23 Aralık 2011 Cuma

Bir Delinin Zayıflama Macerası 5


Tıpkı adıma yaraşır biçimde ilerliyorum ya da geriliyorum mu demeli bu maceraya, bilmiyorum. 60′lı rakamları gördükten sonra durumum, üç geri-iki ileri misali, tüm istikrarını kaybetti. Oysa hedef 50′lere ulaşmak! Daha çok yol var önümde ama ittiriyorum kaktırıyorum kendimi, nafile! Gramla verip gırla alıyorum!
Türlü eziyetlerle, önce 69, sonra 67, en son da 65 rakamını görmekle birlikte, bu rakamlar devamlı olarak 70 sınırına dayanıyor. Ve ne zaman bu sınıra yaklaşsam bir başka diyetle kendimi tarumar ediyorum. Önce diyetisyen ile başlayan klasik diyet, ardından İsveç Diyeti, ardından Dukan, arada bir nebze İsveç, olmadı gene Dukan. Hasılı yalama olmuş bir halde ilerliyorum. Şimdi niyetim Dukan-Karatay karışımı birşey yapmak. Sırf Dukan çok, çok sıkıyor beni çünkü. Ve sanırım tek tip beslenmeyle bünyemde birtakım mineral, vitamin eksiğine de sebep oluyor. Zira hayatımda hiç olmadığım kadar kuruyemişe aş eriyorum. Hele ki Antep Fıstığı. Aklıma düşmüşse ve yememişsem çıldırıyorum.
“Bence bünye ihtiyacı olanı istettiriyor. Ya da ben buna inanarak kendimi rahatlatıyor ve vicdan azabı çekmiyorum!”
Hem yeni yapılan bir araştırmaya göre zayıflamaya yardımcı oluyormuş antep fıstığı, e bundan iyisi Şam’da kayısı.
Benim yalama zayıflama maceram şu rezil hali aldı. Önce müthiş bir irade koyuyorum ortaya. Kesinlikle belirtilenlerin dışına çıkmıyorum. Dudağımın ucunu dahi değdirmiyorum yasak olana. Görenler hayret ediyor, öyle övüyorlar ki koltuklarım kabarıyor. Sonra birden ne oluyorsa oluyor, bir baştan çıkarıcı çıkıyor karşıma. Ki bu genellikle; İlter’in burada olduğu ve gitmeye hazırlandığı günlere denk geliyor. Misal; Ceviz Ağacı‘nda buluyorum kendimi.

Ceviz Ağacı PAsta Cafe

Önce diyete uygun birşeyler yerken ve kendimi çelik gibi bir iradeyle tutarken, -eve de birşeyler alalım, çocuklara!- diyorum ve içeriye giriyorum. İşte o an bende film kopuyor.  Bir pastalara koşuyorum şuursuzca, bir keklere, bir tartlara koşuyorum, bir çöreklere.
“Herşey ama herşey baştançıkarıcım oluyor, neyden ne kadar alsam da gözüm ve aklım almadıklarımda kalarak oradan ayrılıyorum.”
Pastalara nerdeyse sarılarak arabaya biniyorum ve onları kucağımdan ve gözümün önünden hiç ama hiç ayırmıyorum. O andan sonra anlıyorum ki, çözülüyorum. İçimden geçirdiğim; -aman, spora veririm kendimi, İsveç Diyeti yaparım, şöyle uçarım, böyle kaçarım- avuntularıyla, diyeti bozacak olmanın burukluğunu bastırmaya ve kendimi avutmaya çalışıyorum. Bundan sonrası için kimselerin olmadığı bir an kolluyorum. Bilhassa İlter’den çekiniyorum galiba, niye bilmiyorum. İlter ellerini yıkamaya gittiği an, ben elim ayağım titreyerek, madde bağımlıları gibi, telaşla kutuları açıyorum. Hangisinden, ne almışsam aceleyle mideye indiriyorum.
Mesela en son Ceviz Ağacı’nda yemek yemeye gittik. Bütün irademi ortaya koydum; et, sebze ve salata yedim. Ekmeksiz! Suyla hatta! Ama eve geldiğimde; bitter çikolatalı ve portakallı pastayı (Allah’ım o nasıl bir lezzetti) nerdeyse tek hamlede yedim. Ardından dilim dilim kek. İlla ki İlter’e yakalanınca da; ağzım burnuma bulanmış çikolatayla; -diyete bir gecelik ara vereyim dedim-diyerek açıklama getirdim. Bununla kalmadı tabii, olmazsa olmaz antep fıstığını da yedim. Ve gecesinde İlter gene yurt dışına gidince, ertesi gün sımsıkı bir rejime girdim. Hani nerdeyse kuş gibi beslendim diyebilirim.
Şimdi İlter burada. İmtihanım zorlaşıyor o burada olunca. Zira yemek yemeği seven ve üstelik kuru ekmekle soğan yese bunu şölene dönüştüren ve daha da beteri yediği lezzetten karşısındakinin mahrum kalmasına asla içi elvermeyen bir kocam var. Hasılı halim yaman!
Diyorum kendime, iki ay, sadece iki ay daha aklı selim uygularsan diyeti, kurtulursun kilolardan, sözde ve düşüncede herşey çok basit lakin uygulamada bir saniyelik gaflet anında, bu düşüncenin tam tersine hareket edebiliyorum. 6 gün İsveç Diyeti uyguluyorum, eksiksiz sadece kahve fazlasıyla, ama 6.günün akşamında pasta yiyorum ve herşeyi rezili rüsvay ediyorum mesela.
Ama şimdi gene yüreklendirdim kendimi. Zira Twitter’da diyete başlayan anneler güruhu var, istikrarla Dukan Diyeti’ne devam eden; muvaffak olmuş ve mutlu sona yaklaşan Gülom, Kirazım ve Feridem var, hadi be Deli, bırakma kendini diyorum, hem bak onlar sırım gibi olduğunda ve sen hala duba gibi kaldığında, keşke onlarla birlikte ben de devam etseydim dersin, diyorum, hasılı kendimi türlü ali cengiz oyunlarıyla motive etmeye çalışıyorum. Son 5 gündür iyi de gidiyorum. Gene 65′i gördüm. Hedef: 58 kilo. Ama 61 de olsan olur, diyorum. Ne de olsa kemikleri ağır ve kaslı bir kadınım (!)
Şevkimi diri tutmak, irademi korumak adına, birtakım hileler yapıyorum ayrıca. Mesela;
*Tartının, zeminin eğimine göre farklı sayılar gösterdiğine şahit olduğumdan beri, en az gösterdiği yerde tartıya çıkıyorum. Ve bir gün, olur da dalgınlıkla, en fazla yere rast gelirsem diye çok korkuyorum.
*Bizim tartının, diyetisyenin tartısından en az 1 kilo fazla gösterdiğine dair bir kanaat oluşturmaya zorluyorum kendimi. Tam olarak inanmıyorum ama inanmayı çok arzuluyorum.
*Çok yorulduğumda, aman nasılsa 17 kiloya yakın verdin, bak böyle de güzelsin, diyorum  ama bunu yemiyorum!
*Üniversite yıllarımda 48 kiloydun ama bence o tartı en az 2 kilo eksik gösteriyordu, boşuna o rakamlara meyillenme diyorum. Aklımı tartıyla bozmuşum:)
*Kilo verme durduğunda, -ki bu mutlaka oluyor, zaten sapkınlıklarım da en çok bu döneme rastlıyor- sakın durma diyorum, durma, vazgeçme lakin olmuyor, illa ki vazgeçiyorum!
*Yemek yemek o kadar da önemli bir eylem değildir, hem nefsi terbiye etmek iyidir,  diyorum ama ne yazık ki bu düşüncemde sabit kalamıyorum.
*Her sapıtmadan sonra; -üzülme, koyverme, bundan sonra İsveç Diyeti yapar, topluca verirsin- diyorum mesela, ama elimde biriken şanslarımı bir bir tüketiyorum. Zira kala kala Dukan-Karatay karışımına kaldım. Haydi hayırlısı!

Hiç yorum yok: