6 Temmuz 2012 Cuma

Ağaçlar, Parklar ve Anlattıkları Masallar



Her çocuk anne ve babayı büyütür, sözü hiçbir mana bulamazdı bende eskiden. Zira çok klişe ve az manidardı bu söz benim gözümde. Belki başkaları için bu kelam otuyordu yerli yerine ama benim hayatıma izdüşümü düşmüyordu nedense. Ta ki farkedene dek!
“İçten içe, azar azar değişiyormuşum ben de meğerse, çocuklarımla birlikte ve onların vesilesiyle!”
Selim’den önce bakan ama görmeyen biriydim ben. Selim’le yürüyüşlere çıkınca ve hele ki Moskova’nın devasa parklarında bol bol dolaşınca farkettim ilkin; doğanın güzelliğini, sadeliğini ve işaret ettiklerini. Önceleri Selim dolayısıyla biraz yapay başlayan bu hal, giderek samimi bir ilişkiye dönüştü. Doğa elamanlarının kusursuz hikayeleri ile tanıştım derken. Anladım ki; an be an, gün be gün, ben ilgi gösterdikçe onlar da kendilerini açtılar bana, ben sokuldukça onlar da sokuldular yanıma fazlasıyla ve lisan-ı halle sırlarını anlatmaya başladılar o noktadan sonra. Bilhassa ağaçlar, onlarla bambaşka bir ilişki var aramızda.
Hatırlıyorum; Moskova’daydık. Selim henüz 1,5 yaşındaydı. Devasa bir park vardı az ötemizde. Kahvemi alıp yanıma, sabahtan düşerdim park yoluna. Selim’i gezdirirdim sabırla. Şimdiki gibi telaşlı değildim asla. Tek tek arı gibi her çiçeği koklardı Selim. Renklerine bakardı, dokunurdu, anlatırdı. Dinlerdim ben de. Şimdiki gibi değil hem de, sabırla gene. Hem içimden geliyordu böylesi ve hem de farkındalığı yüksek olsun, benim gibi çok sonradan ve zorlamayla farketmesin etrafındaki güzellikleri diye. Böcekler ki hiç hazzetmezdim, onlardan bile kaçmamaya gayret ediyordum bu nedenle, dizlerim  titrese bile çaktırmıyordum o da korkmasın diye. Olabildiğince tabii elbette.
Birgün ağacın birine gittim. Selim’e anlatmaktı niyetim. Dokundum gövdesine; keskin yarıklı, kaba ve doygun hatlıydı. Parmaklarımı üzerinde gezdirdim bu yarıkların. O ilk ürkek ve yabancı teması çok sevdim. Giderek avuçlarımla kavradım gövdesini, Selim’e seslendim: Gel bak, dokun ne güzel bir duygu bu. Dokundu Selim, sevdi. Ama sanırım o gün ben o duyguyu daha çok sevdim. Giderek gövdesine kollarımı doladım ağacın. Sanki babacan hatta dedecan biri gibi kavradı beni ağaç da. Karşılık verdi bana, ona gösterdiğim ilginin kat be katıyla. Hani olur ya; bazı insanlar vardır, sımsıcacıktır; hem güven verir, hem de öyle yakındır ki yanından kalkmayı istemez gönül, öyle birşeydi hissettiğim. İşte böyle başladı ağaçlara muhabbetim benim.
Şimdi, harikulade manzaralı filmlerde gördüğüm; heybetli, koca ve kudretli, içinde mutlaka barındırdığı büyük hikayesiyle, çok karakterli ve asaletli ağaçların olduğu bir yere; İskoçya’ya düşürüldü yolum. Burada gözlerimi ağaçlardan alamıyorum. Üstelik tek tip değil, binlerce çeşitli bu ağaçlar. Bıraksalar, muhtemeldir ki bu heybetli ağaçlardan birinin dizinin dibine oturur ve çok şeyler söyler ve çok şeyler de dinlerdim.
İşte böylesi ağaçlar ve bu ağaçların bulunduğu harika parklar…
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Hiç yorum yok: