16 Ağustos 2011 Salı

iklim değişir, Akdeniz olur


iklim değişir, Akdeniz olur

by Deli Anne on 16/08/2011
Bunaltılarımım yoğun olduğu günlerdi. Rutine bağlandığım, tekdüze işlerimi istemeye istemeye halletmeye uğraştığım, sıkıcı günlerdi. Kolumun külçe gibi ağırlaştığı, işlerin genellikle yarım yamalak kaldığı, şevksiz ve alabildiğine isteksiz günlerdi. Kendim başta olmak üzere kimseye tahammülümün olmadığı, hissiyatımı da, insanlığımı da kaybettiğim günlerdi. Tek hissettiğim üzerimdeki olanca ağırlık ve bunaltı hissiydi.
İşte böylesi bir günün sabahında Selim’i okul servisine bindirmek için aşağıya inmiştim. Kucağımda Kerim’le.  Son derece ruhsuz ve huysuzdum. Ve dahi şuursuz! Birden bir anons ruhsuz kabuğumu delip, içeri girdi; Dikkat, dikkat! Sokağımızda iftar hazırlıkları yapılacağından tüm araçların çekilmesi gerekmektedir! Derhal bir panik aldı beni, hangi sokak, tüm sokaklar mı, nereye koyacaktık peki arabayı, hem İlter yurtdışında, arabayı kim çekecekti, hoş çeken bulunurdu ama işim yok bu halde bir de bunun gerginliğe ile mi uğraşacaktım? Hasılı o birkaç dakikada kendime büyük bir kaos yaşattım. Derhal Londra’ya bağlandım, tiksinç, tiz bir sesle; İlteeeer, arabalarınızı çekin diyorlar, n’apayım, dedim. Tam o sırada alt kattaki komşu geldi, sadece bu sokağı kastediyorlar, gerekirse ben çekeyim, dedi. Bir de üstüne Selim’in servisi geldi ve bendeki şuur kaybı zirveye ulaştı. Bundan sonra kim ne yaptı, ne dedi, ben ne söyledim bir tek  Allah bilirdi. Selim’i servise yolladım, İlter’i telefonda boşladım ve muhtemeldir ki komşuya da pek farklı davranmadım. Hasılı, Selim gidince, komşu kendi arabasının derdine düşünce ve İlter’i de bertaraf edince sanki o karmaşa hiç olmamış gibi eve yollandım. Tek fark vardı durumumda; nispeten ayılmıştım. Az önceki halime göre daha diri duruyordum.
İkindiye doğru evi dertop etmiş, üstelik bana büyük külfet gelen; çamaşır, bulaşık işlerini dahi halletmiştim. Haliyle daha iyiceydim. Nitekim ne zaman evin bitmek bilmeyen işleri çoğalsa, bende buhran alametleri başgösterir, hatta buhran ziyade; Dr. Jekyll & Mr. Hide misali pis bir dönüşüm gerçekleşirdi; bilhassa anneliğime dair. Zaten epeycedir anlıyorum ki; beni evdeki bu ağır işçilik ve tükenmek bilmeyen döngü mahvetmekteydi. Ev temizse, iş yükü hafiflemişse, çocuklar olağanüstü delirmemişse, ben de iyi ve müşfik bir anne oluyordum genellikle. Şimdi görece sakin ve iyi bir anneydim, ancak  birazdan tümden iyi olacaktım. Hatta öyle ki eriyik kıvama gelecekti sinirlerim.
Selim’i almak üzere tekrar aşağıya indim. Dış kapıyı açtım ve daha o an bir farklılık duyumsadım. Tam olarak sokağa çıkınca ise, sokağın duruluğuna bakakaldım. Önce enfes bir ney sesi ruhumu doyurdu. Çok sevdiğim ve çok manidar bulduğum için iki kez etkilendiğim, Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan, melodisi  rüzgarla birlikte bir yakınlaşıp bir uzaklaşıyordu.  Ki bu bile tek başına beni benden almaya yetiyordu. Lakin tek bu değildi. Sokak tümden değişmişti. Bir kere hiç araba yoktu. Ne park eden, ne de geçen. Tertemizdi her yan. Suyun sıcak taşa değdiği an oluşturduğu hararet kokusu burnuma doldu. Bu kokunun tesiriyle çocukken yıkadığımız, arnavut kaldırımlı sokaklar zihnime doluştu. Güneş gören yerler kurumaya yüz tutmuşken, gölgede kalan kısımlar hala ıslak duruyordu. Ve ben bu görüntüyü seviyordum. Temizlenmişliği seviyordum. Selim’in servisi evin önüne gelmeyecekti, amaaan ne gam, ben ona giderdim. Hem bu sokakta bugün yürümek lazım gelmez miydi?
Kerim’in arabasını almadım, elinden tutarak yola koyuldum. Beyaz giymiş kadınlar ve adamlar vardı, bembeyaz masalar ve sandalyeler döşüyorlardı. Bu insanlar bildiğimizin aksine tebessümle iş yapıyorlar, gülüşüp şakalaşıyorlardı. Havada muhabbet kokusu vardı. Öbek öbek insanlar buldukları gölgeliklerde oturmuş sohbet ediyorlardı. Normalde asık suratla yanyana geçen komşular, şimdi ta karşı pencereden laflıyorlardu. Genelde havadan sudan konuşmayı bilmeyen ben bile değişmiştim. Gördüğüm kim varsa selamlıyor hatta yeri geliyor birşeyler diyordum. Şaşakalmıştım. Trafiğe açık bir diğer sokağa gidene dek Kerim’in elini bıraktım, o da keyfince eğlendi. Bu sırada yaşlı bir teyzeyle, birkaç amcayla, bugüne dek ne selam alıp ne selam verdiğim esnafla gülümseyerek münasebete girdik. Çoğu Kerim’le hasbihal etti. Zaten yanında çocuk varken sohbet etmek dünyanın en kolay işi değil miydi? Hele ki bu müstesna günde bu iş çok daha basitti.
Kerim geniş caddede başıboş ve serbestiyle gezmekten büyük keyif aldı. Gitti geldi boyuna; bir aşağı bir yukarı. Ben de bir kez daha, bilhassa çocukla yaşamak için genişliğe, ferahlığa, insana, insanlığa ve hasılı -bir çocuk yetiştirmek için bir köye ihtiyaç vardır-a inandım. Boşalan bir cadde, uhrevi bir hava, gülümser insanlar nasıl da herşeyi değiştirmişti. İçimdeki karanlık gölge, kendiliğinden kuytuya çekildi. Ferahladım. Selim’i alıp bir de onunla turladım. Bu sırada masalar düzenlenmiş, komşular yer tutmaya bile başlamıştı. Hiç tanımadığım insanlarla bu vesileyle sohbet ettim. İçim bir hoş oldu. Gel dediler sen de, Selim’i araya aldı çocuklar. Onlar keyfetti.
Hasılı Ramazan’la birlikte gelen bu iftar gününde şehrin iklimi değişti, sokağın iklimi değişti, insanın iklimi değişti, benim iklimim değişti. Ve bir günlüğüne; iklim değişti,  Akdeniz oldu Selimiye ve Selimiye Semti.
————————————————————————————————————————————————————————————–
*Evet, ben de ehliyeti kimlik diye kullanan ve kapının önünde duran arabaya ancak koca vasıtasıyla binen acizlerdenim. Ama sanılmasın ki gayretkeş değilim. Çocukları teslim edip ablama, kullanmaya gideceğim ilk ve tek günde ilk kez araba tamire gitti. Bana yaptığı bu ihaneti ağışlayıp da, bir daha kendisine meyletmedim.
*Uyan ey gözlerim gafletten uyan, Sultan III.Murat’ın bir tek sabah namazını kaçırmasına binaen yazdığı şiirdir.
*Fotoğraf: Jamie Delaine.

Hiç yorum yok: