9 Mayıs 2013 Perşembe

Yurtdışında Yaşamak mı, Yurtiçinde Olmak mı? Gitmek mi yoksa Kalmak mı?



Uzun süredir soru yumağıyım. Kendime sorduğum onlarca soru var. Bu sorular zihnimde dilediklerince dolanıyorlar. Bazen biri öne çıkıyor, bazen öteki sırayı alıyor. İçlerinden en belirgini de; gitmek mi, kalmak mı? Bazen biri çok cazip geliyor, bazen öteki. Selim’in kaotik okul durumunun üstüne eklenen İ. nin değişken iş halleri sanki birşeylere çağırıyor bizi. Buraya 2 senelik diye gelmiştik ama o varsayılan birşeydi. Sonuçta 10 senelik plan da yapsak, 1 aylık da hayat bizim beklemediğimiz anda değişikliklere gitmez mi? Bu yüzden planlara zerre kadar itimadım yok benim. Benim tek planım hep bir adım ötesi, ki onun bile çok değişkenli hale dönüşmesi an meselesi.
Üstelik karar arefesinde olduğumuz tam şu sırada karşımıza çıkartılan üç teklif var; İstanbul’a dönmek, İskoçya’da kalmak ya da Londra civarına konuşlanmak. Hatta bu arada tüm bu ihtimallerden ayrık bir biçimde Kanada şıkkı bile çıktı ortaya ama o ihtimal olarak biraz daha uzak. Öyle birşey ki böylesi bir durumda kalmak; hangisi, neresi, buna bağlı olarak değişen, okul, ev işleri ve olursa gene taşınma stresi ama hepsinden ötesi vereceğimiz karar doğru karar olur mu ki endişesi.
Bir süredir düşünüyorum; dönmek nasıl olur üzerine. Dönersek ya da kalırsak ne olur? Yurtdışında yaşamayı neden tercih etmeli, ya da yurda dönmeyi istemeli mi vesaire…
“Erken dönmek konusunda mantığını kendime dahi açıklayamadığım ama ciddiyetle inandığım bir takıntım var: neden bilmem, şimdi dönersek bu gidişin ailede herkesin hücrelerine dek nüfuz edeceğini ve hepimizin içine ömür boyu sürecek denli gariplik, yenilgi, bozgun yükleyeceğini hissediyorum. Böyle hikayeleri olan ailelerin birçoğunun çocuğunda da aynı durumun hasıl olduğunu gördüğümden belki de.”
.
Şimdi aklıma geldiğince, yergiye yahut övgüye kapılmadan, benden böylesi bir yazı isteyen birçok kişi için de belki faydası olur diye yazıyorum maddeleri, mümkün olduğunca objektif şekilde;
Önce yurtiçinde olmanın daha mantıklı olduğu göze batıyor. Şöyle ki;
1. Burada henüz araba kullanamıyorum, dolayısıyla eteğimde iki çocukla hiç de rahat olamıyorum, bir tek trene rahat binebiliyorum, ama o da araba konforunda olmuyor tabii ki. Ha keza otobüsler de öyle. Yanısıra burada tersten akan ve yaya olarak bile adapte olamadığım bir trafik var. Hala önce sağa mı yoksa sola mı bakmalı düşünüp duruyorum. Üstelik bende yön tespit etme yoksunluğu var. Bir de burada şeritler de, park yerleri de dar.
2. Dillerini bile doğru dürüst konuşamıyor, derdimi rahatça anlatamıyorum, bu aslında büyük sıkıntı. Hele Selim’in okul işlerinde bu konuda çok sıkıntı çektim.
3. Burada dışarda yemek yemek tam bir muamma. Vejeterjan menüler dışında hiçbirşey yemiyorum/uz. Ama bu da yeterli değil marketten alacağımız hemen herşeyi detaylıca incelemekten yorgun düşüyoruz. Gerçi bu iyi birşey zira üşenip almaktan vazgeçiyorum çoğunlukla.
4. Ben her ne kadar öyle bir girişimde olmasam da; Türkiye’de bakıcı, yardımcı, temizlikçi bulmak mümkün. Burada ise hizmet dediğimiz şey oldukça pahalı. Ve genelde hemen herkes kendi işini kendi görüyor. Dolayısıyla iş yükü çok fazla. Hele bir de yalnızlık olunca. Gerçi benim için bu konuda ha Türkiye olmuş, ha burası farketmiyor ya.
5. Türkiye’de çocuğu okula göndermek kolay. Çocuk servis ablası eşliğinde servise biniyor, özel okulsa gidip kahvaltısını dahi orada yapıyor. Burada okula aile bırakıyor, okul yemekleri her ne kadar özenli olsa da içi rahat etmiyor insanın ve evden okula götürmek üzere yemek hazırlanıyor. Önceleri balık ve peynirli pizza olduğu günlerde okulda yiyebiliyordu Selim, ama sonra bir problem olduğunda her ne kadar çabalasa da kaçak yapabilme dürtüsünün olduğunu farkettim.
6. İki çocuğun okula bırakılması ise tam karmaşa. Devlete ait bir nevi kreş olan Nursery’ler yarım gün ve bu durumda; sabah Selim’i ve ardından Kerim’i bırak, öğlen Kerim’i al, ikindi de Selim’i al şeklinde oluyor. Hasılı anne başka iş yapmasa da oluyor. Burada okula bırakmak için bakıcı nevinden birini bulanları şimdi anlıyorum.
7. Hava konusunda diyecek pek birşey yok. Malum ülkemizde mevsim gibi dört mevsim var. Burada ise Kış, Kıştan dönme ilkbahar ve Kışa dönük sonbahar var. Ve bol yağmur var, güneş çok az.
8. Türkiye’de sağlık sistemi buralara nazaran harika. Öyle ki birçok gelişmiş ülkeden çok daha ala durumdayız bu konuda. Buralarda ise bu çok marazi bir konu. Burada Aile Hekimliği gibi birşey var. Oraya gitmeden ve oradaki doktor sevk etmeden hiçbir yere gidemiyorsunuz. Yani hadi kalkıp hastaneye gideyim, derseniz bu imkansız. Ne özel, ne de devlet hastanesine üstelik. Özel sigortanız olsa bile önce Aile Hekiminden geçmeniz gerekiyor. Ne var bunda diye düşünürken şu durum daha da zorlaştırıyor işi: Aile Hekimine gittiniz diyelim, sevk etti diyelim, bunun için de en az 15 gün beklemeniz lazım. Bu süre zarfında evinize randevu mektubunuz geliyor ve onunla gidebiliyorsunuz ancak. Bekleyebilirken bu dert değil ama hızlı halledilmesi gereken işlerde bu çok zorlayıcı oluyor.
9. Türkiye’de bolluk var, bereket var… Burada ise herşey var ama hem tatsız hem de pahalı. Öyle ki pek çok şey taneyle satılıyor. Misalen patlıcan, salatalık, bilumum meyve, sebze taneyle satılıyor.
7. Türkiye’de yurdunda olmak var. Senin dilinde konuşan insanlar, senin gibi insanlar, bildik yerler ve çekincesizlik var. Alıştığımız bir düzen ya da daha doğrusu düzensizlik içindeki düzenimiz var:)
.
to stay or to go - delianne
.
Yanısıra yurt dışında daha doğrusu İngiltere/İskoçya’da yaşamanın nesi var? Daha çok detaylarla anlatabileceğim şeyler var. Şöyle ki;
1. İnsancıl anlamda  çok şey var. Misalen bunu Londra’ya yerleşen Cüneyt Özdemir’den okumuştum: 21 cm lik kaldırımlar. Minicik bir detay ama -insanına değer vermek bakımından- çok şey anlatıyor değil mi? Nereye giderseniz gidin kaldırımlar 21 cm. Afallamak, topallamak yok, engelliye tümden saygı var.
Misalen burada çocuk kanalları var.  Özellikle devlet televizyonu olan BBC dikkatimi çekiyor. Engelli insanlar var, estetiksiz, doğallıkla program sunan, programlara çıkan, yaşlanmış insanlar var. Yani televizyonda (ve gerçek hayatta da aslında) kusursuzluğa tapınmadan ziyade herkesi her türlü kabul etmeye yönelik bir hal var. Çocuk kanallarında ise hepten bir karma var. Beyaz, siyah, sarı ırk, başörtülü, engelli her türlü. Program sunan kızlardan birinin dirsekten itibaren kolu yok mesela. Bizim çocuklar ilkin şaşırmışlardı gördüklerinde. Hatta Kerim epeyce soru sormuştu bu yönde. Ama bir de baktım giderek alışmışlar. Şimdi gayet olağan izliyorlar. Yani; çocuğa farklı olanla olağanlıkla yaşamak dürtüsü işleniyor ki bu çok, çok, çok önemli bence.
BBC’nin çocuk kanallarında reklam yok. Bu bence çok önemli bir detay. Çocuk kanalında reklam olması çocukları alışveriş ve alma hastalığına sürüklüyor ki bu çok kötü.
2. Yurt dışında yaşamaya başladığında ülkene ve kendine dışarıdan bakmak var. Gene Cüneyt Özdemir; kendi ülkemizde iken tencerede kaynayan kurbağalarmışız, diyordu. Yani kurbağayı suya koyup ateşi açtığınızda ısınan suyu hissetmezmiş ya kurbağa o misal. Şimdi dışarıdan bir gözle baktığımda ne denli yüksek potansiyelli ama bu potansiyel içinde garibanlık çeken; gerçekten -yalnız ve güzel ülkem-i görebiliyorum. Görsem birşey mi olur derseniz, belki bu ileride birşeyler yapmak için, biz ya da çocuklarımız için bir neden olur diyebilirim. Ki ben hayata bir adım geri çekilip bakmanın dahi çok faydalı olacağı kanaatindeyim, bu da onun gibi birşey. 
3. Londra gibi metropoller için sözkonusu değil ama İskoçya’da hiç trafik yok. Yollar sereserpe açık duruyor önünüzde. Ve saygı var. Daha önce de yazmıştım, kırmızı ışıkta durdunuz diyelim, yeşil yandı ve siz daldınız duruyorsunuz hala, arkanızdaki de duruyor, korna çalmıyor, ta ki farkedesiniz. Yayaya yol verme çok ama beri yandan su göletinden hiç hız kesmeden de geçip baştan ayağa çamura bulayabiliyorlar sizi de:)
4. Buralarda House dedikleri dubleks evlerde oturmak (maalesef) bizim ülkemizin şartlarına göre çok daha ulaşılabilir ve olağan. Evler genellikle bahçeli ve bu da bana çok daha insani bir durum gibi geliyor. Zira insanoğlunun bahçeye ihtiyacı var. Çok hem de.
5. Dış mekanda büyük bir estetik ve özen var. Bahçeler, yollar bakımlı. Tabii hemen her şehrin (özellikle Glasgow’un) bakımsız, berbat yerleri de var. Her yer aynı derecede özenli ve estetik değil ne yazık ki.
8. Yeşillik var. Alabildiğine. Doğayla içiçe olmak çok kolay. Mekanlar müsait. İmkanlar müsait. Düzenli ve konforlu kamp yerleri var. Orman gezintilerinde bile güvenlikli yollar var. Ya da dağa tırmanma şeritleri hep tırmanışa müsait halde yapılmışlar.
9. Doğaya saygı var. Çöpler; yiyecek, kağıt, plastik, bahçe ve ev çöpü diye ayrı ayrı biriktiriliyor her evde. Her çöpe ait ayrı çöp kovası var ve çöp kamyonları bu yüzden günde bir kaç sefer düzenliyorlar. (Haftada bir gün)
10. Detaylar, detaylar… Misalen hemen her evde şömine var. Yapay yahut gerçek. Ama her şöminenin yanında karbondioksit gazı için alarm var. Düşünüyorum geldiğimden beri; ülkemde soba dumanından ölen insanları… ucuz hayatlarımızı.. oysa minicik bir alet hepi topu ama 21 cm.lik kaldırımlar gibi bu da işte… Evlerin olmazsa olmazı yangın alarmları… Hemen her restoranda çocuk menüsü ve çocuklara dair aktiviteler. Misalen bir restorana gittiğinizde özel bir aktiviteleri yoksa arkasında bilmece, bulmaca, boyama aktiviteleri olan menü kağıtları ve boyama kalemleri getiriyorlar. Çok basit ve ucuz bir aktivite ama ne denli önemli olduğu öngörülebilir annelerce:)
11. Hayatın içinde her kesimden, her yaştan insan var. Ne yaşlılar burası gençlerin yeridir deyip girmemezlik ediyor, ya da bu elbise genç işidir deyip giymemezlik ediyor, ne engelli evine kapanıyor (ki yolların, giriş-çıkışların müsait olması çok önemli burada tabii), ne aile çocukla gidilmez deyip eve tıkınıyor.. Sokakta, mağazada, markette, restoranda herkes var.
12. Buralarda her yerde randevu sistemi var dolayısıyla işin ucunda beklemek olsa da düzen var. Emlakçıya gitmek de, bankaya gitmek de, biriyle görüşmek hep randevuyla. Yani öyle bizdeki gibi hadi deyip gidilmiyor hiçbir yere. Polise ikamet evrağı vermek bile randevuyla saatinde. Ve randevunun kaçırılmasından da hiç hazzetmiyorlar. Normalde saatinde giderseniz gayet ilgili ve sıcakkanlı bulacağınız insanlar randevu gecikmişse buz kesiyorlar.
13. İyi mi kötü mü bilemediğim bir sistem var; burada doktorlar mümkün olduğunca müdahaleden ve ilaçla tedaviden kaçınıyorlar. Duyduğuma göre devlete ekstra yük çıkmasın diye de böyle yapanlar var. Yani bizdeki çoğunluğun aksine. Ama devlet doktoru da olsa özel doktor da olsa hastayı rahatlatan bir yapıları var. Doktorlar bekleyen hastaları gelip bizzat kendileri odalarına çağırıyorlar, siz sormadan daha hastalığınız hakkında detaylıca bilgi veriyorlar. Ne yazık ki bu konuda bizim özel hastane doktorlarımız bile konuşmaktan kaçınıyorlar. Ki hastanın en çok buna ihtiyacı var. Bir de doktorlarımızın çoğunda neden bilmem felaket tellalcılığı var. Burada ise sakinler. Ben böbreklerimle ilgili bir problem için doktora gidiyorum uzun süredir, en son gelmeden Türkiye’de oldukça iyi bir hastanenin iyi bir doktoruna göründüm. Doktora gittiğimde sapsağlamdım ancak çıktığımda az sonra ölüyorum sandım. Öyle bir anlattı ki hastalığımı dedim tamam ecelim geldi. Buraya geldiğimde ise doktor son derece sakin; kontrol altında olmam gerektiğini ama henüz kaygı edecek bir durumda olmadığımı söyledi. (Yani umarım:))
14. Benim için çok önemli birşey; 24 saat açık marketler var. Moskova’da da vardı bu ve ben çok hoşnuttum. Geç saate dek oralarda mısın ki derseniz hayır, hiç gitmedim derim ama o açıklığın bana verdiği bir sıcaklık ve güven duygusu var. Bir de zevkli, vintage öğeli, kalitenin ucuza alınabildiği dükkanlar var.
15. Evet hükümetler ve siyaseten eleştirilebilir bu ülkeler, dünyanın ümüğünü sıkarak bu konforu sağlıyor olabilirler, özellikle İngilizler, ama durum böyle.
Yanısıra, yurtdışında yaşamanın bence en etkin ve akıl çeldirici yanı; yeni hayatlara, yeni insanlara dokunmak, herkesi eşit oranda kucaklayabilecek, farklılıkları sevebilecek bir öngörüyle uyanıklık içinde olmak, farklı bakış açısı kazanmak, monotip düşünceden uzaklaşmak, dediğim gibi bir adım geri çekilip yaşama bakmak, özellikle ardımda bıraktığım yaşama, alışkanlıklardan kurtulmak, ezber bozmak ve benim gibi -öğrenmeye tutkun- biri için yeni şeyler tanımak, tatmak, duymak, dinlemek, söylemek, görmek, dolmak ve taşmak…
.
Hasılı iki tarafında olumlu, olumsuz yanları var.Başlarken niyetim aydınlanmaktı ama şimdi tümden ortada kaldım.
Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler demeli iyisi mi…

Hiç yorum yok: