Şu
aşağıda gördüğünüz benim. Annem anlatır durur bu anı. Çok güzel bir
bebekmişim, dayım eve fotoğrafçı getirtmiş, annemin diktiği elbise
üstümde ve ne yaparlarsa yapsınlar elimden bırakmadığım, sıkı sıkıya
tuttuğum kalemim. Elimden alamadıkları için kalemimi, onunla poz vermeme
razı olmuş ahali.
.
Annemler
küçükken kaleme olan tutkumu okuyacak bir kız olacağıma bağlamışlardı. O
zamanın nadide ve gözde mesleğiyle tabii ki doktor olacaktım. Doktor
olamadım. Son anda çark edip, tüm tıp tercihlerimi silmiş ve mühendislik
yapmıştım. Ne de olsa kafası çalışan her Türk genci gibi ya doktor ya
da mühendis olacaktım, diğer tüm meslekler kendime yazık edeceğim
anlamındaydı. Başka türden yeteneklerim, el becerilerim vardı ama onlar
ancak fobim olacaktı. Kazandım sınavları ve Matematik Mühendisi oldum.
Bu zorlu bölümü okurken çok sevdiğim matematikten epeyce soğudum ama
sonunda bitti ve ben bu kıymetli (!) ünvanı alıp eve kuruldum.
Aradan
yıllar geçti. Evlendim, iki çocuğa sahip bir anne oldum. Ve birkaç zaman
önce yukarıdaki pozun benzerini Kerim’de yakaladım. Gene bir bebek ve
gene elinden düşmeyen kalemi. Bir başka seviyor zaten Kerim kalemi.
Fıtrat olarak da, sima olarak da bana epeyce benzeyen bu çocuğun aynı
pozu ve kaleme olan tutkusu dikkatimi çekince; ‘Fotoğraf & Kerim
& Kalem’ denklemi zihnimde netleşince birşeyin farkına vardım:
“Yazmak benim kaderim!”
Yıllar sonra anlıyorum ki; benim elimdeki kaleme sıkı sıkıya sarılmam okumama değil yazmama delaletmiş meğerse. “
.
Ben
dünyada herkesin bir şekilde kendini anlatmaya çalıştığına inanıyorum.
Kimi konuşarak, kimi yazarak, kimi şarkı söyleyerek, kimi resim çizerek,
kimi yemek yaparak, kimi gerekirse takla atarak… ama illa ki
birşeylerle kendini anlatmak meram. Ve bence tüm uğraşımız bu meramı
bulmak, bu meramla içiçe olmak, bu meramla yol almak!
.
Benim
yaşama uğraşımsa; Yazmak! Yazmaya ihtiyaç duyuyorum ben. Delice! Yazmak
için uykusuz kalışım, vakit kaybetmemek adına ayakta alelacele birşeyler
atıştırışım, kıytırık zamanları oradan buradan toparlamaya çalışıp
yazıya kaçışım, yemek yapmayı zamandan kayıptan sanışım, kendimi
bırakmışlığım, kendime aldırmayışım, kendimi yazıya adamışlığım hep
bundan.
.
Yetiştiğim
çevrede kızların çoğu okula dahi gitmezken, babam kızlarını okutuyor
diye bilhassa annemin akrabalarının çoğu babamı küçümsüyorken ve bu kör
cehalet içindeyken ben günlük tutuyordum ilkokulda. Kimselerin bilmediği
bir günlüktü ancak her an bilinebilir endişesiyle çekinik yazardım ve
bir gün bu sebepten; yani samimiyetsizliğinden yırtıp atmıştım.
İlkokulda şiirim birincilik kazanmıştı. Ortaokulda kompozisyonlarım
dilden dola dolaşırdı, matematik, edebiyat ve resim öğretmenlerim çok
severdi beni, lisede şiirler yazdım, aman ne romantik şiirler, keşke
yırtıp atmasaydım, bir de küçük bir hikaye yazmıştım o dönemde, bir
menekşenin hikayesi… Sonra üniversiteye geldim, kendime dair yazdım,
defterler dolusu, zaten hep defterlerim oldu ve ben hepsini sonradan
okunur korkusuyla attım. Bir ara şarkı sözleri yazdım niye bilmem,
sanırım yazma dürtümle ne yapacağımı bilmediğimdendi ve bu sözleri
Tarkan’ın menajeri övgüyle almak istemişti ve daha neler. Derken bunu
ilk kez yazıyorum buraya; işsiz kaldığım o kriz dönemlerinde iki tane
kitap olacak taslağı yazdım ve sonradan bir köşeye attım.
İyi mi
kötü bilmiyorum yazdıklarım, bunu -Kibrin Tevazusu- olarak algılamayın,
kendimi karşıdan görmem imkansız, ya da başka bir gözle yazdıklarımı
okumam da, evet beğenilmek güzel bir duygu ve bir ihtiyaç da, aslında
biraz da tuhaf ve sakıncalı da ama derdim bu değil, ben yazmaya
muhtacım!
.
2 yılı
aşkındır blog yazıyorum. Bir süredir farkındayım ki 2 yıl benim
düşüncelerimin olgunlaşma süresi. 2 yıl flu olanların netleşme süresi
olduğu gibi, faydasız olanlardan da arınma süresi sanki. Ben bu yüzden
dualarımın kabulu için acele etmemeyi öğrendim. Bu sürenin benim için
yaşanması gerekli. Benim gibi değişken düşünceli, sabırsız ve aceleci
biri için en az 2 yıl gerekli. Sahih düşüncelerimin kaypak
düşüncelerimden arınması ve ayrılması için en az 2 yıl gerekli benim
için. Sanki düşüncelerim pişmesi için gerek ve yeter şart; en az 2 yıl o
düşünceyle hasbihal etmekmiş gibi hissediyorum. Blog da bu işi görüyor
şimdi.
.Zira
şimdilerde yerimde duramıyorum, fiilen kaynaşmasam da içim kaynıyor
hissediyorum. Daha önce şahit olmadığım bir yoğunluk var içimde. Blogla
artık tatmin olamıyorum. Öyle bir şey ki yaşadığım; yazdığım sırada konu
bitmek bilmediğinden ya o yazıyı tümden geri çekiyorum ya da başını
sonunu kontrol edemeyeceğimi düşündüğümden ve buna zaman da
yettiremeyeceğimden yazıya hiç başlamıyorum. Çünkü fırsatım olsa ve
kendimi bıraksam her gün sayfalar dolusu yazabilirim biliyorum. Ve şunu
çok net hissediyorum: içimde biriken şeyleri yazmazsam çıldıracağım ve
asla huzur bulamayacağım.
Ve
işte haber: Bugünlerde bir kitaba başladım ben. Zira kafamda ilk defa
bir kurgu var, karakterler var. Çok heyecanlıyım. İçim kıpır kıpır,
yazmak için çıldırıyorum. Kurguyu, karakterleri yerli yerince
kullanabilir miyim bilmiyorum ama yazdıkça oturtabileceğime dair ümit
besliyorum ve dua ediyorum. Zira bu istek verilmişse ve içime bu işin
hevesi ve düşüncesi düşürülmüşse inşaallah gerisinin de verileceğini
ümit ediyorum. Hiçbirşey boşuna değil ne de olsa. Bir kıpırtı bile
boşuna değilse bunca yoğunluk da boşuna olamaz sanıyorum. Ne olur siz
de dua edin bana! Ve lütfen olumlu dileklerinizi, dualarınızı,
desteğinizi gönderin. Diğerlerini geri çekin.
.
Bir
süredir Allah’a şöyle dua ediyorum: Allah’ım yazmak mesleğim olsun!
Neden olduğunu söyleyeyim: Bu iş benim mesleğim olursa rahatça, özgürce
ve saygılı bir izin verilebilirlikle yazabilirim diye. Çocuklardan ve
kocamdan aşırdığım bir iki saat değil de, İ’nin -işim var, çalışmalıyım-
diyerek rahatça ve sorgusuzca odasına çekilmesi gibi ben de özgürce ce
çekincesizce yazmaya gidebileyim diye. Küçük küçük kaçamaklar yerine
sahici ve saygılı zamanlarım olur diye. Çünkü gördüm ki meslekse
yaptığınız saygıyla izin veriliyor size, ama sözkonusu arzu, istek hatta
benimki gibi delice ihtiyaçlar olsa bile yeterince saygı görmüyor,
önemsenmiyorsunuz. Bu en yakınınız olsa bile bir şey değişmiyor. Yani
çocukluğumdan bu yana on yıllar geçmiş ama mantık aynı mantık.
Mühendislik yapsam, Matematikle uğraşsam hasılı iş yapsam tamam da, yazı
yazsam, -cık!- o işten sayılmıyor.
Şimdi buradan ilan etmemin bir sebebi de bu belki. Kitabımı yazıyorum demeyi deniyorum en azından bundan sonra:)
(Gene yazıyı bitiremiyorum)
.
Bu yüzden
blogda eskisi gibi duramayacağım. Hatta blogu kesmeyi dahi düşündüğüm
oluyor. Ama farkediyorum ki burası benim yalnızlığımı eksilten, yaşama
ağırlığımı alan, beni hafifleten bir yer ve buraya yazmakla iyi
oluyorum. Beri yandan burası çok da vaktimi alıyor, çocuklardan ve evden
kalan kıyrıtık zamanları toparlama birleştirme telaşındayım boyuna.
Lütfen dua edin! Destek verin! Yazmalıyım! Yazmalıyım, yoksa Sait
Faik’in dediği gibi yazmazsam gerçekten çıldıracağım!
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder