16 Temmuz 2012 Pazartesi

Annelik Zor Zanaat 1: Güneşi Gördüm


Annelik Zor Zanaat 1: Güneşi Gördüm

by Deli Anne on 16/07/2012
Annelik zor zanaat. Hem de en zor. Hep diyorum ya; 7/24 çalışan en ağır işçileriz. Neden mi, basit ve çok sıradan bir günde yaptıklarımla bunun cevabını vereyim.
Bugün hergünkü gibi ağrılarla uyandım. Eşyalarımızı, yatak, yorganlarımızı hala getirmeyen ve yalandan kırk takla atan Bergen Nakliyat sayesinde uyduruk kaydırık yerlerde yatmaktan doğrultamıyorum ne kendimi ve ne de zaten ağrımaya yer arayan belimi. Eşyalar olmadığı için Kerim de uyuyor bizimle. Bir de onunla uyumanın getirdiği diken üstünde uyuma hali ekleniyor bu hale. Sabaha doğru Selim de atladı yatağa. Lakin uyku hali yok, hatta uyuklama dahi yok. Kerim’in uzanan koluna Selim takıyor, Selim’e takılan Kerim çığlıklar atıyor, o onu itiyor, öbürü berikini hasılı rezillik yatakta fink atıyor. O sefilliği çekerek uyumanın daha da sefilce olduğuna kanaat getirerek doğruluyorum yataktan.
Çocuklar yavru ördekler gibi hemen takılıyorlar peşime. Sanırsın eteğimde bir çıngırak var, ben nereye gidersem geliyorlar sesime. Hiç ama hiç vakit kaybetmeden hem de. Merdivenleri iniyorum lakin inmek ne kelime, adeta Quasimodo gibi kamburumla, inleye inleye adım atıyorum basamaklara, ağrıdan düzelemiyorum zira. Bu sırada Kerim mızmızlanıyor, beni kucağına al, diyor. Sızlayan kemiklerimle ben de ağlayacağım bu istek karşısında neredeyse. Gene de direnç gösteremiyorum Kerim’e, zira biliyorum ki ağlamaya bahane arayan bu çocuk bir başladı mı saatleri buluyor susması.
Aşağıya indiğim an Tiroid ilacımı almaya yöneliyorum, ancak o da ne? Açlığa asla ve kat’a gelemeyen Kerim başlıyor mızmızlanmaya gene. Üstelik çikolata istiyorum, diye. Panikle buzdolabına yöneliyor, tez elden yiyecek birşeyler hazırlama girişiyorum. Ancak Kerim susmuyor, hatta değil susmak, en acılı ağıttan, en canhıraş çığlıklara geçiyor. Eline birşeyler tutuştursam, bir daha makul bir kalvaltıya yanaşmayacak onu da biliyorum, bu yüzden sese ve tarruzlara direnç göstererek olabildiğince hızlanıyorum. Yumurta haşlıyorum, süt ısıtıyorum, yulaf koyuyorum, bir tereyağlı ekmek, bir kaplanlı gevrek isteyen Selim’le boğuşuyorum ve sıklıkla dağılıyorum. Kerim’in çikolata sesi kulaklarımı tırmalıyor, beynimi kemiriyor ve ben ortaya karışık birşeyler koyup masaya oturuyorum. Neyse ki ağzına aldığı ilk kaşıkla susuyor Kerim, Selim’se ağır mı ağır hareketlerle gene mızmızlanıyor. Telefondan çizgi film vesaire açıyorum, bu sevimsiz zamanı, uzayan fasılları, mızmızlanmaları bir nebze dindirmeyi umuyorum ve bu sabah bunu başarıyorum.
Anlaşıldığı üzere ben birşey yemiyorum. Şanslıysam kendime bir kahve koyabiliyorum ama bu sabah mesela ona fırsat bulamıyorum. Yemek bitiyor. Kahve hazırlamak istiyorum ama zamanlamam berbat olacak büyük ihtimalle biliyorum. O yüzden her günkü- şimdi mi, sonra mı- paradoksunu yaşıyorum. Zira çocukların tuvalet fasılları başladı, başlayacak biliyorum. Derken paradoksa noktayı koyuyor çocuklar. Kerim kakasını yapıyor, Selim de tuvaletim var ama yukarıya çıkmaya korkuyorum diyor. Alıp çocukları yukarıya çıkıyorum. Şanslıysam 10 dakika değilsem yarım saati buluyor temizlenme faslı. Bazen iş banyo yaptırmaya kadar varabiliyor zira.Bugün şanslı günüm, iş kısa sürüyor. Çocuklar kısa bir süre oyuncak kavgasına düşüyor, derken gittiğimi farkediyorlar ve derhal kavgayı kesip peşime takılıyorlar.
Ben nihayet en muzaffer komutan gibi muftağa kahve yapmaya gidiyorum. Kahvemi hazırlayıp, bilgisayar başına oturuyorum. Şanslıysam telefondan interneti alıp günlük rutinimi ve internet devinimimi; gazeteler, delianne, twitter, facebook ve mail, tamamlıyorum, değilsem başka şeylerle ilgileniyorum; arşizleme, fotoğraf düzenleme vesaire. Bugün şanslı günüm ve internet kısmen çalışıyor.
Derken güneşi görüyorum → 

Hiç yorum yok: