27 Haziran 2011 Pazartesi

Olasılıksız

Selim küçükken pek kaza geçirmedi. Çok emniyetli ve pek tedbirli bir çocuktu çünkü. Ondandır ki geç yürüdü. Emin olmayana dek desteksiz tek adım atmadı nitekim. Kerim’e gelince, Selim’in 5 yıllık ömrü süresince geçirdiği kazaların toplamından çok daha fazlasını yaşadı 14 aylık minik ömründe. Selim’de aşina olduğumuz güvenliğin aksine, hergün bir vukuatla kapatıyor günü nerdeyse. Üstelik neden bilmem ağzına alıyor tüm darbeleri de. Ağız dolusu kan, revan karşılaştığımız genellikle.
Önceki gün gene koltuktan düşüp, kafa üstü yere çakıldı Kerim. Her zamanki düşmelerine verip, kabaca görünen yerlerine ve bilhassa ağız içine göz gezdirdikten sonra Kerim’i teskin etme çalışmalarına başladım. Suyla hasbihali sevdiğinden banyoya götürdüm, bir yandan da yüzünü yıkadım. Elim yüzünde gezerken, daha önce hiçbir problem olmayan alın bölgesinde çizik gibi kızarıklıklara rastladım. Bir ürperti sardı içimi lakin asıl ürperti, ben elimi alnında gezdirdikçe, içten bir kanamanın parmaklarımı takip etmesiyle açığa çıktı. Deri altında, gözümün önünde şeffaflaşan ve an be an aşikarlaşan, adeta alında yürüyen bir kanama. İşte ilk kez o gün Rain Man’de Dustin Hoffman’ın otistik tiplemesi gibi, içimden sayıklayarak tur atmaya başladım evde. Şükürler olsun ki bir süre sonra durmayı başardım da doktoru aradım. O gün ilk kez meşgul olan doktoru daha sonra aramaya razı olmadım ve – aciiilll, lütfen bağlayın beni- çığırtkanlığında bulundum. Doktor önce rahatlatmaya çalıştı beni, ardından soğuk su kompresi ile birlikte tüm gün Kerim’i gözlememi önerdi. Kusma, dengesizlik, hareketlerde yavaşlama vs. var mı diye? Dilimde dönen devamlı dualarla saatleri geçirdim ve şükürler olsun anormal birşeye rastlamadım. Gün bitti.
Sonraki gün İlter eve geldi. Kerim’in düşe kalka attığı iki adımı göstermek adına, çocuğu babaya yarım metre kala desteksiz bıraktım ki, nasıl oldu bilmem, sevinçle -bab-ba- diye ilerleyen çocuk, koltuğa vurup ağzını, kan revan içinde kaldı. Ki koltuk dediğim de tamamen minderden ibaret.
Aynı gün Selim’in okulunda idik. Okulda Üstün Potansiyelli çocuklar için bir bölüm açılacağından bahsetmişti Müdüremiz ve buna dair birşey yapmayı isteyip istemediğimizi konuşuyorduk. Biz bunu konuşurken tesadüfen Selim iniyordu aşağıya. Elinde burnuna tuttuğu kanlı mendil, tişörtüne bulaşan kanla. Sanki biz her an o odada yaşıyormuşuz gibi, gayet olağanmışcasına karşıladı bizi, -Burnum kanadı anne- dedi bana sokularak. Bir süredir alerjiden kaynaklanan burun kuruluğu şikayeti vardı ve boyuna burnuyla hasbihal(!) ediyordu. Haliyle burun içi yaraya dönüşmüştü ve bu bölgeyle fazla muhabbetin neticesinde minik kanamalar ile sık görülür olmuştu.  Ben bu aşinalıktan dolayı görece sakindim. Selim’i alıp, buz koymak üzere götürürken öğretmeni biz de okuldan ayrıldık. Akşama doğru okuldan arandım ve Selim’in kanamayla birlikte baş dönmesi yaşadığını, içlerinin rahat etmediğini, doktoruyla görüşmenin uygun olacağını eklediler. Doktor gene gözlem önerdi. Okula gönderme dedi.
Bir sonraki gün Selim oyuncak gününü kaçırmak istemedi. Ben de iyi olduğunu görünce gitmesinde bir sakınca görmedim. Doktordan ala anneyim ya. Pek bilmişim. Sabahtan öğlene dek iki kez arayıp durumunu yokladım. Endişe etmememi, en ufak bir değişiklikte zaten haberdar edeceklerini salık verdiler, hasılı herşey yolunda ve iyiydi. Ta ki öğleden sonraya kadar.
Öğleden sonra telefonum çaldı. Numara okulun numarasıydı. Önce buz kestim. Zihnim türlü dalgalanmalar yaşasa da  fiilen kötüye yormamaya gayretliydim. Telefonu açtım. Karşımdaki ses önce bir durdu ve -ımm.. Selim’i biz bir doktora götürelim dedik- dedi. Bu girizgah ile benim gözümün önünden trilyon tane sahne, senaryo geçti. Ve sahnelerden ziyade karnımdaki boşluk hissine eşlik eden tarifsiz vicdan azapları içimi deldi. Niye sanki okula gönderdim ki, neden onu dinledim ki, Tamam, -güzel bakan, güzel görür!- kaidesine riayet etmek elbette iyiydi lakin benimki ümitvar olmak ve güzel düşünmekten ziyade -bize birşey olmaz!- densizliği miydi, yoksa bunların hepsi kendi rahatım için bir bahane miydi, ya yazdıklarıma, blogda saçmaladıklarıma ne demeli, hasılı dillendirmek dahi istemediğim, envai çeşit düşünce zıp zıp zıpladı ordan oraya delice. O anı düşününce anlıyorum ki; düşünce hızı, ışık hızından çoook öte imiş meğerse. -Selim düştü, birşeyi yok, gene de götürelim istiyoruz. Yalnız çok endişeli, sizi yanında istiyor, isterseniz gelin- diye devam etti karşımdaki ses. Selim düştü deyince, dünya durdu, zaman durdu, zihnimdeki düşüncelerin deli dansı durdu. İçlerinden biri öne çıktı sadece: burun kanaması, baş dönmesi ve düşme… İsmini telaffuz dahi etmek istemediğim şeyler velhasıl. Ve daha telefondayken direkt düşündüğüm; bu blogu derhal kapatmalı! Çocuklarımı çok seviyorum, şeksiz şüphesiz! Bilhassa sakinlik anında defalarca şükrediyorum bu altın çocukların annesi ben olduğum için. Hatta evde hararetin en kızgın olduğu zamanlarda bile, tam söylenmek üzereyken daha yakalayıp kendimi, şükrediyorum düşünüp nicelerini. Lakin insancıl da olsa bağımsızlık isteğimden öyle çok dem vurdum ve sıkıntılarımı, bunaltılarımı öyle çok yazdım ki, şikayetlenme boyutuna girdi, kim bilir. Bu beni uzun süredir rahatsız ediyordu. Şükürden ziyade şikayete odaklanmak hiç ama hiç istemediğim ve sevmediğim bir eylem olsa da yapıyordum bunu, bazen direkt ama kesinlikle istemeyerek!
Düşünceler dehlizinde iken bir yandan da telefondaki sesi kuyu içindeymişcesine dinliyor hatta cevap dahi veriyordum. Hatta öyle ki dışardan soğukkanlı bile görünüyor olabilirdim. İyi ki dinleyebilmişim, zira Selim’in düşüşü dünkü olaylardan bağımsız, sandalyesinde kaykıldığından olmuştu. Dizlerimde titreşmeler, içimde kaynayan ve açığa çıkmak için can atan volkanik gözyaşlarımı bastırarak Kerim’i aldım çıktım apar topar. Röntgen vs. bir şey çıkmadı şükürler olsun ki. Ama içim rahat değil, değil, değil! Her türlü rahat değil! Hem blogdan yana, hem yazdıklarımdan yana, hem Selim’in durumundan yana. Bir süredir halsizim diyordu, dudakları bana çok renksiz geliyordu, 3 gündür de tuhaf bir ishalle başediyor, bağlantısı yok muhtemelen ya da bilmiyorum! Yarın inşaallah kendi doktoru döner de tatilden, detaylı bir bilgi almak mümkün olur. (inşaallah!)
Hasılı, duaya ihtiyaç var. Dua etmeli!

Hiç yorum yok: