20 Şubat 2013 Çarşamba

Ah İstanbul ile Acımak!



Yıllar önce kendimce bir farkındalıkla gene kendimce bir düstur edinmiştim: Kendine acıma, demiştim n’olursa olsun kendine acıma! Acıma ve merhamet duygularını başkalarına sakla, tüm dünyaya acı ama yeter ki kendine acıma! Elbette kastettiğim şey; kendine zulmetmek değildi, kendine acıma acziyeti içinde olma ve acıma kisvesi altında kendini kayırma demekti niyetim!
Bir insana dünya üzerinde en çok kaybettiren şeylerden birinin kendine acımak olduğunu farkettiğimdendi bu düsturu benimseme sebebim. Ve bir insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüklerden biri olarak -kendine acımak- olduğunu düşünmemdendi.

Kendine acıyan insan, kendini sorgulamayan insan benim nazarımda. Başına gelen her dertte tasada anında gözlerini dünyaya çeviren, derdini yükleyecek ve kendini hafifletecek birini gözleyen ve belki ilk bulduğu garibana büyüklüğüne aldırmadan derdini apar topar yığıveren insan bence kendine acıyan insan. Ayağı taşa takılsa bunu tüm dünyadan biliyor ama tek kendine toz kondurmuyor, gözlerini asla ve kat’a kendine çevirmiyor ve peki ben ne yaptım da böyle oldu, demiyor, ne olmuşsa bu başkalarının kabahati oluyor. Bu türden insanların kötü yönde bir hareketi varsa bu karşısındakinin anormal hareketinden kaynaklanıyordur mesela, yahut negatif birşey yapmışsa bu bir başkasının ona davranışından ileri geliyordur, hasılı o öyle garibandır ki onun kötülüğü dahi başkalarının yansımasından, ayartmasından yahut kışkırtmasındandır. Başta anne ve babası, sonra kardeşleri, sonra hayatına giren büyük küçük cümle insan hatta insanlık hatalıdır, herkes onun olumsuzluklarından sorumlu zalimlerdir ama kendi her daim zulme uğramış bir mazlum gibidir.

Öyle insanlar tanıyorum ki; babası vefat etmiş ancak hala yaşadıklarının tüm acziyetini, tüm sefaletini mezara girmiş babasından bilir. Çocukken şöyle yapmış da, şöyle hatalı davranmış da o şimdi böyle eksiktir. Hasılı yaşı kim bilir 50′yi geçmiştir, atı alan değil Üsküdar’ı belki Yeni Zelanda’yı geçmiştir ama o hala kendine acımaktan şapkayı önüne alıp da düşünememiştir.
“Zira kendine acımak duygusu kilitler ileri düşünceyi.”
Bence. Kendine acıyan insan kendine bakmayı akletmediğinden, gözlerini kendi sefil mantığına çeviremediğinden, ben de şöyle yapmalıydım, diyemeyendir. Ve kendine acımak duygusu yüzünden körelen gözleri kendini iyileştirmeyi, ileriye bakmayı ve gerinin zaaflarından kurtulmayı engellemektedir. Ve kalbi ve zihni onlara eşlik etmektedir.
Kısaca bence kendine acıyan insan, kendine acımaktan vazgeçmediği sürece kendini bulamayacak, -ben-ine ulaşamayacak insandır. Çünkü bulmak için uğraş vermek, kendini deşmek gerekir ve bu da kendini acıtmayı getirir. Kendine acıyan insansa uğraşmayı sevmeyen insandır. Dünyanın en aşağılık ve en bayağı işi bir problemde suçu başkasına atmaktır lakin bu aşağılık eylem en kolayıdır. Kendine acıyan insansa kolaycıdır dolayısıyla sık sık bu aşağılık yönteme sarılmaktadır.
Kendine acıyan insan kendini acıtmaya yanaşmayan insandır. Bundandır dert yükünü derhal birine yüklemek istemesi, öbür türlü yüklerin durağı ta kendisi olacaktır. Onun için bence kendine acıyan insan, kendini bulamayandır.
.
İşte böylesi düşündüğüm zamanlarda Halil Sezai’yi dinledim. İlk dinlediğimde tahammül edemedim söylediklerine. Zira şarkılarının sözleri kendine acımakla dolu. Sonbahar’ın bile onunla derdi vardır, o ağlarken insanlar nasıl oluyor da gülüyordur, oysa o zavallı bir garibandır ve dünya ona karşıdır vesaire vesaire…  İ. sevmişti Halil Sezai’yi, bense bunak tipler gibi sürekli çemkirdim o dinlerken. Etmediğim laf kalmadı, hatta eski dizilerden (Sevgili Dünürüm gibi) tiplemelerini gözönüne getirdim. İ. sevmeye devam etti, bense büyük bir sevimsizlikle söylenmeye.
Ancak… 

.
Ah İstanbul, diyen şarkısını dinlediğimde, son ayların ağırlığının verdiği aşırı yüklenmeyle kendimi koyverdim. Yukarıdaki gibi ahkam kesen cümlelerimin tümü bir anda seslerini kesti. Yıllardan sonra ilk kez kendime acıdım. Sanki İstanbul’un aziz dizlerine koyup başımı ağlıyordum, sanki yoğun her acıda ana yüreğine sokulmak gibi İstanbul’a sokuluyordum. Sözlerin diğerleri umrumda değildi, ben her Ahhh İstanbul, deyişine bitiyordum.

İstanbul, Deli Anne
.
Ve işte bu zamanda bazen kendine acımanın da gerekli olduğunu hissettim. Ne zaman mı; sorunlar sizi taşa çevirdiğinde, duygularınız bedeniniz gibi kaskatı kesildiğinde, gözyaşlarınız kendiniz için akmayı kestiğinde bir parça kendine acımak iyi gelir ve yumuşatır sizi. İçinizdeki sert kıvrımların yumuşaması için, donmuş gözyaşlarınızın yeniden akması için bazen birazcık kendine acımak gerekir!

Hiç yorum yok: