1 Eylül 2011 Perşembe

BilimSelim – Matrix



Hayatın ve dahi ötesinin çözümlenmesiyse şayet Matrix Felsefesi, Selim Matrix’i çözmüş demiştim daha iki yıl kadar önce. Neden mi, hani çocuk yetiştirmede kritik eşikler vardır. Sorma, sorgulama, sorulara uygun cevabı bulma mesela. Hani kitaplar okur, uzmanlara başvurur yahut deneyimli annelerin tecrübelerinden faydalanırsınız. Hasılı hazırlığınızı yapar ve kollarınızı kavuşturup, bilgiç bir edayla uygun zamanı beklemeye koyulursunuz. Derken beklenen an gelir; siz de öğrendiklerinizi tıpatıp uygular ve görevinizi başarıyla ifa etmiş olmaktan ötürü kendinizden epeyce hoşnut kalırsınız.
Bende bu durum ismime yakışır delilikte geçti elbette. Her defasında ilk bilgileri veriyor olmanın gururuna kapılmış ve annemsi yapıya bürünmenin sarhoşluğundayken daha, kendi adıma fecaatle sonuçlandı bu güzide ‘bilge anne-cahil çocuk’ seremonisi. Ne zaman ilk bilgileri veriyorum diye bir heyecana kapılsam, Selim’in benden çok ötede, benden ziyade, fevkalade derunî bilgiler içersinde olduğunu görüyorum dehşetle. Ve ters yüz oluyor haliyle seremoni; ‘bilge çocuk-cahil anne’ şeklinde. Şöyle ki;
3,5 yaşındaydı Selim. Teraslı evdeydik henüz. Yan çatıda üç yavru martı vardı henüz doğmuş. Selim’le gelişimlerini takip ediyor, anne martının yavruları ağzında taşıdığı balıklarla beslemesine şahit oluyorduk. Bir gün yavrulardan biri, bitişikteki evin terasına düştü. İlk gün anne martı boyuna onu yokluyor, ancak yanına inmeye cesaret edemiyordu. Karşılıklı ağlaşır gibi ötüşüyorlardı. İkinci gün anne martı kısmen yoklar oldu yavruyu üçüncü günse tümden bağını kopardı. Ve diğer yavrularına bakmaya koyuldu. Selim bu duruma çok bozulur ve belki kendi hayatına uyarlayıp kaygılanır endişesiyle durum değerlendirmesi yaparken ben, o şu tespiti yaptı: Hayvan işte, di-i mi anne?
Ardından yavruyu ne var ne yoksa beslemeye gayret ettik. Zira evin sahipleri pek ilgilenmiyordu. Giderek imdat ister gibi çığlık atan yavrunun sesi cılızlaştı ve bir gün tümden kayboldu. İlk bir kaç gün Selim de, ben de belki yavru bir yerlerden çıkar diye bekledik ancak nafile! Ölümü Selim’den kaçırmayı düşünmedim hiç, doğumu bildiği normallikte ölümü de bilsin istedim hep, ancak girizgahı nasıl yapacağımı bilemedim. Bir kaç günün sonunda Selim’e yavrunun ölmüş olabileceğini söyledim. Gözleri irileşti, bakışı değişti. Evet ama cennete gitti dedim. Orada sıkıntı yok, hastalık, korku, yalnızlık, acı, açlık yok dedim. Orda iyilik ve güzellik var dedim. Yüzündeki gerilmiş kaslar giderek gevşedi. Konunun devamından ve çalışmadığım yerlerden gelecek soruların korkusundan biraz gergin olsam da, Selim’e bunu belli etmedim. Kendinden emin bir edayla, başımı bilgiçlikle öte yana çevirdim ki, Selim devam etti;
-Hani televizyonda bir kutu vardı. Üstünü bayrakla örtmüşlerdi.(Şehit cenazelerini kast ediyordu) Ölünce o kutuya koyuyorlar di-i mi Anne? Sonra bir kapı açılıyor o kutuda. Geçit kapısı. Işıklı böyle. Oradan cennete gidiyorlar di-i mi Anne?
İşte o an heyhat dedim, bre kendini bilgili sanan cahil mahlukat! Gene ezildin! Sen daha iç hesaplar yaparken o çoktan okumuş hayatı ve dahi ötesini. Hem sana sorsa sen böylesine güzel anlatabilir miydin ki?
Selim’in olumsuz bir durumu olumluya çevirme gibi hasletleri vardır hep. Birşeyin negatif sonuçlanmasını kabullenmez, iyiye çevirmek ve muhtemeldir ki kendini iyi hissetmek için elinden geleni yapar. Bunu yaparken de zırvalamak yerine, mantıklı bir açıklama bulmaya uğraşır. Bu da bu duruma iyi bir örnektir mesela.
                                                                                     To be continued…

Hiç yorum yok: