Önceki gün Selim huysuzlukta ve inatçılıkta tavan yapmıştı. Gene eski günlerdeki gibi banyoya el yıkamaya gitse çıkmıyor, sabunları dolap arkalarına atıyor, sıvı sabunları tüketene dek sıkıyor, musluğun ucuna bastırarak fıskiye misali tüm banyoyu tazyikli suyla suluyor, kısacası bütün banyoyu batırmak için üstün gayret gösteriyor, diş fırçalarken bir türlü tükürmüyor, musluk suyunu içiyor, kardeşini sevmek isterken yanaklarından ve alnından kızartana dek şiddetle sıkıyor, yetmiyor en sonunda kardeşini tokatlıyor, duvardaki çerçeveleri söküyor, ne kadar bir şeyi yapma, diye yırtınırsam yırtınayım hiç mi hiç aldırmıyor, illa aklındakini neticelendirip anca öyle duruyor ve daha hatırlamadığım onlarca ters eylem içine giriyordu velhasıl. Böyle üst üste ters hareketler gelince olayın derinliğini ve nedenlerini düşünmeden delirmişim gayri ihtiyari gene.
Durum öyle bir hal aldı ki, artık kötü bir davranışta bulunmasa bile yahut normalde gözardı ettiğim nice harekette bağırıp çağırır oldum. Öyle bir dikkat kesilmiştim ki hareketlerine ne yapsa batar oldu bana. Sanki karşımdaki canımin içi oğlum değil de bir yabancı, -gak- dese delirecek öfkeyi yakalıyordum. Hem farkında oluyordum, hem kendimi düzeltemiyordum bir türlü. Bazen toparlanıp yumuşak konuşmaya çalışıyordum, ama öylesine zorlama bir yumuşama ki bu inandırıcılıktan çok uzaktı. Dolayısı ile kendimi bile inandıramadığım bu sahte yumuşama Selim'i hiç değiştirmedi. Zaten ben de bu sahte yumuşama ile devam edemedim, hemen arkasından azarlar başladı. Hatta öyle ki bir yumuşama bir azar gider olduk gün boyu. Bu birbirinden tutarsız ve dengesiz haller içinde her zamanki gibi aptallaştı Selim; doğru yapmak istese de yapamaz hale geldi. Ben daha davranmaya yeltendiği hareketten bile kuşkulanır olduğumdan Nasrettin Hoca'nın testi kırılmadan hareket etme misali önden kızıyordum hareketlerine, bu da iyice arttırdı aptallaşmasını. Yüzündeki o ne yapacağını bilmez ifadeyi ve gözlerindeki belirsizliği hatırladıkça fena oluyorum şimdi.
Gün böyle sona ermedi. Daha çok şey yaşandı. Bir kaç gün önce annem düşüp kolunu kırdı ne yazık ki. Durumu oldukça ciddi. Ameliyat riski mevcut. Haliyle hepimiz hassasız. Selim de olayı duyunca hem üzüldü hem nasıl tepki vereceğini bilemedi. Anneannesi gelince de "Anneanne çok üzüldüm, o kadar üzüldüm ki duyunca gözlerim yaşardı." diyecek kadar içtenlikle duygularını da dile getirdi. Ben de mantığına ve acıma duygusuna fazlasıyla güvenerek, çocukluğunu hesaba katmadan anneannesiyle bir an başbaşa bırakma gafletinde bulundum. Ne yazık ki Selim'in dillere destan mantığı çocuk merakı altında ezildi ve Selim bir yoklama yaptı anneannesinin kolu üzerinde. Olayın hareretiyle öyle bir sıkmışım ki Selim'in kolundan tırnak izlerim çıktı kolunda ne yazık ki. Kendimi çok hırpaladığım bu durum ne yazık ki Selim'i zaptetmek uğruna tekrarlandı bir kaç kez. Selim'in o kızgın ve şaşkın ifadesi hala gözümün önünde durur. En acısı da ilk şaşkınlıktan sonra sanki normal bir davranışa maruz kalmış gibi olayı kanıksamasıydı ki beni en çok acıtan da buydu. "Kolumu çok acıttın anne, seni hiç mi hiç affetmeyeceğim" dedi bir kaç kez. Bense daha çok kendime kızgınlığımdan ve utancımdan konuşacak durumda değildim. Ben sessiz kaldıkça o aldırmadığımı düşünmüş olmalı ki, nasıl rahatlayacağını bilemeyip sıraladı kurşun gibi cümlelerini dilbaz oğlum. Kolunu inceleyip inceleyip "Bir daha bana böyle yaparsan sevgim hiç kalmaz sana, tamamen boşalır." dedi. "Zaten azıcık dolu şu anda." diye ekledi bir de tam yüreğimi dağlarcasına. Şimdi sana bir kart hazırlıcağım, diyerek sessizce odasına çekildi. Aradan bir süre geçti ve elinde kırmızı bir kağıt parçası ile çıkageldi. Kağıda süsler yapıştırmış bir de yazılar yazmaya uğraşmıştı; Bak, dedi "Burda kızdığın zaman seni hiç mi hiç sevmiyorum yazıyor, burda da kızmadığın zaman seni çok seviyorum yazıyor, ama gene kızarsan sevgim boşalır, bir daha dolmaz."
Akşam bunca sapıtmasının sebebi anlaşıldı. Günlerdir alerjik astım belirtileri vardı zaten. Burun tıkanıklığı ve an be an gümbürtüsü artan öksürüğü ile korkarak gözlemlediğim bitmek bilmez hastalığın ilk emareleri. Önleyici ilaçla (Propolsaft ) ve duayla gitmesini umduğum bu halin işaret fişeğini çaktı Selim ansızın. "Anne, galiba benim biraz midem bulanıyor." Derken kusacam galiba, diye başlayan ve gece yarısına dek süren kusma, kusma, kusma ve ardından korkunç bir ishal. Bir anda bembeyaz kesilen yüzü ile içler acısı bir haldeydi canım oğlum... Dışardan bakıldığında soğukkanlı ve koşturan bir anne gibi görünüyordum belki. Ama içimde kasırgalar kopuyor, gökler yarılıyor, beynime yıldırımlar düşüyor, kalbimde depremler oluyordu en şiddetlisinden. Zira "bu çocuk niye böyle davranıyor ?" diye düşünmeden kendimi öfkeye ve tahammülsüzlüğe kaptırmış olmanın verdiği acılar içinde kıvranıyordum. Gene Selim hastalandıktan sonra "A, meğer hasta olacakmış ondanmış huysuzluğu" diyerek iç geçirdim, gene bir sonraki sefere uyanık olmalıyım diye kendime verdiğim sözleri tutamadım.
Ah anneliğimin bitmek bilmez vicdan azabı, gene geldin oturdun kalbimin tam orta yerine... Acılı bir yumru gibi... Kalk demeye utanıyorum kalkma otur, kaya gibi ağırlığını hissettir, hissettir ki bir sonraki sefere şuursuzca içine düşmeyeyim gene bu debelenmelerin.
3 yorum:
offf offff... valla kartı ve selimin sözlerini duyunca çok fena oldum... yalnız değilsin, malesef hepimiz zaman zaman bu girdaba giriyoruz. satırlarında kendimi buldum. gün ters gitmeye başlamışsa, herşeyi inadıma yapıyormuş gibi hissediyorum, aslında alakası yok. böyle anlarda ne yapmalı. bir hap olsun yutalım sakinleşelim :( ne yapalım tekrarlanmamasına gayret edelim işte...
Hiç olmazsa Passiflora almalı, o da pek hafif kalabilir böyle zamanalrda...
Deli Annem, vakit buldukça eski yazılarını okuyorum da yorum ondan anca geldi :) yazdıklarını okuyunca benim de geçen haftasonu yaşadıklarım geldi aklıma. Beray daha küçük olduğundan azar mevzu bahis değil pek ama benim de odada bırakıp kaçmışlığım oldu o gün 5 sn de olsa dertleri olunca sapıtıyolar cidden bunu da hatırlamak gerek
Yorum Gönder