13 Kasım 2012 Salı

Olağan Olağanüstü Sabah



Çocukluğumun geçtiği evin kocaman bir damı vardı. Ve bu damın üstünde merdivenlerin olduğu yeri kapatan bir de küçük damı. Çok severdim oraya çıkmayı. Çıkılacak merdiveni yoktu; bazen damın korkunç kenarlıklarından dizlerim titreyerek çıkardım, bazen oraya yakın kapıdan düşe kalka tırmanırdım, üstelik babam oraya çıkmamıza da kızardı ve ben babamdan çok korkardım ama gene de vazgeçilmezimdi bu küçük dam ve ben ilk fırsatta kendimi oraya atardım.
Son derece uysal, sakin, yaramazlıkla asla işi olmayan ben, çocukluğumun tek kazasını da bu dam uğruna yaşadım. İnmek için büyük dama atlarken, büyük bir gümbürtüyle yere çakılmıştım. Yüzüm gözüm kan revan içinde kalmıştı. Haftalarca bomba gibi şiş bir yüzle dolaşmış, çocukların alay konusu olmuş, üstelik ön dişim de dilime batmıştı. Hala izi durur dişimde bu kazanın. Hasılı bu damdan inmek de, bu dama çıkmak kadar zordu ama benim için herşeye rağmen buna değerdi. Neden mi? Çünkü orada Diyarbakır Surlarını aşardı görüşüm, sarı tarlaların olduğu dümdüz ovaya açılırdı bakışım ve engin ufka dalardım. Ama en  güzelini sabahları yaşardım. Ne zaman güneş doğmadan uyanmışsam kendimi apar topar küçük dama atardım. Zira orada, apaçık manzarada, muazzam gündoğumlarını yakalardım.

Bağımlısıydım o damın ve gündoğumlarının. İstanbul’a geldiğimde kaybettim o damı da, gündoğumlarını da. Yıllarca bir hayal oldu o şehirde gündoğumlarını yakalamak. Hep aklımda olmasına rağmen bir kez bile İstanbul’da bunu yapamadım. Bir tek Selimiye’deki teraslı evde kışın günbatımlarını yakalardım; apaçık manzaralı, engin denizde günbatımlarını yakalamak da enfesti lakin sabahın tazeliğinde, o ilk uyanışı yaşamak bambaşka bir şeydi.
.
Bu hayal ve bu hayalin verdiği his son bir yıldır delice çekiyordu beni. Apaçık görüşe sahip, uzanmış çayırlarda, hava insanın nefesi duman olacak kadar serinken, herşey uyanmaya yüz tutmuşken gündoğumlarını yakalamaya adeta aş eriyordum. Bu isteğimi kamçılamaya ve gözle görülür biçimde şaha kaldırmaya vesile olansa Evgeny Grinko ve Vals parçasının klibi oldu. Dilimden dökülmedi bu istek ama gözümün önünde, kalbimin derinliklerinde, gönlümün en tatlı köşesinde hep durdu o hayalsi görüntü.
.
Derken İskoçya’ya geldik. Çayırlar vardı, ovalar, dümdüz uzanan tarlalar lakin gündoğumlarını göremiyordum. Hele evimden hiç göremiyordum. Ancak… Kış geldi ve harikulade birşey oldu; güneş giderek penceremden görünür şekilde doğmaya başladı. Artık çok net görebiliyorum gündoğumlarını ve hatta günbatımlarını. Şimdi sol tarafta gün doğuyor, sağ tarafta gün batıyor. Ve evim tıpkı çocukluğumdaki gibi gün boyu güneşi içeri alıyor. Yeter ki bulutsuz bir hava olsun. O da az oluyor ama oldu mu da çok özel ve kıymetli oluyor.
.
.
Dün Pazardı. Hava açıktı. Önce gündoğumunu izledim, sayısız fotoğraf çektim, zaten her bulutsuz havada çekiyorum ya. Sonra bahçeye indim. Ve harika, şahane, harikulade ve belki size olağan gelebilecek ama bence olağanüstü şeyler yakaladım. Birçok fotoğraf çoğu kişin tekrar gibi gelebilir ama benim için her farklı yaprak kıpırdaması, her farklı ışıltı başka bir his, başka bir dünya adeta.
 .

İşte evlerin ardında güneş doğuyor. (Aslında fotoğraflar gerçeklerinin yanında öyle zayıf kalıyor ki.)
.

Ve güneş altın sarısı ışığıyla penceremi aydınlatıyor.
.
En sevdiğim; odamın bej duvarı geniş pencereden giren taze güneş ışığıyla turuncuya dönüyor. Ve ben gölgemle geziniyorum o ışıkta.
.
Ortalık aydınlanıyor ve herşey açığa çıkıyor. Hava soğuk ve evlerden dumanlar yükseliyor.
.
Güneşin doğduğu tarafta gökyüzünde tatlı bir pembelik oluşuyor. Ve bayıldığım pudra rengi gökyüzü altında kurumuş dallarıyla ağaçlar bir başka oluyor.
.

Gene pembe gökyüzünde enfes birşey oluyor. Ve nasıl bilmem her sabah güneye, her akşam kuzeye göçen bu kuşlar beliriyor. Ve bu kuşlar bütün olarak şekilden şekile giriyor ama hiçbiri sürüden ayrılmıyor. Bazen bu kuş sürüsü büyük bir kuş şeklini dahi alıyor ve ben bu doğal uçuş gösterisini keyifle izliyorum.
.
Bazı evler var; tepelerde bu evler ve pencereleri aldıkları taze güneş ışığı ile altın pencereli evlere gönüşüyor.
.

Komşunun düz çatısı buz tutmuş. Bakıyorum, bahçedeki minik kulübemizin çatısı da ha keza. Ve güneş ışığı değdikçe buzlar  yıldız yıldız olup parıldamaya başlıyor.
.
Kuşlar uçuyor mavi gökyüzünde. Sabah kuşları… Sabaha özel çığlıkları ortalığı kaplıyor.
.
Güneş yükseliyor ve turuncu ışığı giderek şeffaflaşıyor.  Gökyüzünün pembeli, morlu alacalı rengi dağılıyor ve geriye sadece mavi kalıyor.
.

Güneş yükseldikçe bahçe iyiden iyiye güneşi alıyor ve bende bir telaş başlıyor. Bir an önce bahçeye inmek istiyorum. Çocuklar uyanık, birlikte hararetli bir oyuna dalmışlar bunu fırsat bilip merdivenleri sessizce inmeye çalışıyorum. Ancak ne yapsam da merdiven gıcırtılarına engel olamıyorum ve biliyorum ki çocuklar bu gıcırtıları hemen takip ediyor.  Bu kez hemen gelmiyorlar ya aldırmıyorum.
.
.

Alt kata dek inmiş güneş ve penceremi dolduruyor. Aslında pek de ince olmayan perdem dahi, güneş ışığıyla şeffaflaşlaşıyor. Ama birşey var ki; elmas gibi parlıyor. Dün akşam aldığım, yıllardır peşinde olduğum müzikli, karlı kürem. Değen güneş ışığıyla ayna gibi parıldıyor ve ben bu görüntüye doyamıyorum.
.


Bu ışıklı katta kahvemi yapıyorum önce. Sonra üstüme aceleyle bir hırka geçirip, bahçe kapısında duran parmak arası terliklerimi giyiyorum. Zira ayakkabıları alıp giymekle vakit kaybetmek istemiyorum. Ayaklarım çıplak ve üşüyecekler ama aldırmıyorum. Zaten üstümde de kırmızı pazen pijamalarım var. Tıpkı çocukluğumda annemin diktikleri gibi. Tıpkı o zamanlar küçük dama kaçtığım gibi, şimdi de bunca yıldan sonra üstümde gene pazen pijamamla bahçeye kaçıyorum. Ve yıllar sonra anayurduma dönüyorum; yani çocukluğuma.
Eskiden bahçeyi gören iki komşumdan çekiniyordum. Ama artık endişelenmiyorum. Zira artık Peter da blogumdan haberdar ve bana Crazy Mom diyor, adım nasılsa çıkmış ya, delice fotoğraflamamdan da çekince duymuyorum. 
.
Bahçeye iniyorum. Henüz yükselmiş güneşle merdivenin duvara vurmuş gölgesini bile uzunca süre izliyorum.
.

Güneşin aydınlattığı kuru dallar, ışık oyunları kaldığı yerden devam ediyor.
.


Dallarda kalmış tek tük yapraklar güneşten aldıkları ışıkla sımsıcak bir şeffaflığa ulaşıyor.
.

Sabahın neşeli ve haşarı sincapları iş başına geçiyor. Biri beni farketttiğinde kalakalıyor gene öylece, o çılgın tepinmelerine son veriyor sanırım bu sırada ne yapacağını düşünüyor. 
.
Güneş var ama hava soğuk, bu yüzden kulübenin çatısı hala buzlu ve hala parıldıyor.
.

Buz gibi havaya çıkan kahvemin dumanı hepten tütüyor ve ben bakmaya, her şeyi her an fotoğraflamaya devam ediyorum. Bir yandan da keskin kahvemi içiyorum. Soğukta sıcak kahveyi çok seviyorum.
.

Ben aşağıda aylaklanırken yukarda birileri çalışıyor. Ve ben gerisinde bıraktığı buz kristallerinden büyük keyif alıyorum. 
.

Buz tutmuş solgun çimler var ve üzerinde buz kalıbı gibi kalakalmış güzelim yapraklar. Neredeyse çıplak ayaklarımla üzerlerinde geziniyorum ve çatırtılarını duyuyorum. İlk kez  deneyimlediğim bu şeyi seviyorum.
.

Toplamayı ihmal ettiğim yabanmersinlerini görüyorum, buz tutunca parlak renkleri yerini epeyce matlığa bırakmış güzelim yabanmersinlerini.


Ve ışık oyunlarını, ışıkla parıltının uyumlu ve harikulade dansını yaşıyorum bu andan sonra. Misalen buz kırıntılarının ufukla birleştiği yerdeki ateşten gibi parıltısı ve o parıltının hat boyunca uzaması…
.

Tahta çitlerin dahi bu enfes ışıkta parıldaması…


Dallara düşen damlaların güneşte altın sim gibi parıldaması…
.

Kupkuru dalların dahi ışıkla ışıması ve parıldaması…
.


Ve geride yaldızlar varmış gibi ışıması o dalların ve dallarda kalan su damlalarının…
.
Kızılcıklarda biriken ve akmaya yüz tutmuş su damlalarının parıltısı…
.



Düştü düşecek derken düşmeden hemen önce göz kırpması o damlaların…
.

Ve muhtemeldir ki arkada kalan bir su damlasının bana gerçekten göz kırpan bir ışığa dönmesi…
.




Ve işte bana bu sabahın armağanı… Yakaladım mı, yakalamadım mı diye epeyce uğraştığım o parlak damlaların çektiğim karelerde ziyadesiyle çıkması.. Ağaçlara yıldızların düşmesi hasılı… Betimlemesi zor bu güzelliği..
.
Ve elbette bunca süre sonra çocuklar anneyi aramaya çıkıyor. Biri beni buluyor bahçede, biri bulayım derken bayıldığım küremi farkediyor.. Ben bahçeden içeri giriyorum derhal… Zira kürenin akıbetinden endişeleniyorum. 
.

Ve korktuğum başıma geliyor: elinde küreyi evirip çeviren Kerim, karşısında beni görünce müziğini açıp dans ediyorum anne, derken küreyi rastgele bırakıyor ve küre gözümün önünde ama yetişemeyeceğim mesafede düşüp un ufak oluyor. Kerim’in dansı yarım kalıyor, onu o kırıklardan çıkarırken epeyce söyleniyorum. Korkusuna aldırmıyorum, kızıyorum, evde küçük çaplı bir terör estiriyorum. Neden bir an nefes alamadığıma içerliyorum ama bunu derken dahi çil yavrusu gibi dağılan çocuklarıma üzülüyorum…
Ne giden küre, ne elime batan camlar canımı yakmıyor, ben kırılan canlara üzülüyorum.  Ve keşke bin küre gitseydi de ben onları üzmeseydim diyorum… Hem annem kırılan cam iyidir, nazarı giderir derdi, neden böyle düşünemedim diyorum. Ancak iş işten geçiyor. 
.
Bir saati bulan temizliğin ardından tekrar bahçeye çıkıyorum. Ve bana pek manidar bakan bu kargayı görüyorum.
.

Güneş iyice yükselmiş, hava daha sıcak ve buzlar eriyor ve bu sırada inci gibi pırıltılar halinde kulübenin çatısından akıyor o güzel damlalar… Tek tek izliyorum, çekiyorum, doyamıyorum…
.



Bu sırada kareye hiç beklemediğim ve nereden geldiğini bilmediğim bir kuş giriyor, görünce bunu seviniyorum.
.








{Milyon, trilyon, katrilyon kez şükürler olsun bana bunları yaşatana. Bu yaşadığımın verdiği hazzın şükrünü ifade etmem zor, çok zor! Ama daha ötesi; özlemini çektiğim ve dile dahi getirmeyi düşünmediğim şeyi benden çok daha iyi bilen BİR’inin gene onikiden vurması hedefi. Ben bundan etkileniyorum en çok. Olay harika tamam ama oluş biçimi çarpıyor beni. Ben haberdar değilken hiçbir şeyden ve kim bilir ne zırvaların telaşındayken, beni benden öte benden ziyade düşünen O’nun gene benim için hazırlaması bu harika mizanseni.
Hani Into The Wild filminden bahsetmiştim. Gerçek bir hikayeden uyarlanan filmden. Orada tüm modern yaşantısını ardında bırakıp, Alaska’ya; vahşi yaşama kaçan bir geçen vardı. Alaska’ya vardığında her yer kardı. Bir tepeye tırmandı ve olanlar oldu. Bembeyaz doğada geyikler serbestçe koşturuyordu, manzara öyle güzeldi ki filmin kahramanı Chris’in gözleri dolmuştu. İşte öyle birşey bu. Ben doğaya kaçamam ama bana da, benim durumuma, benim yaşantıma uygun verilmesi bu güzelliklerin çok etkileyici değil mi?
Kaldı ki görmeye meyledince kuru bil dal ve o dalı görecek hal öyle kıymetli ve etkileyici ki. }

——————————————————————————————————————————————————————-
Ne güzelim yorumlarınıza cevap yazabildim, ne  yeni yazı yazabildim ve ne de maillerinizi cevaplayabildim önceki hafta. Aslında önüm arkam sağım solum Selim şu sıra. Bir takım kararlar arifesindeyiz. Yanısıra beklediğimiz görüşmeler var, o yüzden netlik yok hayatımızda. Çok sevdiğim bu yerden taşınmayı dahi düşünüyoruz bu sebeple. Üstelik geleli 5 ay olmuşken daha. Karışığım gene, n’olur affedin ve kayıtsız görüntümden dolayı hakkınızı helal edin.

Hiç yorum yok: