19 Temmuz 2012 Perşembe

Annelik Zor Zanaat 3: Öldüm Ölmedim


Annelik Zor Zanaat 3: Öldüm Ölmedim

by Deli Anne on 19/07/2012
Ne oldu, ne oluyor derken, günün bombasını patlatıyor Selim; karnım çok pis ağrıyor, ağrılı kakam var, dayanamayacağım, ağğhhaaa, diyor. Elim ayağım  dolanıyor birbirine. Neyse ki parkın yanında bir spor merkezi var, oraya yürüyoruz zor zahmet. Lakin içeriye girerken Kerim basıyor çığlığı, parkta gezeceğim, diyor. Öte yanda Selim; hadi, dayanamacağım diyor. Üçüncü kısa devreyi yaşamaya ramak kala atıyoruz kendimizi tuvalete. Hallediyoruz işi ama berbat hissediyorum kendimi. Pis tuvalet senaryoları ve detayları zihnimde dans ediyorlar. Eve gidince doğru banyoya diyorum Selim’e.
Dönüş yoluna giriyoruz. Selim’in bozulan bağırsakları ikinci bir alarm vermeden eve ulaşmak için dualar ediyorum. Selim çok yorgunum diyor, Kerim -inmeeeek, inmeeek istiyorum- diye çığlıklar atıyor. Kerim’e acil durum bisküvilerinden veriyorum, Selim’le de -akıldan birşey tutup bulmaca- oyunu oynamaya başlıyorum. Biliyorum buna kayıtsız kalamıyor. Ve bingo, bu oyunla mahalleye yaklaşıyoruz. An geliyor, oyunda küçük bir duraksama yaşıyoruz ve Selim caddenin ortasında dikilip, ayaklarım kopuyor diye inlemeye başlıyor. Kaldırıma çıkartıyorum iknayla. Ve Kerim’i pusetinden indirip, koca Selim’i bindiriyorum bebek arabasına. Bu noktadan sonra deminki zihin kovalamacası ve bulmacası yerini  beden gücüne bırakıyor. Allah ne verdiyse dayanıyorum pusete, belim yeniden kırılma noktasına geliyor ama direniyorum. Beri yandan yola çıkmaya davranan, evlere girmeye çalışan Kerim’i zaptetmeye çalışıyorum. İte kaka, dura gide giriyoruz sokağa. Kapıdan giriş yapıyoruz güç bela.
İçeriye girmeye yanaşmayan Kerim’i kapıp çıkıyoruz banyoya. Selim’i derhal duşa sokuyorum, bu sırada; ben de istiyorum, diyen Kerim’i mahzun bırakamıyorum, ve açlığa, ve bunca gerginliğe ve yorgunluğa ve -banyo sırası ve sonrasındaki kudurmuş çocuklar sendromu- korkuma rağmen onu da küvete sokuyorum. Şanslıysam Selim sakin banyo yapıyor, değilsem oraya, buraya su fışkırtarak, düşerek kalkarak ve hepimizi ve banyoyu rezili rüsvay ederek ve benim şalterlerimi bilmem kaçıncı kez attırarak, trilyon kez kısa devre yapmama sebep olarak banyo yapıyor. Bugün şanslı günüm, Selim sakin, haliyle Kerim de. Kısmi bir sakinlikle çıkıyorlar duştan. Selim gene sürekli konuşuyor, Kerim’se giyinmem, ıh ı-ıhh ıh, deyip kaçışıyor ve ben elimde bezini tutarken gidip halıya çişini yapıyor. Hasılı banyodan çıkalı 5 sn. olmadan banyoya geri giriyor. O memnun ama ben değilim asla. Hem kızıyorum, hem de kime kızıyorum, diyorum. Kızdığımı anlayan Kerim giyinmeye daha fazla direnç göstermiyor, Selim’se hala ağırdan alıyor giyinmeyi. Ve bir şekilde giyinme faslı tamamlanıyor. Kolay olsun diye oyuncaklara ayırdığım boş odada kurutuyorum saçlarını ve şükürler olsun ki saçları kısaldı da kolay oldu diyorum. İşlem tamamlanıyor.
Lakin daha bitmedi. Henüz saat 14:00. Oysa benim pilim çoktan bitti.
“Lakin annelik ne demekti; en ağır işçilik demekti. Ölsek de ölmemek demekti bir nevi. Yahut ölsek de işlemi tamamlamam gerekti. Tıpkı şimdiki gibi: -Show must go on!- demekti!”
Açlıktan, gerginlikten, üstelik tiroid ilacı da olmadan geçen bunca saat bitirmişti beni ama dediğim gibi günün ortasıydı daha. Durmak vakti değildi. Nitekim Kerim çikolata demeye başlamış ve dizlerimi titretmişti.
Derhal mutfağa koyuluyorum gene. Ne yedirmeli derken, dolaptaki sebzeli etli yemeği güç bela yiyeceklerini ve işin daha da zorlaşacağını düşünüp balık krokete çeviriyorum rotamı. Ne de olsa ikisinin de son zamanlarda yedikleri en sorunsuz yemek bu. Balık kroketler pişene dek, Hint ekmeklerine yöneliyorum, fırında bir güzel ısıtıyorum. Bir de son zamanlarda keşfettiğim İskoç tereyağını alıp ekmekle bütünleştiriyorum. Ve olabilecek en kepaze ama çok lezzetli şekilde yemeğimi yiyorum.  İşte böyledir hep benim halim. Tüm gün yemem sonra en olmadık şeyi yer de yerim. Ve kendimi de, kilolarımı da rezili rüsvay ederim.
Çocuklar balık kroketi sorunsuz yiyor şükürler olsun ki. Ben son hamlelerimi kahveye doğru yapıyorum ki; Kerim: anne kaka yaptım, diyor. Ve sabah tekrar deveran ediyor. Tekrar başa sarıyoruz kasedi. Tekrar aşağıya iniyoruz. Kahvemi alıyorum, bilgisayar başına geçiyorum ve bu yazıya başlıyorum.
Şimdi Selim tablet bilgisayarda oyun oynuyor, Kerim’se sıkıntıdan patlıyor. Bu kez gidip gelip onunla oynuyorum. Birazdan gene acıkacaklar. Birazdan akşam olacak. Şanslıysam yiyecek yemeğimiz var, değilsem yapmam gerekenler var. Neyse ki şanslı günümdeyim, dünden kalan yemekler var. (evet, kıt kanaat, tek tencerede yaptığım bu evin ilk beceriksiz yemeği) Yemek faslı, arkadan toplanacak masa, mutfak var. Ardından çocukların uyku saati var. Sabahkinden beter fasıllar var. Gene ufak yıkama, yağlama, diş fırçalama, giydirme, giyinmeyi salık verme, olmadı emretme, o da olmadı tehdit etme var. İşler yolunda giderse hikaye okuma var. Ve bir an önce uyumaları için dua etmek var.
Ve şanslıysam hemen uyur çocuklar. Ki bu sık olan birşey değil. Ve şanslıysam aşağıya indiğimde İ. nin der top ettiği mutfak var ve tarafından yapılmış sıcak kahve var. Daha da şanslıysam açılmış güzel bir müzik var; ki genelde Evgeny Grinko’cuğumuz var. Hatta yanan şömine var. (Evet burada havalar bu denli soğuk) Değilsem aşağıya indiğimde uyumuş bulduğum bir koca ve buz gibi bir ortam var.
fotoğraf: Flickr

Hiç yorum yok: