25 Ağustos 2010 Çarşamba

Günün Muhasebesi

Bugünlerde neden bilmem hiçbirşeye yetişemiyorum, her şey yarım yamalak etrafımda. Herşeyi erteliyorum sanki. Selim'le geçireceğim zamanları, dışarı çıkmayı, derinlemesine temizlik yapmayı, hatta mümkünse bulaşık makinesini boşaltmayı bile (en sevmediğim işlerden biridir nitekim). Adeta bir gücün gelip beni bu keşmekeşten kurtarmasını bekliyor gibiyim. Etrafımdaki fluluğu gidermesini, netlik kazandırmasını bekliyorum görüşüme. Sanıyorum bu duruma gelmemde Hipotiroid hastalığımın katkısı büyük. Ne zaman Tiroid hormonum azalsa tembelleşirim, görüşüm bulanıklaşır, adeta bulutların üstünde gibi olurum (pozitif manada değil elbette). Bilmediğim bir zamana ertelerim işlerimi. Minimumda yaşarım adeta.

Bu halin üstüne evde yapılacak işlerin kaçınılmaz hale geldiği bir gündü bugün. Tezgahta biriken bulaşıklar, dolu bulaşık makinesi, dağınıklık, ortada uçuşan oyuncaklar, toplanacak çamaşırlar, çamaşır makinesinde yıkanmış ve asılmayı bekleyen çamaşırlar, tozlanmış yerler, banyo vesaire. Tüm bunların bana yüklediği endişe ve stres yetmezmiş gibi buzdolabını kabaca sileyim derken karşıma çıkan korkunç manzara: sebzeliğin altında ölü bir kertenkele yavrusu. Tir tir titreyerek mutfak beziyle -ıykkkk- aldığım halde çıplak tutmuşum gibi irkildiğim ve mutfak beziyle beraber çöpe attığım kertenkele yavrusu.  Ve bunun bana geri dönüşü; saatler süren, hiç hazzetmediğim buzdolabı içi temizliği. Yetmedi balkon penceresini sileyim derken ağını sarkıtıp üzerime doğru gelen ve saatlerce üzerimde gezindiği hissine kapıldığım örümcek. Daha geçen gün banyoda böcek görmüş ve halen etkisinden kurtulamamışken şimdi küçük bir hayvanat bahçesinde gibiydim. Tam bir karmaşa ve kaos halindeydim vesselam.


Bu karmaşa arasında aldığı ilacın etkisiyle ne uyuyan ne de duran Kerim ve en önemlisi hastalanmak üzere olduğunu sandığım, beri yandan sıkıntıdan patlamak üzere olan Selim vardı bir de. Sabah uyanır uyanmaz mızmızlanmaya başlamış, kahvaltı yapmamak için üstün bir direnç göstermiş, ay karnım ağrıyor, ay midem bulanıyor, ay kusacağım diyerek iyice endişeye sevk ediyordu beni. Ayrıca  "Anne, babam ne zaman gelicek, Anne Saliş (teyze) gelicek mi?, Anne benimle biraz oyun oynar mısın?, Anne dışarı çıkmaya, biraz hava almaya ihtiyacım var, Anne bana bilgisayarda oyun açar mısın, -20 saniye sonra- Anne, bilgisayardan sıkıldım bana çizgi film açar mısın? -20 saniye sonra- Anne, çizgi filmden sıkıldım bana bilmem ne oyuncağımı verir misin?, Anne hamur, Anne makas, Anne kağıt..."derken Anne deliriverdi. "Bir daha bana mıymıy yaparak gelmeeee, benden bir şey isteme! 2 sn sonra başka bir şey isteyip duruyorsun, sıkıldıysan sıkıldın, ben de çok sıkılıyorum, senin isteklerine kapalıyım, isteme birşey benden, istemeeea" diye delirdiğim an Selim işin vehametini anlayıp hemen ortadan kayboldu. Odasına çekildi her zamanki gibi sakinleşmemi bekledi. Sakinleşince benzeri replikler yeniden tekrarlandı durdu gün boyu.

Şimdi gene gece oldu, ortalık sakinleşti ve buna mukabil görüşüm nispeten açıklık kazandı, bulutlar aralandı. Günün muhasebesi başladı; içimi bir burukluk kapladı haliyle. Selim'e gene hiç vakit ayırmadım. Selim'e gene hiç vakit ayırmadım. Selim'e gene hiç vakit ayırmadım. Gündüz ki karmaşanın, hay-huyun içinde harcandı gitti gene koca bir gün ve Selim yapayalnızdı. Üstelik hastalanmak üzere sanırım, mıymıylanmaları, yemek yememe hali, inatçılığı, devamlı yatar vaziyette oluşu hep hastalık alametleri. Yetmezmiş gibi azarlayıp durdum çocuğu. Ona boyuna çıkıştığım sıralarda teyzesinden gelen telefona cankurtaran misali sarılmış;  "Saliş bugün buraya gelebilir misin? Tabii eğer işin yoksa... Ama çok ama çok sıkılıyorum, benimle oynayacak hiç kimse yok, babam haftalardır yok" diyen sesi şimdi daha net yankılanıyor zihnimde. Bu konuşmaları duyup da  nasıl irkilmedim, nasıl silkelenmedim delirme halimden bilemiyorum. Ve gene vicdan azabından kahroluyorum.

"Ah Selim, Canım Bilimsel Selim..." gene anlaşılamadığın bir gün yaşadın annenin delilikleri arasında.

7 yorum:

öznur-ata dedi ki...

ne yapalım oluyor işte arasıra :(sonra da aynen vicdan azabı :((geçmiş olsun benimkinin de ateşi var..umarım dişi yüzündendir..sevgiler

Neslihan Toker dedi ki...

iki çocuk çok zor haliyle, bir de ev hanımlığı off of.
ben de tam tersiyim, her şeyimi kızıma veriyorum.
kendime ayırdığım vakit sadece wc ve yıkanmaktan ibaret. eşime hiç. evime eh işte. her anımı kızımla geçirip, oyun oynayıp resim yapıyorum. ikisi de fazla galiba. ben de dengeyi bulmaya çalışıyorum şimdi.
sevgiler...
www.anneleringunlugu.com

Deli Anne dedi ki...

Selam öznur, size de geçmiş olsun. Selim bir iyi bir kötü gidip geliyor, çok şükür kötüleşmedi pek. Ata da iyidir umarım. sevgiler

Deli Anne dedi ki...

Neslihan, bravo ne diyeyim.. ilkinde bol bol vakit ayırabiliyorsunuz çocuga da ikincide ı-ıh. Anneye de bir gevşeme geliyor sanırım. hem iyi hem kötü bu da. iyi tarafı çocuklar daha rahat büyüyor, kötü tarafı daha az ilgi görüyorlar. Sevgiler size de.

aslı dedi ki...

Güzel bir blogunuz var. sayfalarda kayboldum.

Deli Anne dedi ki...

Aslı: teşekkür ederim ve de hoşgeldiniz:)

Mayka dedi ki...

20 saniyelik istek değişimlerini çok güzel anlatmışsınız blogunuzu çok beğendim