8 Şubat 2012 Çarşamba

Mağara Ebeveynliği



Dünden kalanla birlikte soruyorum kendime;
“Sıklıkla bombardımanına tutulduğumuz, ağırlığı ve baskısı altında ezildiğimiz, dayatmalarıyla boyuna taciz edildiğimiz, uygulamazsak hem kendimiz, hem de başkaları tarafından yadırgandığımız ve kınandığımız, kaçmak istesek de kıskıvrak yakalandığımız Kasıntı Zamane Ebeveynliği hikaye mi?”
Daha basiti; dikte ettirilen modern ebeveynlik öğretileri (!) zırvadan ibaret mi? Belki gereken sadece yapmacıklıktan uzak, gerçek, sade, yalın, doğal sevgi ve samimi ilgi. Hatta anne yahut baba, tek bir taraftan aşikar edilse de yeterli sanki böylesi bir sevgi. Demek ki diyorum, onca hassas düşünmeye gerek yok; -ay, sen yapamazsın- dedim çocuğum gerzek olur mu, -ay bana benimle oyna- dedi, oynamadım ezik olur mu, yahut kızdım, bağırdım çağırdım, piskopat olur mu, diye kendini yemek de yersiz, belki en iyi yol; gelişine göre büyütmek çocuğu. Çocuğumla oynamalıyım, ona sevgi göstermeliyim gibi zoraki çabalarla değil, hayatın içinde doğallıkla akan nehire alternatif bulmaya uğraşmadan, suyu bulandırmadan, taşkınsa taşkın, dinginse dingin, illa ki bir zıpçıktılık yapmadan, nehirde ikinci, ekstra, suni bir nehir ve akım yaratmadan, öylece bırakıp kendini doğal akışa; huzurla, çocuğu büyütmektir doğrusu. Şayet varsa bu işin bir tek doğrusu.
Dikkatinizi çekti mi, özellikle son bir senedir Mağara Ebeveynliği takdir edilmeye, o şişire şişire bitiremediğimiz, koca bir literatür geliştirdiğimiz, seminerlere, sohbetlere peşkeş çektiğimiz modern ebeveynlik de taşlanmaya başlandı. Önce modernlik ve gelişmişlik adı altında işi alabildiğine yokuşa sürdük, gerdikçe gerdik anneliğimizi, şimdi onca yol kat ederek (!) meğer sadece 360 dereceyi tamamlayarak başladığımız noktaya; yani ilkel toplumlara döndük. Varacağımız nokta, zaten kendimizi rahat bıraksak gideceğimiz yerse neden bunca uğraşı? Trajikomik halimiz!
Taş Devri
İlk şurada okumuştum; İlk insanlar modern ebeveynleri solladı! Bu yazı ta 2010 Eylül’ünden kalma, ben anca yazıyorum. Esasında iyi de oldu, çünkü yine yeniden hararetlendi bu tartışmalar. Slow Parenting: Yavaş Ebeveynlik Hareketi başladı mesela. Günümüzde at yarışında gibi oradan oraya koşturulan, o aktivite senin bu aktivite benim diyerek sözümona çocuğuna en üst düzeyde ebeveynlik yapan ve bunu yaptıkça kendiyle gurur duyan modern ebeveynlik akımının aksine;  Yavaş Ebeveynlikte; hayatımıza ve çocuklarımıza yüklediğimiz bu çılgın ritmi yavaşlatmak, hayatı biraz ağırdan almak ve doğallıkla çocuklarla birlikte yaşamak gerektiği salık veriliyor. Gerçi ben doğal olana dahi illa ki isim verilmesine ve bunun da kategorileştirilmesi ve yöntemleştirilmesine de kesinkes karşıyım ya. Yani basit ve bıraksan zaten akacak olan bir nehire  illa ki – hmm.. bu nehir akıyor ve şöyle şöyle akıyor- demek zırvalamak ve dertsiz başa iş çıkarmak işgüzarlığı gibi geliyor bana. Hem sanki  yaşamak için devamlı surette birilerinin diktesine ihtiyaç varmış gibi, -birey tek başına kifayetsizdir, düşünmekten de yaşamaktan da, acizdir- der gibi,  yol gösterici olmak gerekliymiş gibi davranılıyor ve ben bu Amerikanvari taktiklerden hoşlanmıyorum. Belki de sadece rant kapıları açtığından bile bile uygulanıyor, bilmiyorum. Neyse konunun özüne döneyim; şimdilerde çeşit çeşit kaynaklarda bu konu konuşulur oldu; eski toplumların çocuklarının şimdikilerin aksine, çok daha mutlu ve özgüvenli oldukları mesela. Benim de inancım bu yönde!
Ben bu yazıdan da önce bir kehanette bulunmuştum ve o kehanetin gerçekleşiyor olmasından ötürü de memnunum. Hayır benim dediğimin olmasından değil memnuniyetim, işlerin doğala dönmesinden ve bunun normal karşılanmasından yana iyi hissediyorum. Bakınız burada yazmıştım: Evreka! Evreka! (Evrene de selam olsun, o da yorumuyla ümidimi desteklemiş ve arttırmıştı)
Bu konuda ümidimi arttıran bir diğer dayanak: Babies – Bebekler Belgeseli oldu. (Bunun için de Bercesteye selam olsun) Birçoğunuz biliyordur bu filmi, ben geçen sene ancak izleyebildim ve bir türlü yazmaya geçemedim. Belgeselde biri Amerikalı, biri Japon, biri Moğol, biri de Afrikalı 4 bebek doğumdan itibaren 1 yaşına dek kamerayla izleniyor. Bize de ilginç ve önemli kareleri veriliyor. Ben o belgeselde tahminimden çok öte noktalara vardım. Şöyle ki;
Bebekler Belgeseli
Ben bu belgeselde, derme çatma bir çadırda, abisi ve bolca hayvan ile hakiki manada birarada yaşayan Moğol Bebeğe, onun yaşantısına ve mutluluğuna vuruldum. Herşeyin müdahalesiz kendi ritminde akışına ve ailenin kendini bu akışa bırakmasına, annenin anneliğini dünyayı kurtarıyormuş edasından çok uzakta,  doğallıkla, olağanlıkla ve kolaylıkla yürütüyor olmasına hayranlıkla bakakaldım. O ferahlık içimi aydınlattı. Afrikalı bebek de çok tatlıydı ama o hayatın işleyişi bana çok uzaktı. Zira, annenin çıplak bebeğin dizine yaptığı kakayı eliyle silerek geçiştirmesi, çocuğun köpeklerle fazla samimi hasbihali ne yaparsam yapayım bana çekici gelmedi. Ama bebeğin ne zaman ağlarsa annesi tarafından öylece emzirilmesi ve bebeğin derhal mutluluğuna geri dönmesi, o süper gülümseyişi,  pek güzel ve düşündürücü idi benim açımdan. Geriye kalan ve ne yazık ki bizim çocuklarımızın yaşantısına en yakın olan;  Amerikalı ve Japon bebeğe ise ne hissettim biliyor musunuz; müthiş bir acıma duygusu! Çünkü her ikisinin de hayatı son derece sıkıcıydı. Japonun oyuncaklar arasında debelenmesi, yalnızlığı, annesizliği, mutsuzluğu, binalara boğulmuş şehirde sıkıcı geçen gri ve renksiz hikayesi, evin kasveti mahvetti beni. Amerikalı bebekse son derece steril bir hayat sürüyor. Ve ne yazık ki Japon olandan daha acıklı geliyor bana hayatı. Anne boyuna bebek gelişim kitapları okuyor ve besbelli içinden geçeni değil oradaki taktikleri uyguluyor, ama bunu yaparken öyle sevimsiz ve itici gözüküyor ki samimiyetsizliği beni oturduğum yerde irite ediyor.
Mesela, dövme dürtüsünün ortaya çıktığı bir sahne vardı, tüm bebeklerin bu sahneyle kayda alındığı. Moğol olan bir zamanlar kendine eziyet eden bir kıza geçiriyor, Afrikalı kardeşine vs. Yalıtılmış ve izole edilmiş Amerikalı bebekse, o dürtüyü kullanacak tek annesini buluyor ve ona geçiriyor tokadı. Anne doğal olarak çok bozuluyor ama derhal kitap yöntemlerine başvurduğu anlaşılıyor zira riyakarca yüzünü toplayıp çocuğu konuşarak ikna etmeye çalışıyor, oysa bebek krizde ve aldırmıyor. Bir daha vuruyor anne kesinlikle daha çok bozuluyor ama samimiyetsizce taktiği uygulamaya devam ediyor. Diğerleri o dürtüyle birlikte doğallıkla öğreniyorlar; -döversen dövülürsün- kuralını zira Moğol da, Moğolun vurduğu kız da, Afrikalı da karşılığını alıyor vurmanın. Ama Amerikalı öğrenemiyor, annesinin riyakar yüzü ile olsa olsa daha histerik bir hal alıyor durumu. İşte o anneye baktığım zaman acıdım teoremlerle, yalan yanlış taktiklerle çocuk yetiştirme sandığımız şeye. Ve bir kez daha lanet ettim Modern Ebeveynliğe.

Hiç yorum yok: