Dua Vakti
Selim
günlerdir iki adet Transformers oyuncağını almak için kah puan, kah da
harçlık topluyor. Beri yandan da sürekli dualar ediyor: Allah’ım lütfen,
o iki oyuncağı ben alana dek kimseler almasın diye. Ne denli olumlu dua
etmesini salık versem de soğukkanlı davranamıyor, oyuncakları kaçırma
korkusu içinde sancı ile kıvrım kıvrım kıvranıyor.
Bu aralar
iyice tatminsiz olduğundan, har vurup harman savurduğundan alması için
öne atılmıyoruz bilerek, biraz çaba sarfederek almasıyla belki kıymet
bilir, hem tasarrufu ve sabrı öğrenir, hem de puanlama ile çılgın
hallerini zapteder ümidiyle (şükürler olsun işe yarıyor) bu yolu seçtik.
Sabah akşam hesap yapıyor, kah ümidi artıyor kah ümitsizleşiyor, bazen
söyleniyor, çokça şikayetleniyor ama öyle ya da böyle sabırla alma
vaktinin gelmesini bekliyor ve inşaallah öğreniyor.
Bu sabah
Fatma (şimdilerde blogu kapalı) bir posta göndermiş bana: komşusunun
oğlu Ömer bebeğin üzerine televizyon düştüğünü, boynunda ve kafasında
çatlaklar olduğunu, durumunun ciddi ve yoğun bakımda olduğunu yazmış.
İlk işim; Selim’i durumdan haberdar etmek oldu. Masumun duası makbuldur
diyerek, ilk ondan istedim duayı. Zira kendim de ilk Selim’e söyletirim
dualarımı. Anlatınca Ömer bebeğin durumunu, durdu, düşündü, soru
yağmuruna tuttu beni ve sonra dualar etti. Gün boyunca Ömer bebekle ilgi
soruları da bitmek bilmedi. Ben de bu sırada elimden geldiğince yaymaya
çalışıyordum bu bilgiyi ve dua isteğini.
Derken
öğle vakti yanıma geldi Selim, gene Transformers oyuncaklarından dem
vurdu. Neredeyse yalvarır gibi bir edayla; puanlarım ve param
toplanmadan bana o oyuncakları sen alabilir misin, diye sordu. Bak
dedim, bu gece Berat Kandili. Bu tip zamanlar dualar için büyük
fırsattır. Dua et, ne istiyorsan iste Allah’tan, dedim. Çünkü asıl veren
O; bana da, sana da, hepimize de veren O. Ancak O isterse ben senin
oyuncağını olabilirim. Yoksa almaya vesile olan benim evet ama, veren
ben değilim, dedim. O yüzden asıl verene gitmelisin. Hem de eğilip
bükülmeden, gönlünce ve ne istersen, doya doya, tıka basa
isteyebilirsin, dedim. Gözleri parıldadı Selim’in. Ama önce gel birlikte
Ömer bebeğe ve onun gibi zor durumda olan herkese dua edelim, dedim.
Oturdu yanıma, açtı küçük ellerini. Önce birşey söylemek istiyorum sana,
dedim. Ben bu bilgiyi çok geç öğrenmiştim, sana erken yaşta söyleyeyim
de benim gibi geç öğrenme, dedim. Dua etmek için açılması gereken
çeşitli kapılar vardır. Bir de bu kapılardan giriş şekilleri vardır.
(Yani benim öğrendiğim ve aklıma yatan kadarıyla) Birisi dandıl dungul
girer içeri mesela, birisi saygılı ve edepli. Sence edeple girenen mi,
yoksa hoyratça girenin mi daha iyi karşılanır duası, daha çok hoşa gider
ve sevilir hali ve daha iyi şekilde verilir istediği, dedim. Edeple
girenin tabii, dedi. O halde gel biz de edeple girmeye çalışalım içeri
ve özellikle böylesi önemli zamanlarda ve önemli dualarda bu yolu
seçmeye gayret edelim, dedim.
Önce
silkinelim bi’, kendimize çeki düzen verelim, ardından kapıyı çalalım,
Bismillah ile tıklatalım, ardından şükredelim ve En Sevgili’ye de selam
edelim. Bunlar aynı zamanda o kapıların kilidine en uygun düşen anahtar
gibi, yani kabalıkla değil tatlılıkla ve -çıkırt!- diye kolayca açmak
için kapıyı bir nevi. Güzelce dinledi beni. Girdik içeri. Duamızı ettik.
Ömer bebeğe, hasta olan, zor durumda olan herkese, anneme, babama,
kendimize, her bir insana vesaire. Ardından kapıyı gene edeple kapamaya
uğraştık, bu kez tersine döndürdük cümleleri yani kilidi. Ve çıktık!
Dua kapılarının ardına dek açık olduğu bu gece dua edelim biz de. Ömer bebeğe,
Gamze Anneye, zor durumda olan, zulüm altında olan, hastalıkta,
yalnızlıkta, darlıkta, ihtiyarlıkta, maddi ve manevi sıkıntıda olan,
borç yükü altında olan herkese ve daha nicelerine…
Hayırlı kandiller olsun herkese!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder