Uzun
 zamandır içimden kuvvetli bir ışık gibi geçen, ancak ızdırabıyla 
başedemeyeceğimi hissettiğimden kendimden özenle kaçırdığım birşeye 
temas etmişim meğerse dün. Anın sıcaklığı ve harareti geçip de, an 
soğuyunca konu billur gibi ortada kaldı. Selim’in ayakta olduğu 
saatlerin üçte ikisini okul sebebiyle dışarıda geçirmesi, kalan üçte 
birlik dilimde ise; ‘Hadi, giyin, toparlan, elini çabuk tut, hazırlan!’ 
komutları eşliğinde, son derece soğuk, sevimsiz ve en acısı; UZAK 
diyaloglara maruz kalması, üstelik en yakın ve en sıcak olması gereken 
annesi tarafından bu şekilde karşılanması, velhasıl sözümona birlikte 
geçirdiğimiz yalandan anların acısı LÖK! diye içimde asılı kaldı. Konu 
zihnimde öyle teferrruatlı bir hal aldı, öylesine dallandı budaklandı ve
 şaşırtıcı noktalara vardı ki, yazmayı durduramadım ve kalanları bu 
yazıya sakladım.
Bir seneyi
 aşkındır şunu yoğun olarak hissediyorum. Eskiden Selim’i sayfalarca 
yazabilirdim oysa şimdi ona dair çok nadir konu buluyor, hatta belki onu
 yazmak için kendimi zorluyordum. Çünkü içerime dokunuyordu, oğlumu 
yazacak kadar birlikte olmuyorum diyordum ve sanki onu yazarsam bu 
tezimi çürütüyor, ilgili bir anne oluveriyordum. Oysa heyhat! Meseleyi 
anlamak için iki senenin BilimSelim serisini karşılaştırmak bile yeterli.
Şimdi 
birden Selim hastalanıp da zoraki biçimde de olsa, günler boyunca 
yanımda  kalınca, hakiki yakınlık ve sıcaklıktan ibaret anlarımız arttı.
 Haliyle aramızdaki diyalog ve kaynaşma hız kazandı. Ona dair kıymetli 
anlar belleğimi ve kalbimi doldurdu. Gene içim Selim’in samimi aşkıyla 
coştu tutuştu. Çünkü bir süredir, içimden gelerek değil, öyle olması 
gerektiği için ona sokuluyordum sanki ve bu his beni tüketiyordu. Bu 
durumun en büyük müsebbibi ise bendim. Zira devamlı koşturmaca halinde 
ve bitmek bilmez karmaşaya kaptırmış idim. Bir de İlter’in yokluğu ve 
heryere yetişme derdi. Ve Kerim. Bebekliğinin en çekici, en muzır, en 
cazip dönemindeyken, ilk göz ağrım Selim gerisinde kalıyordu istemeden.
Derken 
konuyu ajitasyondan çıkaracak düşünceler etrafımı sardı ve bir nevi 
aydınlandım. Bu farkındalıktan önce haftasonundan bile ürken ben, 
Sömestr tatilini aklıma dahi getirmek istemiyordum. Bir an olsun yerinde
 duramayan çocuk, 15 gün boyunca hem çıldırır ve hem de çıldırtır 
diyordum. Oysa şimdi bunu fırsata dönüştürmek fikri var aklımda. 
Düşünüyorum, esasında en fazla 5 yıl değil midir çocuklarımızla tastamam
 birlikte olacağımız zaman. En fazla 5 yıl! Koca ömürde belki bir damla!
 E o halde ne diye, anın karmaşasına kaptırıp heba ediyorduk birlikte 
geçireceğimiz nadide ve güzide zamanları. Üstelik beraber olduğumuz her 
an bize bahşedilen büyük bir nimetken! Evet, bazen bir saniyelik bir 
çılgınlık deli edebiliyor ve evde göz gözü görmeyebiliyor ancak buna 
rağmen sisler dağılınca berraklaşan görüntünün akışı bizi hemen kendine 
çekebiliyor. Misalen dün Selim’e kartopları getirdi İlter. Koca bir kaba
 kartoplarını koyduk ve boya tüplerini de renklendirsin diye Selim’in 
eline tutuşturduk. Kerim de işin içinde tabii. Selim boyuna bir bana, 
bir babasına yaşadığı hazdan dolayı teşekkür ediyor, biz de çocuğunu 
mutlu eden her anne baba gibi mutlu mesut sırıtıyorduk. Derken bir anda 
evdeki huzur alabora oldu. Sebep; Selim boya tüpünü alıp Kerim’i 
baştanayağa boyamış. Çoğunlukla makul olan çocuk bunu yapmış. Rezaletti.
 Ancak, ortalık yatışınca huzur öyle ya da böyle geri geldi. Selim 
yaptığı eşeklikten dolayı defalarca özür diledi, cezasına da razı geldi 
ve aynı seremoni: ben de bağırış çağırışlarımdan dolayı özrümü diledim 
tabi. Öpüştük koklaştık. Geçti!
Bu yüzden 
Sömestr tatili fırsata dönüşmeli derken pespembe tablolar hayal 
etmiyorum: biliyorum tam günlük ve gecelik birliktelikler sütliman 
olmayacak. Hatta muhtemeldir ki çoğunlukla Selim azacak, misalen 
kardeşini kıstıracak, kardeşi çığırtkanlık yapacak, -anne Kerim kalemimi
 aldı!- diye feryat edecek, Kerim müdahaleden dolayı deliye dönecek, 
Selim boyuna sıkıldım diyecek, benle oynayın diye tutturacak, 
bilgisayar, telefon oyunu diye sapıtacak, lütfen sözcüğü ile başlayan 
ricalar,  zorbalığa dönüşecek vesaire vesaire. Bunlar olacak! Ama iyi 
şeyler de olacak! Hem zaten demiyor muyuz ki, güzel düşünelim ki güzeli 
bulalım.
Ve beni buraya getiren çıkış noktası: Çok değil bir sene önce, -Özlediklerim-
 kategorisine özgürlüğüme ve yalnızlık özlemime ithafen yazdıklarımı 
ekliyordum. Dünkü yazımda ise ilk kez Selim’e dair özlemimi bu 
kategoriye attım. Bu bana hem manidar ve hem de pek hazin geldi. Bir kez
 daha aynel yakin farkettim ki; zaman çabuk geçiyor, hayat değişiyor, 
akışı farkedemeyeceğimiz kadar hızlı bir şekilde terse dönebiliyor. 
Özellikle çocuklar çok çabuk büyüyor, içinde olduğumuz sırada çok yoğun,
 çok zor, çok aşılmaz ve çıkılmaz sandığımız durum aslında birkaç ay, 
birkaç yıl sürüyor ve gerisi hep ayrılık, hep hüzün! Keşke kısa anların 
ayırdında olabilsek her daim ve kıymetini bilebilsek o zamanların! İşte 
bu şekilde farkettim ki; 
“Rüzgarın Tersine Dönmesi An Meselesi!”

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder