24 Haziran 2013 Pazartesi

Taraf Olamam!



Hayatım boyunca hiçbir gruba, hiçbir zümreye ait olamadım. Her zaman ama her zaman grupların hem içinde, hem dışında yer aldım. En basit arkadaşlıklarımda bile böyleydi bu. Çok yakın olduğum arkadaşlarımla, çok keskin ayrışmalarım da vardı hep. Hatta en yakın arkadaşlarımla da vardı aramda bu ayrım. Aldırmazdım, o ayrışmalara rağmen herkesle, her kesimle muhabbetim hep vardı. Çünkü benim için aslolan insandı, dahası insanlıktı.


Üniversite yıllarında bir dönem küçük bir yurtta kaldım. Orada da gruplar vardı. Öyle siyasi grup denemezdi bizimkine zira özel bir yurttu ve devlet yurtlarından daha farklıydı. Fikir bazında benzeşenlerin, yaşam tarzında benzeşenlerin, çalışkanların, tembellerin, mütevazi yahut uçukların oluşturduğu birkaç kişilik basit gruplardı daha çok bahsettiğim. Elbette siyasi görüş farklılığı da vardı ama bunlar daha çok bireysel fikir olarak kalıyordu, böylesi bir gruplaşma bizde yoktu. İşte o yurtta kalırken hemen herkesle arkadaşlık ederdim ben. Her gruptan birileri ile muhabbetim illa ki vardı.
Bazen en yakınımdakiler buna şaşırırdı, nasıl herkesle arkadaş olabiliyorsun diye bana tepki koydukları ve bunu eleştirme malzemesi yaptıkları dahi olurdu. Anlamazlardı ama ben de gruplaşmayı ve bunun bir diğeriyle konuşmayı  engelleyecek denli katılaşmayı anlayamazdım. Benim için bir insanla ilişki kurmak, sohbete koyulmak hiç olmadı sıcak bir selam vermek doğaldı, öbür türlüsü de benim anlayışımla tezattı. Zira insanca bir konuşma, keyifli sohbetler, sıcak selamlar normaldi benim için ve çok olağandı.

Üniversitenin içinde ise keskin gruplar vardı. Ve benim her kesimden arkadaşlarım. Sol örgütlere üye arkadaşlarım da vardı, sağ görüşlüler de, ve siyasi görüşten epeyce uzak tipler de. Sadece kitaplardan ve kültürden bahsedenler vardı, sadece fikirlerden bahseden de. Kürt arkadaşım da vardı, Ermeni de, Alevi de… Beş vakit namazını kılan, başörtülü olan da vardı, ateist olan da. Sabahlara dek ders çalışan da vardı, sabahlara dek eğlence peşinde  koşan da. Okulun popüler tipleri de vardı, okulun sessiz tipleri de. Hasılı hemen her tür insanla konuşacak birşey vardı.

Gruplara bakardım; fikirlere ve hemen hepsinde insancıl birşeyler yakalardım. Bazen birine daha çok yaklaşırdım. Ama olmazdı! Ne yaparsam yapayım, hangi grupta, ne tür insanla birlikte olursam olayım hep eğreti dururdum. Bir türlü tam olarak o kaskatı çizilmiş fikir çemberlerine, içerde kalmayı şart koşan o keskin şablona sığamazdım. Benim adıma o çemberlerden dışarı fışkıran saçaklar oraya ait olmadığımın göstergesiydi, boğulacak gibi olurdum ve dayanamaz kaçardım. Bir gruba girme güven duygusu verir, kişiye yalnız değilsin dedirtir, aidiyet emniyeti iyi hissettirir, seninle evet deyip seninle hayır diyenler bir yere kadar iyi de gelebilir, bunlar iyi hoş ama ben sırf bunlar için katılmadığım fikirleri, tavırları ve en önemlisi keskin ayrımları ve ayrımcılığı kabulleniyor gibi yapamazdım. Zaten nerede bir fanatizm görsem ardıma bakmadan kaçardım. Zira çok aşikar ki fanatizmin olduğu yerde işe gelmeyen gerçekler gözardı ediliyor, gözler kör oluyor, kalpler katılaşıyor, en demokratik görünende dahi öznellik kalmıyor, samimiyet zaten yerle bir oluyor, sürüye karışıp sorunsuz gitmek gerekiyor, gruba faydası olabilecek herşey doğru yanlış sineye çekilirken, gruba aykırı şeyler, doğru olduğu vicdanen hissedilse bile derhal gözardı ediliyor , yetmedi grubun içinden biri o grubun içinde tezat bir fikri, düşünceyi, eylemi dillendirse hainlikle suçlanıyor, dolayısıyla hak ve adalet duygusu yitiriliyor. Bu türden şeyleri hissettiğim anda kendimi zorlamanın saçmalığını fark eder oradan derhal uzaklaşırdım. 

Bazen fikirlerine tutunup bana kızanlar olurdu, zira taraf olmak, taraf olmanın getirdiği şovenist dille konuşmak sanki zorunluydu, bazen de arkadaşlığa tutunup bana hala yakın kalanlar olurdu. Neyse, aldırmazdım. Ben ancak fanatizmden kurtulduğum kadar iyi ve rahat olurdum. Ama bunun bir bedeli vardı: aslında hep yalnızdım.

Bunu en çok ne zaman mı anlardım; ortam kızışıp da gruplar arasında ayrım keskinleştiği zaman, gruplar arası saflar nefes alamayacak denli sıkılaştığı zaman, sağlıklı düşünceler ve sağduyu yerini öfkeye, nefrete bıraktığı zaman, insanlar kendi inandıkları ile yatıp kendi inandıkları ile kalktığı zaman, başka türlü hiçbir düşünceye kendi içlerinden çıksa bile tahammül edemediği ve dahası örttüğü zaman, kişiler grup fikirlerini tümden kabul etmeseler de, yanlışı görseler de ortamın sertliğinden bunu gözardı ettikleri zaman, bireysel fikirlerin önemi kalmadığı zaman, düşünceler ve vicdanlar ideolojilere kurban edildiği zaman dahası vicdanlar, hak ve adalet duygusu dahi ortadan kalktığı zaman. İşte o zaman daha çok farkına varırdım yalnızlığımın.

Tıpkı şimdilerde olduğu gibi.
.
Az önce bu yazıyı bitirirken Elif Şafak’ın şu tweet’i ile karşılaştım:

“Bir kez daha anladım ki ben kendine de eleştirel bakabilen, kendi doğrularından da şüphe edebilen mütereddit ruhların yanında rahat ediyorum.”

Ona da yazdım: evet ben de, ama sayısı az bu türün!

Yalnızlık da buradan geliyor zaten.
.
keep calm

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Haktan hukuktan bahsedersin solcu damgasını yersin; değerlere sahip çıkmaktan bahsedersin sağcı derler vs. Hep bunlarla karşılaştım. Oysa ki sağ-sol vb bölücülükten başka bir şey değildir benim için. İlla ki taraf olmaksa kendiliğinden insanlıktan yana buluyorum tarafımı. Ve illa ki insanları böleceksek, sömüren ve sömürülen vardır diyorum. Bunun da dini,ırkı, cinsiyeti yoktur.

Bi de çok öpüyorum :)