5 Aralık 2011 Pazartesi

Oradaydım! Onunlaydım!



Sokağındaydım. Kim bilir kaç kez geçtiğin kaldırımlarındaydım. Sen varken de vardı muhtemelen bu binalar, ama şu sağda, apartmana giren küçük kız var mıydı acaba o zamanlar? Kaldırım taşları aynı mıydı? Ya ağaçlar? Taşlar, ağaçlar muhtemeldir ki duruyorlar yerlerinde, ama sen yoksun! “Dünya dönüyor dostlar, ben dönmüşüm çok mu, hayat bitiyor dostlar, ben bitmişim çok mu?” derken ne de erken konuşmuşsun? Biliyor musun, ilk kez Dönence’yi bu döngüde anlıyor ve seni her dinlediğimde şarkılarının değişen tılsımlı haline şaşıyorum.

O yumuşacık sesinden duymaya alıştığım, zihnimde kazılı adresin karşımda işte. Zor buldum ama hiç hayıflanmadım. Kolay olsun ister miydim, kısıtlı zamanıma rağmen, hiç sanmıyorum. Bu evde yaşadın sen. Bu kapıdan girdin içeri, defalarca. Sen geldiğinde de ışıkları yanar mıydı böyle evin? Can alameti, hayat alameti var mıydı? Şimdiki soğukluğun aksine, bu ev sımsıcak bir yuva mıydı? Çocukların koşar mıydı babam diye? Bilmiyorum, ama ben öyle hayal ediyorum.


Bir zamanlar çocuklarınla şen şakrak çıktığın bu kapı, şimdi neşesiz ve soğuk. Gazete ve pil kutusu içimi soğutuyor, acıtıyor ve sanki yüreğimi burkuyor. Mermer taşlar aynen duruyor, merdivenler, trabzanlar… Ama sen yoksun! Çocukların da kocaman insanlar şimdi… Zaman niye bu denli burkuyor içimi? Demişsin ya; “Sen gittin gideli içimde öyle bir sızı var ki, yalnız sen ağlarsın, sen şimdi uzaklarda meleklerle cennette…” Hislerim aynen bu yönde…


Evden içeriye girdiğinde, sağa; salona değil de, sola; yemek odasına mı kıvrılırdın? Sanki son gece öyle yapmışsın. Araba anahtarın, telefonun, ajandan yemek odasındaki masada kalmış? Ama sen yoksun! Telefonun sanki hemen oracıktaymışsın gibi, sanki birazdan eline alacakmışsın gibi diri duruyor. İçim yanıyor, ama sen yoksun!

Biliyor musun Barış Abi, ben bir hayal kurardım hep. Bir gün gelip kapını çalacağıma ve beni içeriye alacağına dair. Ne konuşurdum, ne anlatırdım bilmiyorum, ama şimdi başka türlü kuruyorum bu hayali. Sanki sen varsın ve ben sana geliyorum. Salona buyur ediyorsun beni, Lale Hanım hem var, hem yok, zira ondan çekiniyorum. Şu ikili berjerler var ya, sola ben oturuyorum, sağa sen oturuyorsun. Konuşmaya gerek yok. Yanında mutluyum.

Salonda ve yemek odasında cam vazolar koleksiyonun var. Mineli, tıpkı benim sevdiğim gibi. Ben de çok severim cam işçiliğini ve bilhassa mineleri. Ama buna aldırmıyorum, ben neye baksam senin özel olduğunu görüyorum. Neye baksam senden daha özel bulmuyorum. Hiçbirşeye şaşırmıyorum, eşyalar, antikalar…  El yazından etkilendiğim kadar hiçbirinden etkilenmiyorum.


Salonun sol yanında, özel bir bölme var. Minik bir oda gibi. Ödüllerinin olduğu hani. Çoklar, çok! Bakıyorum. Altın Kelebek Ödülleri var. Yıllar yıllar öncesinden… Zaman ne tuhaf şey, Barış abi? Herşey yerli yerinde, eşyalar korunuyor, ama o eşyalara anlam yükleyen sen yoksun!


Ödüller arasında göze çarpan bu kısım. Devlet Sanatçısı olmuşsun. Nasıl olmayasın, sen bu ülkenin gördüğü en dev sanatçısın. (Bir de benim nazarımda kardeşin Cem Karaca elbette, ona da selam olsun)

Yemek odasının açıldığı minik odada bir kısım giysilerin var. Çizmelerin. Ben her türlüsünü çok seviyorum. 70′lerin o bayıldığım neyi varsa sende buluyorum. İspanyol paçalar ve kollar, deriler, zımbalar, aynalar, çizmeler ve takılar. Ama dur daha onlara sıra gelmedi biliyorum.


İşte vazgeçilmezin takıların. Bayıldıklarım. Baktıkça bir kere daha düşünüyorum, ne özel adammışsın. Biliyor musun Barış Abi, bizim oralarda hiç uzun saçlı erkek olmazdı. Olsa çok yadırganırdı. Takıları da olmazdı erkeklerin. O da çok yadırganırdı olsaydı. Giysilerini giyen birileri de olamazdı. Yani senin giydiklerini, bizim oralarda bir başkası giyse belki ipte sallandırılırdı. İyi ama, peki nasıl oluyordu da, bizim oralarda bunca seviliyordun? Nasıl oluyordu da, senin yerine geçen tuhaf ve absürd olabilecekken, sen tamamen şekilcilikten azade, gönlümüzde dilediğince fink atıyor ve orada sabitleniyordun?


Yüzüklerin… İşte burada uzunca süre durdum. Baktım iki yüzüğümün aynısını sende de buldum. Üstelik birçoğuna da bayıldım.


Üst kata çıktım. Kişisel eşyaların vardı. Baktım. Neyi severdin, fincanın nasıldı, kim bilir kahveni nasıl alırdın, pasaportunda ışıldayan yüzün… Barış Abi seni çok özlüyorum…


Kemerlerin vardı. Ama ben özellikle birini aradım. Aynalı Kemer’in yok muydu? Olsun, şu mavi taşlı olan var ya, o da çok hoştu.


Üst katlarda plakların, albümlerin vardı. Sıcak yüzün, özgünlüğünle kapak olduğun albümlerin. Burada biraz durdum ve hüzün duydum. Gittiğini duyduğum ilk andan beri, içimi yakan şu duygu; yeni bir şarkın olmayacak artık. Yeni bir albümün de. Biliyorum, bir ömre yetecek kadar şarkı ve her an yenilenen manalar bıraktın geride ama gene de peşimi bırakmıyor bu düşünce ve bu yoksunluk duygusu.

Evin en üst katına çıktım. Aile fotoğrafların ta merdivenin başında yakaladı beni. Ve sımsıcaklığın. Çocuklarının odası vardı, onlara almış olduğunu tahmin ettiğim oyuncakların. Güzeldi bu köşe, hayatına dahil olmuşum gibi özeldi hem de.

Yanılmıyorsam, Doğukan’ın odasında sergileniyordu Belçika’da, Akademideyken yaptıkların. Senin elinden çıkma, böylesi eserlerin olduğunu bilmiyordum. Biri hakkında bildiklerimizi sandıklarımız ne kadar az oysa, bunu bir kez daha hissediyorum.


İşte gene beni ilgilendiren kısımlardayım. Yazılarını hep büyük harflerle yazarmışsın, bunu da bilmiyordum. Galatasaray’lı anahtarlığın, fincanların, kristal çay bardağın, gözlük de kullanıyormuşsun… Barış Abi, seni özlüyorum. Hem de çok özlüyorum!


Evinin alt katına indim. Şövalye Odası vardı. Bazen sıcaklık ve karanlık aradığım zamanlarda, tam kaçacağım türden bir odaydı burası. Ve hayal ettim, o leopar desenli koltukta oturup sana eşlik ediyorum. Gene ne konuştuğumu bilmiyorum ama öyle yakınız ki, sussak da bundan rahatsız olmuyoruz. Öyle yakınız ki, aramızdaki sessizliği bozmaya uğraşmıyoruz. Öyle yakınız ki, canımız isteyince konuşuyoruz, mecbur hissettiğimiz için değil, suskunluğu bozmak ya da laf olsun diye de değil.
Duvarlarda şarkıların vardı. Ben Nick The Chopper’ı aldım buraya. Bilmem bilir misin, sen gidince, günlerce içim kıyılırken dışımdan uzunca süre sustum. Ağlayamadım. Bir akşam, topluca bir yere gitmiştik arkadaşlarla. Ve ben orada senin sesini duydum. Bu parça çalıyordu tam da. İşte o zaman içimdeki kıyımlar benden azade, dökülüverdiler gözlerimden hasretle. Hıçkıra hıçkıra, ortalığı birbirine katarak ağladım. Derken garip bir hal aldı durum… Sanki birden ben, bir Ağlama duvarı oldum. Gelen giden bana sarılıp ağladı, kimi teselli etti, kimi döktü içini. Hasılı Manço Kardeşi olmuştuk o gün.
Sonra Kış Bahçesi’ne çıktım. Burada bir kafeterya vardı. Doğrusunu ister misin Barış Abi, ben burada biraz burkuldum. Yani sana çay içmeye gelmek evet çok hoş olurdu, ama çay sipariş etmek beni epeyce burktu. Üstelik bir de Yaz Bahçesi vardı. Orada kümelenmiş adamlar ve cafeterya çalışanları laubali biçimde, gürültüyle sohbet ediyorlardı. Duramadım be Barış Abi. Ben seni içimde yaşıyor, çokça hüzünle, az tebessümle anıyorken o ortamda duramadım.


Yazlık Bahçe’ne çıktığımda tek bu duvarda durdum. O gürültülü, çılgın kalabalıktan uzakta, fotoğraflarının olduğu nispeten sessiz kısımda. Baktım, baktım. Ve o VEDA yazısı ile veda ettim ben de sana. İçim buruk, bol hüzün yüklenip ayrıldım.


Çıktım. Çıktığımda henüz ışıkların yanıyordu. Salonda olduğunu hayal ettim, piyano çalıyordun. Ah, bir de o muazzam sesin eşlik ediyordu piyanoya. Derken, içimde bir boğulma hissettim ama. Bu ev, senin yaşadığın akşam saatlerinde ışıkları yanan bu ev, şimdi tam aksine akşam saatlerinde ışıkları kapanan, kapısına kilit vurulan bir müzeye, bir kuruma dönüşüyor ve tüm sıcaklığı, sıcaklığın buz kesiyordu. Zaman çok fena Barış Abi. Evlerimiz dursa da biz kayıp gidiyoruz, herşey kayıp gidiyor. Kayıp zamanın izini sürmekse çok acı veriyor.

Giderken, bir de baktım araban, kilitli öylece duruyor. Yaşasaydın buraya park ediyor olurdun, ama yaşamıyorsun! Kendimi yaşadığın günlere götürmek ve iyi hissetmek istedim. Arabası burada, demek ki gelmiş, evde. Bak, hem ışıklar da yanıyor. Dedim, dedim de içimdeki derin sızıyı dindiremedim. Seni özledim Barış Abi, hem de çok özledim.
Ben şimdi gidiyorum. Ama biliyorum ki, bu böyle bitmedi. Buluşacağız. Dertlerden, gamdan, kederden, vefasızlık ve elemden çok uzak yerde buluşacağız seninle. Sarılacağım sana hasretle. Şarkılarını her dinlediğimde, hatırladığım ağbilerim gibi içtenlikle. Zaten seni onlardan ayrı tutmadım gönlümde.
Onun için şimdilik hoşçakal Barış Abi, Hoşçakal!

Hiç yorum yok: