28 Haziran 2012 Perşembe

Yabancı Bir Ülkeye Yabancı Olmak


“Yaşamayı hiç tecrübe etmediğim bir ülkede olmayı seviyorum. Bir şehre sıfır noktasında olmayı seviyorum. Yani nötr bir nevi. Hiçbir yerinin bildik olmamasını, hiçbir yere aşina olmamayı, her sokağının, her caddesinin kısaca her yerinin bence eşit derecede yabancı olmasını seviyorum. Ve gene her sokağın, her caddenin, her yerin bence ifadesiz olmasını seviyorum. O ifadeyi kendim bulmayı, o ifadenin içini kendim doldurmayı seviyorum. İçimde o güne dek birikmişlerle, kendim anlam kattığım bir şehre yavaştan alışmayı seviyorum. Ve sanki bu sırada şehri bir matematik problemi gibi çözmeyi seviyorum. (Zaten ben has matematiği de seviyorum) Önceleri bilmediğim bir labirent olan bu şehirde giderek yolları öğrenmeyi seviyorum. Öğrendiklerime çentikler atmayı seviyorum. (Sanırım ben çentik atmayı da pek çok seviyorum) Bu ve benzeri birçok hissi seviyorum.”
Ancak… Çocuklarla olan kısmı dışarıda bırakarak dahi, ekliyor ve itiraf ediyorum ki fena halde yabancılık hissi de çekiyor, katana yaşıma bakmadan ürkek ceylan gibi çekinik duruyor ve neredeyse kültür şoku yaşıyorum. Yo, öyle tahmin edildiği gibi devasa boyutlarda değil ama kendi içimde devasa pek ala. (Zaten ben ne varsa içimde yaşıyor, dışarıya pek az şey aksettiriyorum, özellikle son zamanlarda)
Bir kere, hiç bilmediğim ve alışık olmadığım bir ev tipi var karşmda. Tamam filmlerde gördüm ve pek sevdim bu tipi ama yaşadığım hayat film değil ve sıkıntılar çıkıyor karşıma. Mesela; evin önünde ve arkasında bahçe var ama evler bitişik nizam olduğu için bahçelerimiz de bitişik ve sadece çitler var arada. Dolayısıyla çocuklar azamıyorlar tam manasıyla. Mahalle de gayet sakin ve nezih, çocuklarımızın sesi çın çın ötüyor ortalıkta. Hele ki Selim’in bir türlü dindiremediğimiz tiz sesi var ki, evlere şenlik! Ve hele ki oyun sırasındaysa ve coşmuşsa eyvah eyvah!
İkincisi bu bahçeler bakımlı olmak zorunda. Benim bahçem deyip bahçeyi kendi haline bırakamıyorsunuz. Ve  bahçe bakımı nasıl yapılır, hiç ama hiç fikrim yok! Kaldı ki ben börtü böcekle haşır neşir olmayı beceren biri değilimdir. Sonra arka bahçede bir nesne var. Ne olduğunu bilmediğim. Yeşil çöp sepeti gibi. Şükürler olsun Selim var, gördüğü an atladı da öğrendim. A, ben bunu biliyorum; gübre makinası bu. Caillou’larda görmüştüm dedi. Yaşasın Caillou! Kim demiş televizyon tümden zararlıdır diye. Oturduğumuz yerden fikir sahibi oluyoruz diğer yaşayışlardan işte. Neymiş içine meyve kabukları, atıklar vesaire atıyormuşuz ve bilmem ne yapıp gübre elde ediyormuşuz. Harika ama ben bununla n’aparım hiç öngöremiyorum.
Sonra bahçede bir kulübe var. İçine bir girdim ki, aman Ya Rabbi! Bana ne denli uzak bir dünya öyle. Kulübenin içi tarım aletleri ile dopdolu. Koca koca kazmalar, tırmıklar ve bir de küp küp kesilmiş süngerler dolu yerler. Çözemedim?! Bilen varsa Allah rızası için beri gelsin.
Ön bahçede 4 tip çöp kovası var. Biri atık kağıtlar ve naylonlar için. Biri camlar, biri bahçe atıkları, biri de geri kalan çöpler için. İlk gün yanlış birşey yapmayayım diye atamadım meretleri. İ. attı da üst kattan gözlemledim. Ona dahi çaktırmadım yani. Ha, deseniz ki İ. tecrübeli mi, değil! Ancak o benim gibi ürkek ve çekinik değil! Baktım gayet rahat okuyor, bölüyor çöpleri ve sanki bu işi hep yapıyor.
Sonra evin garajı var. Leb-i derya. Herşey mevcut burada. Yani arabadan başka herşey mevcut. Ben  buraya valizlerimizi koydum, bir de araba niyetine Kerim’in pusetini, pek ala oldu değil mi? Yalnız biraz pis burası. Örümcek ağları ile kaplı pek çok bölmesi. Valizler ve araba mundar olmaz umarım. Biraz da böcek vesaire olur mu diye çekinmekteyim.
Dün dış kapının iç tarafında bulunan ayakkabı paspasını alıp dışarı tarafa koydum. Koyarken de şimdi birileri kapıyı çalar mı diye korkmadım değil hani. Hasılı yabancı olmak bir paspasın konumunu değiştirmekten bile çekinmek demek bir nevi.

Bu kadar değil tabii. Ev sahibi tüm aletler için bilgi formu doldurmuş. Ne nedir, nasıl çalışır diye. İ. de inceliyordu önceki gün. Ben de önceki gün tam işe gitmeden, içime doğmuş gibi dedim ki, yangın alarmı çalarsa n’apıyoruz? İ. de:, hmm.. onu bilmiyorum, dedi ve arkasını döndü gitti. Dediğim gibi ya içime doğdu ya da düşünerek kendime çektim musibeti! Öğlen mikrodalgada ekmek ısıtıyordum. Derken daldım; ya dakikasını abarttım ya da başka bir aksilik oldu. Bir de baktım ki yanık kokuyor ortalık. Fırına atladım, kapağı açtım ki, o da ne, ekmek gözükmüyor ve fırından korkunç derecede dumanlar yükseliyor. Hiiiii, dedim ve hızla kapadım kapağını ancak çok geçti. Ötmeye başladı mendebur alarm. Hem de en tiz şekilde. Fırını kaptım ve bahçe merdivenlerine koydum telaşla. Ancak alarm susmak bilmiyordu. Tam o sırada İ. bir toplantıdaydı arayamazdım da. Kafamdan senaryolar kurdum, şimdi komşular gelecek, bir sürü konuşacaklar ve ben telaştan donakalacağım diye. Bütün pencereleri açtım. Lakin burada pencereler hep yarım yamalak açılıyor ve duman kolay gitmiyordu. Ve alarm hala ötüyordu. Derken ev sahibinin bıraktığı kağıtları anımsadım. Can havliyle karıştırdım bir tomar kağıdı ve alarm yazısını buldum.  Pek anlamadım ama en azından ana kaynağı buldum. Gittim çat pat birşeylere dokundum ve BİNGO! Sustu! Şükürler edip işlerime koyuldum. Evde göz gözü görmüyordu ama hala. Tam sakinleşmeye yüz tutmuşken gene başladı o tiz -biiip-biiip- sesi. Gene yerimden sıçradım. Gene sehpaya çıkıp tavandaki alarma vurdum, gene sustu. Bir müddet böyle kovalamaca oynadık. Derken İ. geldi ve alarmın sesi kesildi. Mendebur işte! Bir gariban beni bulmuş ve beni kestirmiş gözüne demek ki. Zaten ben ne zaman gerilsem başıma gelir aksiliğin böylesi.
Daha bitmedi. İlk gün üst katta giysileri vesaire yerleştiriyordum, Kerim uyuyor, Selim’se aşağıda telefonda oyun oynuyordu. Derken dış kapının açıldığını duydum; Selim’di. Babam geldi sandım, dedi. Ben de habersiz açma vesaire derken bir de baktım ki büyük bir gümbürtüyle koşarak çıkıyor merdivenleri.  Hayrola, n’oldu, dedim. Annecim, hırsız girdi, dedi. Aman be Selim, nereden çıkardın şimdi. Lütfen böyle uydurmalar yapma, dedim. (Bazen macera uydurmaları yapıyor çünkü, artık hangisi gerçek hangisi değil ayırt etmek güçleşiyor) Ama dedi sustu Selim. Israr etmeyince uydurduğuna ikna oldum ben de. Derken aşağıya indim. Dış kapıdan içeriye açılan minik bir bölmeden zarflar atıldığını gördüm. Mektuplar, reklamlar ve faturalar buradan atılmıştı. (Gene Caillou’dan biliyorum) Anlaşılan postacı vesaire gelmişti; Selim’in duyduğu ses; hırsız dediği de buydu tahminim. Sonra Selim’ime inanmadığımı ve onun da beni ikna etmeye uğraşmadan yanımdan gitmesini anımsadım, kendime çok içerledim. Gittim Selim’e durumu izah ettim.
Evde sevdiğim birşey var: şömine. Lakin bu nesne bir farkettim ki leş gibi. Üstelik içinde löp löp kömürlerle duruyor öyle. Benim burayı temizlemem lazım yoksa rahat etmez içim. Ben ki kalorifer peteklerinin içindeki tozu ve kaloriferler yandıkça o pis tozu soluduğumuzu düşündükçe kendini yiyen biriyim, mümkün değil şömineyi böyle kabullenemezdim. De, nasıl olacak bu iş? Önceki gün yangın alarmı heyecanından kurtulmak için derhal şöminenin önüne attım kendimi. Bir tomar temizleme bezi ile. Temizlikle terapi etmeye çalıştım kendimi bir nevi. Döktüm bir kısmı, hatta çervevesini söktüm biraz. Ancak tümden temizlemek ne mümkün! Şimdilik sadece kabasını aldım. Daha bacası vesairesi vardı ama o kadarına gücüm yetmez tabii.
Sol yandaki komşumuz tatlı, bembeyaz pamuk dede gibi biri. Önceki gün karşı caddeden biriyle espri ile konuştuklarını gördüm ve seyrettim bir müddet. Panjurun arkasına gizlenmiş şekilde. Ne ayıp değil mi?! Derken dün evden çıkarken baktım o dede ile İ. selamlaştılar. Dede -hay!- dedi ve konuşmayı kesti. Sonra farkettim ki uzaktan dönüp yanımıza gelmek için kesmiş konuşmayı. İ. ile tanıştılar, sıra bana geldi. Tam tanışıyoruz, ben Peter dedi, ben de: ben…. ıııı… mü-mi-ne dedim ama içimden de dedim ki; senin adını senin ülkendekiler bile söyleyemezken bu adam nasıl söylesin.. Sonra biraz zor isim deyip gülüştük. Dedenin yanımıza kadar gelip hoşgeldin demesi, bizi birçok şeyden haberdar etmesi çok hoşuma gitti. Oysa biz, ki misafirperverlik ve İslam’la özdeşleşmişiz, İstanbul’da birbirimize günaydın demeyi dahi ihmal ederiz. Evde birkaç gün gürültü olabilir vesaire dediğimizde, lütfen rahat olun, hiç problem yok, benim de torunlarım var, sorun değil diyerek Peygamberi bir ahlakla karşıladı bizi. İnşaallah hep iyilerle karşılaştırır Rabbim bizi ve iyilerden eyler bizi de ha keza. AMİN!

Hiç yorum yok: