Başka sözüm yok Hakim’im, diyeceğim ama
olmuyor. Sözün bittiği yer diyeceğim, olmuyor. Sular bulanık, ortam
karışık en iyisi susmalı diyorum, olmuyor, olmuyor olamıyor.
Aklıma ilk andan beri Hz. Ömer geliyor.
Çölde kaybolan bir deveden bile kendini sorumlu tutuşu, sadece kaba güç
değil sorumluluktaki güç, hak olan, doğru olan güç, o bilinç, o
harikulade şuur. Ve şimdi bizim geldiğimiz nokta.
Büyük İslam devleti hayallerine kaptırıp
bu yolda her yolu mübah görüp batağa saplanmışlık, bu saplanmışlıkla
çıldırmışlık, bu çıldırmışlık içinde herşeyi bir kenara bırakıp ona buna
çarpa çurpa, devire yıka, karşısına çıkan iyi kötü ne varsa yanına
katıp, toz duman içinde sonucu belirsiz karanlık, bulanık, kirli bir yol
alış.
Ortaya saçılmış türlü yanlışlarının
doğruluğunu inandırıcı kılmak uğruna, insanlığın da, İslam’ın da cümle
doğrularının ayarlarıyla oynayıp, bunları kendi yanlışına uydurma
sapkınlığı, bu uğurda oynanan kirli oyunlar, şaşmalar, şaşırtmacalar,
üstelik de ne yapsanız doğru diye alkışlayanlar arasında sıkışmış mikro
bir dünyada elbette ve doğal olarak, değil çölde kaybolan deveyi ihmal,
bireyi ihmal etmek kaçınılmaz olacaktı.
“Gücün zirvesinde iken karıncaların ve kelebeklerin çığlığını kim duyarsa, Sultan Süleyman odur!”
Sultan Süleyman olmak kolay değil! Ama
görünen o ki; Sultan Süleyman’ın gücünün binde biriyle bile güç
sarhoşluğuna kaptırmak, bunun getirisi olarak; ne idüğü belirsiz;
yalaka, pohpohcu, alavare dalavereci ve fırsatçılarla, gücün en çok
sevdiği kibir okşayıcılarıyla, -evet efendimciler-le, bunlarla biraraya
gelip oynanan kirli oyunlarla büyük bir hayalin ortasında yaşamak ve
kendini Sultan Süleyman sanmak çok kolay!
Sultan Süleyman güçlüydü ama cümle
gücüne rağmen, kendini kendi gibilerin dünyasına kapatmadığı için,
dünyasını etrafına toplanan yalaka, pohpohcu, soytarı ve kendinden yana
olanlarla küçültmediği için, o şaşaaya rağmen karıncaların ve
kelebeklerin çığlığını duyabildiği için güçlüydü.
Ve bu garip baba! Sırtında minicik oğlununun cansız bedenini taşıyan baba! Bu babanın sessiz çığlığı! Elbette duyulmadı. Zira soytarıların borazanlarını dinlemek daha tatlıydı! Hem bunca tantana arasında kimin bu sessiz çığlığı duyacak hali kaldı?
Tek bildiğim ben bu adamın olduğu
ülkenin lideri olsaydım ölmüştüm şimdi! Cümle yaşananları geçiyorum,
öncekileri, sonrakileri, hepsini atıyorum zihnimden, sadece bunu
alıyorum karşıma. Kalbi olan ölür be!
Ölmesem de susardım belki ömrümün sonuna kadar konuşamazdım! Konuşmaya mecalim kalmaz, ya da en azından yüzüm olmazdı!
Velev ki duymuyorlar çığlıkları diyorum,
ki olası değil, o halde ben duyurayım diyorum. Dünden beri
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e tweet atıyorum. Belki, bir umut, hala… Olur
ya!
Keşke çıldırsak! Keşke çıldırışımız
hırsımızdan, arsızlığımızdan, türlü safsatalardan olmasa da sadece
-sırtında minicik oğlunun cesedini taşıyan şu baba- için olsa! Belki
biraz insan olurduk!
—————————————————————-
Bu olaya bakarken ben masumum yanılgısına düşmemeli. Hiçbirimiz ama hiçbirimiz sahici anlamda masum değiliz! Kimse sütten çıkmış ak kaşık değil! Her yapılanı sırf Akp yaptı diye onaylayanlar kadar, her yapılanı sırf AKP yaptı diye reddedenler de suçlu! Vicdan ayarlarını zaten böyle kişiler ve olaylar bozdu.Akp nefreti de, Akp fanatizmi de gözleri kör edip, kalpleri taş etti. Her olumsuzluk karşısında Akp’ye çakmak için fırsat kollamak ya da her eleştiriyi doğru bile olsa sırf AKP karşıtıdır diye savunmak, ikisi de berbat şeylere sebep oldu bu ülkede. Bölündük! En önemlisi insanların doğal vicdan refleksleri kayboldu! Vicdana göre değil tarafa göre şekil alıyor kalplerimiz, çok yazık! Doğrular bu yüzden çok bulanık!
——————
Yoruma kapalı yazı. Tartışma isteyen daha önce dediğim gibi kendi mecrasını kullanabiliyor nasılsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder