16 Eylül 2010 Perşembe

Okula Başlarken

Selim'e bugün okul bakmaya gittik. Niyetimiz okula şöyle bir göz gezdirmek ve hakkında fikir edinmekti. Lakin evde yalnızlıktan kuduran çocuk, hem arkadaşı İsmail'i, hem de oyuncak-insan-oyun üçgenini görünce eve geri dönmek istemedi haliyle. Yarım günlüğüne okula misafir edildi vesselam. 

İlter'le eve dönünce attan düşmüşe döndük.  Evde Selim yok, ses yok, çığlıklar yok, anneeeee, babaaaaaa diye seslenen birileri yok, kimi zaman sevdiğimiz, kimi zaman kızdığımız birileri yok, varsa yoksa Kerim'in miniminnacık agu sesleri. Bir de arada bize seslenmek için kullandığı ünlem: heı


Önce şuursuz bir biçimde birbirimize çarptık evde. Bir gidip bir geliyorduk küçücük evin içinde. Sanırım biraz heyecan da vardı. Şu kısacık süreye neyi, ne kadar sığdırabiliriz diye.  Aradan 1 saat falan geçince ancak sakinleşebildik. İlter işine koyuldu. Biraz silkinince bir Türk kahvesi içmenin zihnimi toplamaya yardımcı olabileceğini düşünerek kahve yapmaya koyuldum.  Şöyle bölünmeden, soğutmadan, farkındalıkla kahvemi içtim. Sessizlik ve bir yudum yalnızlık iyi geliyordu ki zihnimi bulandıracak düşünceler üşüşmeye başladı hemen. Ben nasıl bir anneydim ki oğlum yokken keyif alabiliyordum, nasıl mutlu olabiliyordum, utanmalıydım kendimden bu hissettiklerim için. Bu kısa zamanı kendime zehrettikten sonra Selim'in de eve dönme vakti geldi. 

Eve gelirken önce bir saklanır hep ve her defasında aynı replikler tekrarlanır. 

- İlter, Selim nerede?
-Bilmem, gelmedi heralde.
-Aa, hiç olur mu öyle şey? Oğlum da oğlum. Oğlumu isterim. Ben onu çok özledim. Bütün gün bu anı bekledim heyecanla. Oğlum olmadan naparım ben, ağlayacağım şimdi bak, dediğim an 
-Burdayım annee... diyerek  dayanamayıp çıkar ya üst kattan ya da alt merdivenden.
-Ah canım oğlum, hoşgeldin, safalar getirdinn, çok özledim seni diyerek sarıldım ama o çok heyecanlıydı.
-Anne, Zeynep parmağıma bastı, canım çok yandı, bir de sizi özlediğim için okulda ağladım, diyerek girdi içeri. 

Biraz soluklandıktan sonra hemen odasına çekildi, ben hamur oynamak istiyorum, diyerek. Uzunca bir süre oynadı hamurlarla. Uzun zamandır odasında tek başına böyle vakit geçirmemişti; sessiz, oyuna konsantre olmuş ve dinginlik içinde. Günlerdir evde kabus gibi dolaşan Selim gitmiş, yerine sakin, adeta tüm enerjisi ve aksiliği vakumla çekilmiş izlenimi veren bir çocuk gelmişti. Son derece yumuşakbaşlıydı üstelik. 

Bazen biraz odana git, deyip kovaladığımız çocuk, şimdi de odasından çıkıp insan içine karışmayınca biz gidiyorduk odasına peşisıra. Keyifli idi. Seninle oynayabilir miyim, dedim sevinçle parıldadı gözleri , tabii ki oynayabilirsin. Hem hamurlarla oynayıp hem sohbet ediyorduk.

-Okulunu sevdin mi?
-I-ıh...
-Peki neden?
-Çünkü bir çocuk benim yanağımı sıktı ve kolumu çekiştirdi, diyerek kolunu çekiştiriyordu.

Konuşmasını bölmeden, olayı anlatıp, rahatlaması için bekledim bir süre.

-Peki okulda en çok hoşuna giden neydi? Bu soruyu da okul hakkında fikir almak için soruyordum.
-Karınca olup şarkılar söyledik, en çok o hoşuma gitti.
-Peki en az hoşuna giden ne oldu?
-O çocuğun beni çekiştirmesi. 

Derin bir ohh çektim içimden. Demek ki öğretmenler, okul ile ilgili ters bir şey yoktu, olsa ilk onu dile getirirdi nitekim. 

Bir yandan saçlarını okşayıp bir yandan devam ettim konuşmaya;

-Sen yokken ev bomboş gibiydi biliyor musun? seni, o güzel sesini çok özledim. Devamlı saate bakıyor ve "benim ilk gözbebeğim, kıymetlim ne zaman gelecek acaba?" diyerek hesap yapıyordum.

Biliyorum ki, evde olmadığı zamanlarda unutulmadığını, özlendiğini bilmek epeyce hoşuna gidiyor Selim'in. Nitekim evden ayrılıp geri döndüğünde "beni çok özledin di-i mi anne, ben yokken hep gelmemi bekledin di-i mi anne?" diye tekrarlayarak önemsendiğinin ne kadar hoşuna gittiğini belli eder bana.

Kardeşini de yanımıza alarak sohbete ve oyuna devam ettik. Kerim'in gözü de devamlı Selimîn üstündeydi. Sanırım özlemişti ağbisini. Selim zaman zaman sert, zaman zaman yumuşak bir biçimde öptü durdu kardeşini. Kardeşin de seni çok özlemiş, sen yokken ağlayıp duruyordu, ama bak şimdi nasıl da mutlu görünüyor, diyerek kardeşinin de onu özlediğini bilmesini ve kardeş yakınlığını korumasını istiyordum.

Netice itibariyle gün iyi bitti. Selim yemeğini kolaylıkla yedi. Puan ve oyuncak hatırlatmasına binaen banyodan kolaylıkla çıktı. Ve ufak sapıtmalardan sonra keyifle uyudu.  Diyeceğim o ki; çocuklar eğer gidebiliyorlarsa okul iyidir. En çok da anneler için. Severek gittiğini bildiğiniz ve içinizin rahat ettiği bir okula gidince çocuk, her türlü iyi oluyor. Hem çocuk eğitim ihtiyacını gidermiş oluyor, hem enerjisini atmış oluyor, hem sosyalleşmiş oluyor, hem de anne ve baba nefes alıyor.

Ama en güzel yanı bu değil, işin en güzel yanı benim için; Selim evini, odasını, oyuncaklarını özlemiş oluyor. Bir de enerjisi azaldığından sakin oluyor. Bir de anne ve baba onsuz bir nebze nefes aldığı için yumuşamış oluyor, hem de çok özlemiş oluyor çocuğunu. Geriye kalan kısa sürede kaliteli zaman geçirme ihtimali artıyor. Öbür türlü ise 24 saat beraber olan anne-çocuk ilişkisi yıpranıyor, anne boğuluyor, çocuk boğuluyor, hatta çocuk ailesinden sıkılır duruma geliyor, tahammül azalıyor çocuğa karşı, kaliteli bir yarım saat bile geçmiyor, tam aksine 24 saat beraber olmaya rağmen verimli bir tek saat bile geçirilmemiş oluyor beraber.

2 yorum:

anne kaleminden dedi ki...

hele de evde bakım bekleyen bir minik daha varsa bulunmaz nimet :) selim ve sizin için sevindim...

Deli Anne dedi ki...

Ooo oraya hiç girmedim bile :)