler bana da müdiresi,memurları.gidin rahat olun sözleriyle beni gönderme çabasındalar .yok dedim bekleyip görmeliyim.sınıf kapıları camlıydı .yaklaşık 3 saat izledim.öğretmeni bu durumdan habersiz.öyle duyarsızdı ki,oğlum ağlıyor teselli dahi etmiyordu,bir kenara geçmiş hademeyle sohbet koyultmuş haspam.çocuklar kendi hallerinde.oğlum aynı oğlunuz gibi dost canlısı,sokulgan.öğretmenin yanına gidiyor,kadın takmıyor hiç.tamamen kendi hallerine bırakmış yavrucakları:(aldım daha aynı gün oradan .kalsın dedim.sonraki tecrübelerimiz daha olumlu daha güzel oldu tabi.mutlu gitti,mutlu döndü güzel yavrum.9 yaşında şimdi.ve ben ilk çocuğun ağırlığından anca ayağa kalkıp 2.bebeği doğurabildim,kızım var 5.5 aylık.ve nasıl düşünürsen öyle olur sözünün yansımalarıyla sakin,uyuyan bir çocuğun mutluluğuyla hayata daha başka bakıyorum.Allah iki kez yük vermiyor galiba sırtımıza.sevgilerimlee Sevgi...
Sitare; hoş geldin önce.. haklısın oğullarımız benzeşiyormuş epey.. alerjik astımları bile... 2. bebek konusunda da haklısın, 2.kez aynı yükü vermiyor Allah, şükürler olsun ki vermiyor.. Ama ben 2.nin diş kıvranmalarından anladım ki öyle yan gel yat çocuk büyüt diye bir şey de hayal.. o düzenli uyuyan çocuk şimdilerde çıldırmış gibi.. her birinin bir başka zorluğu varmış.. Neyse biz güzel düşünelim gene..
Kesinlikle Selim'in durumunda pek çok çocuk var.İnananın psikologlar klişeyle geçiştiriyorlar.Anne hisleri en doğrusu.
Yorum Gönder