Hayatım
boyunca hiçbir gruba, hiçbir zümreye ait olamadım. Her zaman ama her
zaman grupların hem içinde, hem dışında yer aldım. En basit
arkadaşlıklarımda bile böyleydi bu. Çok yakın olduğum arkadaşlarımla,
çok keskin ayrışmalarım da vardı hep. Hatta en yakın arkadaşlarımla da
vardı aramda bu ayrım. Aldırmazdım, o ayrışmalara rağmen herkesle, her
kesimle muhabbetim hep vardı. Çünkü benim için aslolan insandı, dahası insanlıktı.
Üniversite
yıllarında bir dönem küçük bir yurtta kaldım. Orada da gruplar vardı.
Öyle siyasi grup denemezdi bizimkine zira özel bir yurttu ve devlet
yurtlarından daha farklıydı. Fikir bazında benzeşenlerin, yaşam tarzında
benzeşenlerin, çalışkanların, tembellerin, mütevazi yahut uçukların
oluşturduğu birkaç kişilik basit gruplardı daha çok bahsettiğim. Elbette
siyasi görüş farklılığı da vardı ama bunlar daha çok bireysel fikir
olarak kalıyordu, böylesi bir gruplaşma bizde yoktu. İşte o yurtta
kalırken hemen herkesle arkadaşlık ederdim ben. Her gruptan birileri ile
muhabbetim illa ki vardı.
Bazen en
yakınımdakiler buna şaşırırdı, nasıl herkesle arkadaş olabiliyorsun diye
bana tepki koydukları ve bunu eleştirme malzemesi yaptıkları dahi
olurdu. Anlamazlardı ama ben de gruplaşmayı ve bunun bir diğeriyle
konuşmayı engelleyecek denli katılaşmayı anlayamazdım. Benim için bir
insanla ilişki kurmak, sohbete koyulmak hiç olmadı sıcak bir selam
vermek doğaldı, öbür türlüsü de benim anlayışımla tezattı. Zira insanca
bir konuşma, keyifli sohbetler, sıcak selamlar normaldi benim için ve
çok olağandı.
Üniversitenin
içinde ise keskin gruplar vardı. Ve benim her kesimden arkadaşlarım.
Sol örgütlere üye arkadaşlarım da vardı, sağ görüşlüler de, ve siyasi
görüşten epeyce uzak tipler de. Sadece kitaplardan ve kültürden
bahsedenler vardı, sadece fikirlerden bahseden de. Kürt arkadaşım da
vardı, Ermeni de, Alevi de… Beş vakit namazını kılan, başörtülü olan da
vardı, ateist olan da. Sabahlara dek ders çalışan da vardı, sabahlara
dek eğlence peşinde koşan da. Okulun popüler tipleri de vardı, okulun
sessiz tipleri de. Hasılı hemen her tür insanla konuşacak birşey vardı.
Gruplara
bakardım; fikirlere ve hemen hepsinde insancıl birşeyler yakalardım.
Bazen birine daha çok yaklaşırdım. Ama olmazdı! Ne yaparsam yapayım,
hangi grupta, ne tür insanla birlikte olursam olayım hep eğreti
dururdum. Bir türlü tam olarak o kaskatı çizilmiş fikir çemberlerine,
içerde kalmayı şart koşan o keskin şablona sığamazdım. Benim adıma o
çemberlerden dışarı fışkıran saçaklar oraya ait olmadığımın
göstergesiydi, boğulacak gibi olurdum ve dayanamaz kaçardım. Bir gruba
girme güven duygusu verir, kişiye yalnız değilsin dedirtir, aidiyet
emniyeti iyi hissettirir, seninle evet deyip seninle hayır diyenler bir
yere kadar iyi de gelebilir, bunlar iyi hoş ama ben sırf bunlar için
katılmadığım fikirleri, tavırları ve en önemlisi keskin ayrımları ve
ayrımcılığı kabulleniyor gibi yapamazdım. Zaten nerede bir fanatizm
görsem ardıma bakmadan kaçardım. Zira çok aşikar ki fanatizmin olduğu
yerde işe gelmeyen gerçekler gözardı ediliyor, gözler kör oluyor,
kalpler katılaşıyor, en demokratik görünende dahi öznellik kalmıyor,
samimiyet zaten yerle bir oluyor, sürüye karışıp sorunsuz gitmek
gerekiyor, gruba faydası olabilecek herşey doğru yanlış sineye
çekilirken, gruba aykırı şeyler, doğru olduğu vicdanen hissedilse bile
derhal gözardı ediliyor , yetmedi grubun içinden biri o grubun içinde
tezat bir fikri, düşünceyi, eylemi dillendirse hainlikle suçlanıyor,
dolayısıyla hak ve adalet duygusu yitiriliyor. Bu türden şeyleri
hissettiğim anda kendimi zorlamanın saçmalığını fark eder oradan derhal
uzaklaşırdım.
Bazen
fikirlerine tutunup bana kızanlar olurdu, zira taraf olmak, taraf
olmanın getirdiği şovenist dille konuşmak sanki zorunluydu, bazen de
arkadaşlığa tutunup bana hala yakın kalanlar olurdu. Neyse, aldırmazdım.
Ben ancak fanatizmden kurtulduğum kadar iyi ve rahat olurdum. Ama bunun
bir bedeli vardı: aslında hep yalnızdım.
Bunu en
çok ne zaman mı anlardım; ortam kızışıp da gruplar arasında ayrım
keskinleştiği zaman, gruplar arası saflar nefes alamayacak denli
sıkılaştığı zaman, sağlıklı düşünceler ve sağduyu yerini öfkeye, nefrete
bıraktığı zaman, insanlar kendi inandıkları ile yatıp kendi inandıkları
ile kalktığı zaman, başka türlü hiçbir düşünceye kendi içlerinden çıksa
bile tahammül edemediği ve dahası örttüğü zaman, kişiler grup
fikirlerini tümden kabul etmeseler de, yanlışı görseler de ortamın
sertliğinden bunu gözardı ettikleri zaman, bireysel fikirlerin önemi
kalmadığı zaman, düşünceler ve vicdanlar ideolojilere kurban edildiği
zaman dahası vicdanlar, hak ve adalet duygusu dahi ortadan kalktığı
zaman. İşte o zaman daha çok farkına varırdım yalnızlığımın.
Tıpkı şimdilerde olduğu gibi.
.
Az önce bu yazıyı bitirirken Elif Şafak’ın şu tweet’i ile karşılaştım:
“Bir kez
daha anladım ki ben kendine de eleştirel bakabilen, kendi doğrularından
da şüphe edebilen mütereddit ruhların yanında rahat ediyorum.”
Ona da yazdım: evet ben de, ama sayısı az bu türün!
Yalnızlık da buradan geliyor zaten.
.
1 yorum:
Haktan hukuktan bahsedersin solcu damgasını yersin; değerlere sahip çıkmaktan bahsedersin sağcı derler vs. Hep bunlarla karşılaştım. Oysa ki sağ-sol vb bölücülükten başka bir şey değildir benim için. İlla ki taraf olmaksa kendiliğinden insanlıktan yana buluyorum tarafımı. Ve illa ki insanları böleceksek, sömüren ve sömürülen vardır diyorum. Bunun da dini,ırkı, cinsiyeti yoktur.
Bi de çok öpüyorum :)
Yorum Gönder