Çocukluğumun
geçtiği evin kocaman bir damı vardı. Ve bu damın üstünde merdivenlerin
olduğu yeri kapatan bir de küçük damı. Çok severdim oraya çıkmayı.
Çıkılacak merdiveni yoktu; bazen damın korkunç kenarlıklarından dizlerim
titreyerek çıkardım, bazen oraya yakın kapıdan düşe kalka tırmanırdım,
üstelik babam oraya çıkmamıza da kızardı ve ben babamdan çok korkardım
ama gene de vazgeçilmezimdi bu küçük dam ve ben ilk fırsatta kendimi
oraya atardım.
Son derece
uysal, sakin, yaramazlıkla asla işi olmayan ben, çocukluğumun tek
kazasını da bu dam uğruna yaşadım. İnmek için büyük dama atlarken, büyük
bir gümbürtüyle yere çakılmıştım. Yüzüm gözüm kan revan içinde
kalmıştı. Haftalarca bomba gibi şiş bir yüzle dolaşmış, çocukların alay
konusu olmuş, üstelik ön dişim de dilime batmıştı. Hala izi durur
dişimde bu kazanın. Hasılı bu damdan inmek de, bu dama çıkmak kadar
zordu ama benim için herşeye rağmen buna değerdi. Neden mi? Çünkü orada
Diyarbakır Surlarını aşardı görüşüm, sarı tarlaların olduğu dümdüz ovaya
açılırdı bakışım ve engin ufka dalardım. Ama en güzelini sabahları
yaşardım. Ne zaman güneş doğmadan uyanmışsam kendimi apar topar küçük
dama atardım. Zira orada, apaçık manzarada, muazzam gündoğumlarını
yakalardım.
Bağımlısıydım
o damın ve gündoğumlarının. İstanbul’a geldiğimde kaybettim o damı da,
gündoğumlarını da. Yıllarca bir hayal oldu o şehirde gündoğumlarını
yakalamak. Hep aklımda olmasına rağmen bir kez bile İstanbul’da bunu
yapamadım. Bir tek Selimiye’deki teraslı evde kışın günbatımlarını
yakalardım; apaçık manzaralı, engin denizde günbatımlarını yakalamak da
enfesti lakin sabahın tazeliğinde, o ilk uyanışı yaşamak bambaşka bir
şeydi.
.
Bu hayal
ve bu hayalin verdiği his son bir yıldır delice çekiyordu beni. Apaçık
görüşe sahip, uzanmış çayırlarda, hava insanın nefesi duman olacak kadar
serinken, herşey uyanmaya yüz tutmuşken gündoğumlarını yakalamaya adeta
aş eriyordum. Bu isteğimi kamçılamaya ve gözle görülür biçimde şaha
kaldırmaya vesile olansa Evgeny Grinko ve Vals parçasının klibi oldu.
Dilimden dökülmedi bu istek ama gözümün önünde, kalbimin
derinliklerinde, gönlümün en tatlı köşesinde hep durdu o hayalsi
görüntü.
.
Derken
İskoçya’ya geldik. Çayırlar vardı, ovalar, dümdüz uzanan tarlalar lakin
gündoğumlarını göremiyordum. Hele evimden hiç göremiyordum. Ancak… Kış
geldi ve harikulade birşey oldu; güneş giderek penceremden görünür
şekilde doğmaya başladı. Artık çok
net görebiliyorum gündoğumlarını ve hatta günbatımlarını. Şimdi sol
tarafta gün doğuyor, sağ tarafta gün batıyor. Ve evim tıpkı
çocukluğumdaki gibi gün boyu güneşi içeri alıyor. Yeter ki bulutsuz bir
hava olsun. O da az oluyor ama oldu mu da çok özel ve kıymetli oluyor.
.
.
Dün
Pazardı. Hava açıktı. Önce gündoğumunu izledim, sayısız fotoğraf çektim,
zaten her bulutsuz havada çekiyorum ya. Sonra bahçeye indim. Ve harika,
şahane, harikulade ve belki size olağan gelebilecek ama bence
olağanüstü şeyler yakaladım. Birçok fotoğraf çoğu kişin tekrar gibi
gelebilir ama benim için her farklı yaprak kıpırdaması, her farklı
ışıltı başka bir his, başka bir dünya adeta.
.
İşte evlerin ardında güneş doğuyor. (Aslında fotoğraflar gerçeklerinin yanında öyle zayıf kalıyor ki.)
.
Ve güneş altın sarısı ışığıyla penceremi aydınlatıyor.
.
En
sevdiğim; odamın bej duvarı geniş pencereden giren taze güneş ışığıyla
turuncuya dönüyor. Ve ben gölgemle geziniyorum o ışıkta.
.
Ortalık aydınlanıyor ve herşey açığa çıkıyor. Hava soğuk ve evlerden dumanlar yükseliyor.
.
Güneşin
doğduğu tarafta gökyüzünde tatlı bir pembelik oluşuyor. Ve bayıldığım
pudra rengi gökyüzü altında kurumuş dallarıyla ağaçlar bir başka oluyor.
.
Gene pembe
gökyüzünde enfes birşey oluyor. Ve nasıl bilmem her sabah güneye, her
akşam kuzeye göçen bu kuşlar beliriyor. Ve bu kuşlar bütün olarak
şekilden şekile giriyor ama hiçbiri sürüden ayrılmıyor. Bazen bu kuş
sürüsü büyük bir kuş şeklini dahi alıyor ve ben bu doğal uçuş
gösterisini keyifle izliyorum.
.
Bazı evler var; tepelerde bu evler ve pencereleri aldıkları taze güneş ışığı ile altın pencereli evlere gönüşüyor.
.
Komşunun
düz çatısı buz tutmuş. Bakıyorum, bahçedeki minik kulübemizin çatısı da
ha keza. Ve güneş ışığı değdikçe buzlar yıldız yıldız olup parıldamaya
başlıyor.
.
Kuşlar uçuyor mavi gökyüzünde. Sabah kuşları… Sabaha özel çığlıkları ortalığı kaplıyor.
.
Güneş
yükseliyor ve turuncu ışığı giderek şeffaflaşıyor. Gökyüzünün pembeli,
morlu alacalı rengi dağılıyor ve geriye sadece mavi kalıyor.
.
Güneş
yükseldikçe bahçe iyiden iyiye güneşi alıyor ve bende bir telaş
başlıyor. Bir an önce bahçeye inmek istiyorum. Çocuklar uyanık, birlikte
hararetli bir oyuna dalmışlar bunu fırsat bilip merdivenleri sessizce
inmeye çalışıyorum. Ancak ne yapsam da merdiven gıcırtılarına engel
olamıyorum ve biliyorum ki çocuklar bu gıcırtıları hemen takip ediyor.
Bu kez hemen gelmiyorlar ya aldırmıyorum.
.
.
Alt kata
dek inmiş güneş ve penceremi dolduruyor. Aslında pek de ince olmayan
perdem dahi, güneş ışığıyla şeffaflaşlaşıyor. Ama birşey var ki; elmas
gibi parlıyor. Dün akşam aldığım, yıllardır peşinde olduğum müzikli,
karlı kürem. Değen güneş ışığıyla ayna gibi parıldıyor ve ben bu
görüntüye doyamıyorum.
.
Bu ışıklı
katta kahvemi yapıyorum önce. Sonra üstüme aceleyle bir hırka geçirip,
bahçe kapısında duran parmak arası terliklerimi giyiyorum. Zira
ayakkabıları alıp giymekle vakit kaybetmek istemiyorum. Ayaklarım çıplak
ve üşüyecekler ama aldırmıyorum. Zaten üstümde de kırmızı pazen
pijamalarım var. Tıpkı çocukluğumda annemin diktikleri gibi. Tıpkı o
zamanlar küçük dama kaçtığım gibi, şimdi de bunca yıldan sonra üstümde
gene pazen pijamamla bahçeye kaçıyorum. Ve yıllar sonra anayurduma dönüyorum; yani çocukluğuma.
Eskiden
bahçeyi gören iki komşumdan çekiniyordum. Ama artık endişelenmiyorum.
Zira artık Peter da blogumdan haberdar ve bana Crazy Mom diyor, adım
nasılsa çıkmış ya, delice fotoğraflamamdan da çekince duymuyorum.
.
Bahçeye iniyorum. Henüz yükselmiş güneşle merdivenin duvara vurmuş gölgesini bile uzunca süre izliyorum.
.
Güneşin aydınlattığı kuru dallar, ışık oyunları kaldığı yerden devam ediyor.
.
Dallarda kalmış tek tük yapraklar güneşten aldıkları ışıkla sımsıcak bir şeffaflığa ulaşıyor.
.
Sabahın
neşeli ve haşarı sincapları iş başına geçiyor. Biri beni farketttiğinde
kalakalıyor gene öylece, o çılgın tepinmelerine son veriyor sanırım bu
sırada ne yapacağını düşünüyor.
.
Güneş var ama hava soğuk, bu yüzden kulübenin çatısı hala buzlu ve hala parıldıyor.
.
Buz gibi
havaya çıkan kahvemin dumanı hepten tütüyor ve ben bakmaya, her şeyi her
an fotoğraflamaya devam ediyorum. Bir yandan da keskin kahvemi
içiyorum. Soğukta sıcak kahveyi çok seviyorum.
.
Ben aşağıda aylaklanırken yukarda birileri çalışıyor. Ve ben gerisinde bıraktığı buz kristallerinden büyük keyif alıyorum.
.
Buz tutmuş
solgun çimler var ve üzerinde buz kalıbı gibi kalakalmış güzelim
yapraklar. Neredeyse çıplak ayaklarımla üzerlerinde geziniyorum ve
çatırtılarını duyuyorum. İlk kez deneyimlediğim bu şeyi seviyorum.
.
Toplamayı
ihmal ettiğim yabanmersinlerini görüyorum, buz tutunca parlak renkleri
yerini epeyce matlığa bırakmış güzelim yabanmersinlerini.
Ve ışık
oyunlarını, ışıkla parıltının uyumlu ve harikulade dansını yaşıyorum bu
andan sonra. Misalen buz kırıntılarının ufukla birleştiği yerdeki
ateşten gibi parıltısı ve o parıltının hat boyunca uzaması…
.
Tahta çitlerin dahi bu enfes ışıkta parıldaması…
Dallara düşen damlaların güneşte altın sim gibi parıldaması…
.
Kupkuru dalların dahi ışıkla ışıması ve parıldaması…
.
Ve geride yaldızlar varmış gibi ışıması o dalların ve dallarda kalan su damlalarının…
.
Kızılcıklarda biriken ve akmaya yüz tutmuş su damlalarının parıltısı…
.
Düştü düşecek derken düşmeden hemen önce göz kırpması o damlaların…
.
Ve muhtemeldir ki arkada kalan bir su damlasının bana gerçekten göz kırpan bir ışığa dönmesi…
.
Ve işte
bana bu sabahın armağanı… Yakaladım mı, yakalamadım mı diye epeyce
uğraştığım o parlak damlaların çektiğim karelerde ziyadesiyle çıkması..
Ağaçlara yıldızların düşmesi hasılı… Betimlemesi zor bu güzelliği..
.
Ve elbette
bunca süre sonra çocuklar anneyi aramaya çıkıyor. Biri beni buluyor
bahçede, biri bulayım derken bayıldığım küremi farkediyor.. Ben bahçeden
içeri giriyorum derhal… Zira kürenin akıbetinden endişeleniyorum.
.
Ve
korktuğum başıma geliyor: elinde küreyi evirip çeviren Kerim, karşısında
beni görünce müziğini açıp dans ediyorum anne, derken küreyi rastgele
bırakıyor ve küre gözümün önünde ama yetişemeyeceğim mesafede düşüp un
ufak oluyor. Kerim’in dansı yarım kalıyor, onu o kırıklardan çıkarırken
epeyce söyleniyorum. Korkusuna aldırmıyorum, kızıyorum, evde küçük çaplı
bir terör estiriyorum. Neden bir an nefes alamadığıma içerliyorum ama
bunu derken dahi çil yavrusu gibi dağılan çocuklarıma üzülüyorum…
Ne giden
küre, ne elime batan camlar canımı yakmıyor, ben kırılan canlara
üzülüyorum. Ve keşke bin küre gitseydi de ben onları üzmeseydim
diyorum… Hem annem kırılan cam iyidir, nazarı giderir derdi, neden böyle
düşünemedim diyorum. Ancak iş işten geçiyor.
.
Bir saati bulan temizliğin ardından tekrar bahçeye çıkıyorum. Ve bana pek manidar bakan bu kargayı görüyorum.
.
Güneş iyice
yükselmiş, hava daha sıcak ve buzlar eriyor ve bu sırada inci gibi
pırıltılar halinde kulübenin çatısından akıyor o güzel damlalar… Tek tek
izliyorum, çekiyorum, doyamıyorum…
.
Bu sırada kareye hiç beklemediğim ve nereden geldiğini bilmediğim bir kuş giriyor, görünce bunu seviniyorum.
.
{Milyon,
trilyon, katrilyon kez şükürler olsun bana bunları yaşatana. Bu
yaşadığımın verdiği hazzın şükrünü ifade etmem zor, çok zor! Ama daha
ötesi; özlemini çektiğim ve dile dahi getirmeyi düşünmediğim şeyi benden
çok daha iyi bilen BİR’inin gene onikiden vurması hedefi. Ben bundan
etkileniyorum en çok. Olay harika tamam ama oluş biçimi çarpıyor beni.
Ben haberdar değilken hiçbir şeyden ve kim bilir ne zırvaların
telaşındayken, beni benden öte benden ziyade düşünen O’nun gene benim
için hazırlaması bu harika mizanseni.
Hani Into The Wild filminden bahsetmiştim.
Gerçek bir hikayeden uyarlanan filmden. Orada tüm modern yaşantısını
ardında bırakıp, Alaska’ya; vahşi yaşama kaçan bir geçen vardı.
Alaska’ya vardığında her yer kardı. Bir tepeye tırmandı ve olanlar oldu.
Bembeyaz doğada geyikler serbestçe koşturuyordu, manzara öyle güzeldi
ki filmin kahramanı Chris’in gözleri dolmuştu. İşte öyle birşey bu. Ben
doğaya kaçamam ama bana da, benim durumuma, benim yaşantıma uygun
verilmesi bu güzelliklerin çok etkileyici değil mi?
Kaldı ki görmeye meyledince kuru bil dal ve o dalı görecek hal öyle kıymetli ve etkileyici ki. }
——————————————————————————————————————————————————————-
Ne güzelim yorumlarınıza cevap
yazabildim, ne yeni yazı yazabildim ve ne de maillerinizi
cevaplayabildim önceki hafta. Aslında önüm arkam sağım solum Selim şu
sıra. Bir takım kararlar arifesindeyiz. Yanısıra beklediğimiz görüşmeler
var, o yüzden netlik yok hayatımızda. Çok sevdiğim bu yerden taşınmayı
dahi düşünüyoruz bu sebeple. Üstelik geleli 5 ay olmuşken daha.
Karışığım gene, n’olur affedin ve kayıtsız görüntümden dolayı hakkınızı
helal edin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder