21 Haziran 2012 Perşembe

İskoçya’da Evsiz Olmak



Boston’dayken Esma’da kalmıştık biz. Evin oğlu Said’cik, evimizin nerede olduğunu sorduğunda ve ben bu soruya cevap aranırken zorlandığımda farketmiştim ki, evsizdik hepimiz. O sırada İstanbul’daki ev satılmış, birtakım eşyalarımız bırakılmış, kalanlar da muhtemelen Atlantik Okyanusu’nda gemide kaderine bırakılmış halde ilerliyordu İskoçya denizlerine doğru. Ama her ne ise eni konu evsizdik işte. Garipçe bir histi bunu duyumsamak, aslında çok özgürce ve ferah ama aynı zamanda yoksunluk hissi verecek denli tuhaf.
Bizim için bir ilkti bu hissiyat, zira daha önce Moskova’ya taşındığımızda evimizi aynen korumuş sadece bir yıllığına eşyaları ile kiraya vermiştik. Hasılı dönmek istesek bir evimiz vardı. Oysa şimdi geri dönmeye niyetlensek dönemezdik işte.
Derken bu duyguyu üzerimden attım. New York’a geçtik. Orada da dalgalı bir keyif halinde seyrettik. Ve ardından New Jersey’den Glasgow’a vardık. Bugün itibariyle, bu şehirde 2 haftadan fazlasını ardımızda bıraktık. Yani toplamda bir aydır evsiz haldeyiz.
Glasgow’da ev aramaya başlamak hiç bilmediğimiz bir şehir olması sebebiyle zordu. Zira ne bir nirengi noktası vardı, ne başlangıcı ve ne de ortası. Tek karar verdiğimiz; iyi bir okulun çok yakınına konuşlanmaktı. Selim’in öğretmeninden aldığımız  bir Türk’ün telefonu vardı sadece elimizde. Onun ve onun yönlendirdiği, uzun yıllardır burada yaşayan insanlardan haber bekliyorduk ve vakit geçiyordu. Derken İ. daha önce yaptığı araştırmaları anımsadı. İyi okulların konu edildiği bir internet sitesini hatırladı ve işe başladı. Tabiri caizse çok ciddi bir istatistikçi gibi çalıştı. Grafikler, tümdengelimler, tümevarımlar hasılı epeyce değişik metotlarla bir liste hazırladı. Ana hatlarıyla şöyle yaptı: (Bunları detaylıca yazıyorum; İngiltere’ye yerleşmek isteyen benim gibi acemiler için ihtiyaç anında kullanılsın diye zira ben bu bilgiye ulaşsam büyük kolaylık olurdu)
Her okulun ‘Catchment Area’ dedikleri bir kapsama alanı var. O alanda oturuyorsanız ve okulda da yer varsa oraya kayıt yaptırabiliyorsunuz. Okulda yer yoksa bir başka okula yönlendiriliyorsunuz. Yok ben okulumu beğenmedim, değiştirmek istiyorum derseniz o da mümkün oluyordu ancak bu durumda servis parasını cebinizden veriyorsunuz.
Methi iyi olan okullara ulaştık birkaç farklı kaynaktan. Ancak birçoğunun etrafındaki evlerin hepsi doluydu, boş olanlarsa uçuk fiyatlara kiraya veriliyordu. Hem çoğunluğu Flat denilen daire tipiydi ki ben ısrarla House; yani bahçeli müstakil ev istiyordum. Kendimden ziyade çocuklar için. Ve en çok Selim Türkiye’deyken bu fikre tav olduğu ve en çok bu sebepten İngiltere’ye yerleşmek istediği için.
İ. emlak sitelerinden (Biri Rightmove, ki çok başarılı bir site. Evle ilgili her türlü bilgiye ulaşmak mümkün. Okul bilgisi dahi veriliyor. Biri de Find Property) okul alanlarını kapsayan alarmlar kurdurdu. Evler birer ikişer posta kutumuza düşüyordu ama gönlümüze uygun olanı kesemize uygun düşmüyordu. Bu sırada Glasgow’un semtlerini dolaşıyorduk boyuna, iyi okullar ve etraflarını bilhassa. Bazı yerler insanın aklını başından alıyordu, mesela Newton Mearns diye bir yer vardı; siz deyin masal köyü, ben diyeyim kurtarılmış bölge. Çok güzeldi, cennet gibiydi lakin buraya gücümüz her türlü yetmezdi. Ve sanırım gel otur, deseler orada oturmaya gönlüm elvermezdi. Zira herşey öylesine kusursuzdu ki, buradaki ufak bir kusurun gözden kaçması mümkün değildi. Ve bu da diken üstünde oturmak, huzursuz olmak demekti. En azından benim gibiler için. Bilenler bilir, ben fani olanın kusursuz olma çabasından hem ürperirim ve oldum olası kusurlu tarafa meylederim. Düşünün ki gittiğim her yerin fotoğrafını çekip, bölgesini kaydettim, sonradan hatırlayalım diye, bu köyün fotoğrafını dahi çekemedim. İçindekiler işkillenir de problem çıkar diye, o derece diken üstünde bir yerdi.
Derken burada yaşayan Türklerden bir kaç haber geldi. Hintlilerin, Pakistanlıların yoğun olarak yaşadığı, içinde iyi insanların ve iyi okulların olduğu, ayrıca helal market ve dükkanların bulunduğu PollockShields semtine gittik. Lakin buraya da içimiz bir türlü ısınmadı. Zira hepsi kasvetli binalardı. İyi okulların olduğu bir başka lüks semt vardı, Jordanhill diye orası da çoğunlukla flat-ti, house olanlarsa uzak dur benden demekteydi.
Zamanımız azalıyordu ve biz geriliyorduk. Bu sırada 2 hafta geçti ve elimizde işe yarar tek bir ev yoktu. Kaldı ki buradaki evleri arayıp, ben bugün eve bakmaya geliyorum, diyemiyordunuz emlak görevlisi size ta bir hafta sonraya randevu veriyordu. Tabii bu sırada Haziran 22′de eşyalarımız geliyordu. Eşyaları bekletmek de mümkün değildi, zira bir gün bekletmek demek 100 Euro ödemek demekti.
İ. çok streslenmiş ve bana da sinir oluyordu. Nasıl  bu kadar rahat olabiliyorsun, diyordu. Ben de ona -bir yerde bizi bekleyen bir ev var, biliyorum- deyip kenara çekiliyordum. Evet aynen böyle hissediyordum, ancak gene de zaman kısaldıkça içimden devamlı düşünüyordum. Kaldı ki otel hayatı çok zor gelmeye başlamıştı, çocuklarla zorlanıyordum, herşeyleri aksıyordu, abuk sabuk besleniyorlardı, Selim hamur işinden boyuna şişmanlıyor, Kerim klasik rutini olmayınca yemiyor ve hızla zayıflıyordu. Ve ben, ve İ. de hızla semiriyorduk.
Derken önceki hafta sonu Kelvingrove denen harika bir yer keşfettik. Devasa ve çok güzel bir parkın etrafıydı burası. Ferahtı, bakımlıydı ve kesinlikle nezihti. Ancak burada da House tipi ev yoktu ve muhtemeldir ki Flat olanlar dahi  bizim kiralayabileceğimiz House’lardan çok daha yüksek ücretliydi. Orası gönlümde kaldı. Hani çocuklar büyümüş olsa ve imkanım olsa orada bir müddet yaşamak isterdim.
Hasılı orası da bir ütopyaydı ve hala elde var sıfıra sıfırdı. Sonuçta evsizdik. Üstüne üstlük eşyaların geleceği son haftaya girmiştik. Ve daha beteri kalınabilirliliği olan tüm otellerin dolu olduğu bir ortamda, otel rezervasyonumuzu uzatmayı ihmal etmiş korkarım hiç bilmediğimiz bir ülkede, hem de iki çocukla açıkta kalmak üzereydik.
Arkasından ne mi oldu? Merak eden varsa bir sonraki yazıyı beklesin….

Hiç yorum yok: