6 Şubat 2014 Perşembe

Bir Babanın Sessiz Çığlığı? Duyan Var mı?




fft81_mf1954151
Başka sözüm yok Hakim’im, diyeceğim ama olmuyor. Sözün bittiği yer diyeceğim, olmuyor. Sular bulanık, ortam karışık en iyisi susmalı diyorum, olmuyor, olmuyor olamıyor.
Aklıma ilk andan beri Hz. Ömer geliyor. Çölde kaybolan bir deveden bile kendini sorumlu tutuşu, sadece kaba güç değil sorumluluktaki güç, hak olan, doğru olan güç, o bilinç, o harikulade şuur. Ve şimdi bizim geldiğimiz nokta.
Büyük İslam devleti hayallerine kaptırıp bu yolda her yolu mübah görüp batağa saplanmışlık, bu saplanmışlıkla çıldırmışlık, bu çıldırmışlık içinde herşeyi bir kenara bırakıp ona buna çarpa çurpa, devire yıka, karşısına çıkan iyi kötü ne varsa yanına katıp, toz duman içinde sonucu belirsiz karanlık, bulanık, kirli bir yol alış.
Ortaya saçılmış türlü yanlışlarının doğruluğunu inandırıcı kılmak uğruna, insanlığın da, İslam’ın da cümle doğrularının ayarlarıyla oynayıp, bunları kendi yanlışına uydurma sapkınlığı, bu uğurda oynanan kirli oyunlar, şaşmalar, şaşırtmacalar, üstelik de ne yapsanız doğru diye alkışlayanlar arasında sıkışmış mikro bir dünyada  elbette ve doğal olarak, değil çölde kaybolan deveyi ihmal, bireyi ihmal etmek kaçınılmaz olacaktı.
“Gücün zirvesinde iken karıncaların ve kelebeklerin çığlığını kim duyarsa, Sultan Süleyman odur!”
Sultan Süleyman olmak kolay değil! Ama görünen o ki; Sultan Süleyman’ın gücünün binde biriyle bile güç sarhoşluğuna kaptırmak, bunun getirisi olarak; ne idüğü belirsiz; yalaka, pohpohcu, alavare dalavereci ve fırsatçılarla, gücün en çok sevdiği kibir okşayıcılarıyla, -evet efendimciler-le, bunlarla biraraya gelip oynanan kirli oyunlarla büyük bir hayalin ortasında yaşamak ve kendini Sultan Süleyman sanmak çok kolay!
Sultan Süleyman güçlüydü ama cümle gücüne rağmen, kendini kendi gibilerin dünyasına kapatmadığı için, dünyasını etrafına toplanan yalaka, pohpohcu, soytarı ve kendinden yana olanlarla küçültmediği için, o şaşaaya rağmen karıncaların ve kelebeklerin çığlığını duyabildiği için güçlüydü.
Ve bu garip baba!  Sırtında minicik oğlununun cansız bedenini taşıyan baba! Bu babanın sessiz çığlığı! Elbette duyulmadı. Zira soytarıların borazanlarını dinlemek daha tatlıydı! Hem bunca tantana arasında kimin bu sessiz çığlığı duyacak hali kaldı?
Tek bildiğim ben bu adamın olduğu ülkenin lideri olsaydım ölmüştüm şimdi! Cümle yaşananları geçiyorum, öncekileri, sonrakileri, hepsini atıyorum zihnimden, sadece bunu alıyorum karşıma. Kalbi olan ölür be!
Ölmesem de susardım belki ömrümün sonuna kadar konuşamazdım! Konuşmaya mecalim kalmaz, ya da en azından yüzüm olmazdı!
Velev ki duymuyorlar çığlıkları diyorum, ki olası değil, o halde ben duyurayım diyorum. Dünden beri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e tweet atıyorum. Belki, bir umut, hala… Olur ya!
Keşke çıldırsak! Keşke çıldırışımız hırsımızdan, arsızlığımızdan, türlü safsatalardan olmasa da sadece -sırtında minicik oğlunun cesedini taşıyan şu baba- için olsa! Belki biraz insan olurduk!
—————————————————————-
Bu olaya bakarken ben masumum yanılgısına düşmemeli. Hiçbirimiz ama hiçbirimiz sahici anlamda masum değiliz! Kimse sütten çıkmış ak kaşık değil! Her yapılanı sırf Akp yaptı diye onaylayanlar kadar, her yapılanı sırf AKP yaptı diye reddedenler de suçlu! Vicdan ayarlarını zaten böyle kişiler ve olaylar bozdu.
Akp nefreti de, Akp fanatizmi de gözleri kör edip, kalpleri taş etti. Her olumsuzluk karşısında Akp’ye çakmak için fırsat kollamak ya da her eleştiriyi doğru bile olsa sırf AKP karşıtıdır diye savunmak, ikisi de berbat şeylere sebep oldu bu ülkede. Bölündük! En önemlisi insanların doğal vicdan refleksleri kayboldu! Vicdana göre değil tarafa göre şekil alıyor kalplerimiz, çok yazık! Doğrular bu yüzden çok bulanık!

——————
Yoruma kapalı yazı. Tartışma isteyen daha önce dediğim gibi kendi mecrasını kullanabiliyor nasılsa.

Hiç yorum yok: