1
aya yakın ağırladı bizi Mövenpick. Bir aile için ve bir otel için bence
uzun bir süreydi. Dolayısıyla epey tanıdık simalar idik otelde. Öyle ki
kahvaltıya indiğimizi gördükleri an 2 katı yumurta ve 2 ılık süt direkt
masamıza getirilirdi. Ya da kahve isteyeceğim an, içimi okumuşlar gibi,
masamda bulurdum kahvemi. Görünür çalışanlar çoğunlukla ilgili ve
samimi idi, hemen hepsi pek kibar ve nezihti. Ama bilhassa görünür
olmayanların arı gibi sokma mesafesindeydi nezaketleri. Hemen herşey iyi
ve güzeldi. Yemekler epeyce lezzetli, kahvaltı özel ve çeşitli,
çarşafların her gün değişmesi iç rahatlatıcı ve etkileyici, havuzu ve
İzmir manzaralı spor salonu keyifli, apaçık İzmir manzaralı terası
enfesti. Ama tabii ki herşey kusursuz değildi.
Örneğin
temizlik. Temizliğe geldikleri an, şayet odadaysam, derhal çıkmaya
bakardım. Hem çalışanlar işlerini rahat görsünler, hem çocuklar süpürge
tozuna, deterjan kokusuna maruz kalmasınlar ve hem de ben temizliği
görmeyeyim diye. Zira görürsem hoşuma gitmeyen şeyleri bulmam ve dahası
onlara takıntı yapmam olasıydı. Nitekim bir kez bunu yaşadım. Temizlik
yapıldığı sırada odadaydım. Ve o tarafa mümkün olduğunca bakmıyordum, ki
görmeyeyim detayları. Lakin göz istemeden flu şekilde görür ya yan
tarafı, gördüm işte: Çöp kovasını silen bayan, hemen ardından aynı bezle
tabak, bardak, su, oyuncak vesaire koyduğumuz masayı da siliyordu.
Tamam çöp oda çöpüydü ama neticede çöptü adı. Bu konuyu uzatmadım, ki
zihnimde detaylar dallanıp budaklanmasın. Zira bir başlasam tüm
temizliğin ve bizim hareketlerimizin biyografisi, anatomisi ve her türlü
filmini çıkarır saplantıdan saplantıya koşardım. Bu yüzden konuyu
zihnimden atmaya baktım. Kaldı ki ben bu otel maceramızda hijyen
konusunda tüm ipleri saldım. Salmak da zorundaydım. Zira görünen o ki,
önümüzde daha çok otel macerası olacaktı. Hele İngiltere’de otelde
kalmayı düşününce kendimi ve çocukları rahat bırakmam şarttı.
Bıraktım
da. Odada çoraplarla dolaştılar, hatta yerlere yattılar, otelin bilumum
yerlerini paspasladılar, yere düşen oyuncakları, hamurları alıp
oyunlarına kattılar, bisküvi, çikolatalara müdahale edemeden hızla
ağızlarına attılar vesaire vesaire. Nevresimlerin her gün değiştirilmesi
benim için iyi bir kıstastı. Onu baz alıp kendimi rahatlatıyordum. Bir
de özellikle havuz nedeniyle sıklıkla banyo yapıyorlardı.
Yanısıra
otelde herkesin ulaşabildiği terasın gündüzleri sadece özel müşterilere
açık olması bence çok sevimsizdi. Ücretle gelen bu denli aşikar ayrım
haliyle iticiydi. Bence böyle bir uygulama gerekli ise bunun görünmez
bir yerde yapılması gerekirdi. Zira bilmeden gitmeye yeltendiğinizde,
içeride birileri varken, siz kapalı cam kapının dışından gariban
sefiller gibi bakıyor, iç geçiriyor ve kapıdan dönüyordunuz. Ücretini
ödeyip içeri girdiğinizde ise dışarıdaki garibanları(!) görüp bu kez
hiçbirşey yapamadan, yukarıdan bakan bir tavırla sanki yerinizde
oturuyordunuz. Hasılı iki türlü de kötü hissediyordunuz.
Otelde iyi
uygulamalar da vardı; mesela çocuklar için cömertçe dağıtılan Hot
Wheels arabalar. İlk girdiğimizde mızmızlanan çocukları bu şekilde
direkt yatıştırmışlardı. Ve bekleme süresi boyunca huysuzlanmadan
oturmuşlardı. Lakin nereden bilirdim bu arabaların kabusum olacağını:
Kerim otel çalışanları tarafından çok sevilirdi ve çok popülerdi. Ancak
aynı otel çalışanları Selim’i çok ihmal etti. Ve dahası Selim
görünmezmiş gibiydi halleri. Konuşmalarına cevap verilmiyor, masaya
geldiklerinde Günaydın Kerim diyerek Selim’e bir günaydın dahi denmiyor,
Kerim’in eline hergün yeni bir araba veriliyor ve ben de istiyorum
diyen Selim duyulmuyordu. Ta ki biz müdahale edene dek. Haliyle Selim
son bir ayda çok değişti ve sevimsizleşti halleri. Konuşmalar ve ılımlı
yaklaşımlar pek fayda vermiyor ve kısır döngü ile iticilik, kızgınlık ve
hırçınlık devri daim ediyordu. Bende de Selim’e karşı acıma ve kızma at
başı ilerliyordu. Bu bakımdan günler çoğunlukla zor geçiyordu.
Tabii bu
günler boyunca güzel onlarca şey de yaşandı. İzmir ve çevresi daha önce
defalarca zikrettiğim gibi çok güzeldi, kır gezilerimiz muhteşemdi, Görkem‘in ofisi ile bizim odanın karşı karşıya olması ve öğlen aralarındaki kaçamaklarımız ve muhabbetlerimiz çok özeldi, Fadiş, Sanem,
Evrim, Safiş’le tanıştığımız gün pek karmaşıktı ne yazık ki, ancak
onlarla tanışmanın heyecanı güzeldi, hiç tanışmadığım insanların sıcak
ilgileri, sıkıntılı bir yazıdan sonra bana evini açmak isteyen Gülbin ve
Safiş’in samimiyetleri ve misafirperverliği, Bolkepçe‘m
ile tanışmanın karmaşadan öte kabus olması (bizim çocukların kendini
şaşması nedeniyle) ama herşeye rağmen birbirimizi anladığımızın özelliği
ve güzelliği, Kerim’in onlarca yeni kelime, cümle, edat, ünlem vesaire
ile dönmesi, misalen; neyse, güzel, çok güzel, hatta bayıldım demesi,
tepkilerimizi ölçmesi ve soru cümlecikleri: abi neden kızdın, neden
kızdın abi, diyerek cevabı alana dek sorularını tekrar etmesi, Japon
turistlerin bir Japon çizgi film karakteri gibi dolaşan Kerim’in peşinde
dolaşarak boy boy fotoğrafını çekmeleri, Kerim’in gördüğü ilgiyle
çoğunlukla kendinden geçmesi, bu ilgiyle hırpalanan ve yıpranan Selim’in
izan sahibi Görkem tarafından adeta rehabilite edilmesi çok güzeldi.
Hasılı şükürler olsun pek çok şey özel ve güzeldi. Yazmaya kalksam uzun
sürer besbelli, ben de karelere sığdırmaya çalıştım güzellikleri ve
hatıra bırakan izleri.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder