Oysa
ettiğimiz hiçbir kelam karışıp gitmiyor ki havaya, o anlık karışsa bile
bir zaman dönüp dolaşıp geçiyor gene bizim kafamıza. Sırf bunu düşünmek
bile susturmalı insanoğlunu, ama nerde?!
Şimdi
diyecekler ki ben kötü niyetli değildim, ben fayda edecek birşey
söyledim, ya da en beteri; hiç sevmediğim ve tüylerimi diken diken o
irrite cümle; açıksözlüyüm, gördüğümü söylerim. Ben de diyeceğim ki;
-Söz var kese savaşı, söz var kestire başı!
Nerede, ne
durumda, neyin nasıl söyleneceğini hesap etmeli. Yerini bilmeli. Bu
açık ortama yazıyor olmak, ilkel ve terbiye edilmemiş, çiğ ve kalpten
geçirilmemiş sözlerle herşeyi söyleme hakkını vermiyor kimseye.
Yanılıyor bazen insan, ortalığa yazılıyor diye herşeyi söyleyebilme
hakkı var sanıyor. Değil! Hem niyetler iyi bile olsa sözler incitebilir.
Hiç olmazsa bunu düşünmeli!
-Ya hayır söyle, ya da sus! ya da kısaca -Edep Ya Hu!
O yüzden
lafı evirip çevirmeyeceğim; oğlum üstün zekalı! Ona üstün potansiyelli
tanısı konmasaydı bile aşağıda bahsi geçen ve daha onlarca makalede
yazıldığı, uzmanların anlattığı gibi -üstün zeka anlaşılabilir birşey!-
Yeter ki makul insanlar olsun çocuğun etrafında, öbür türlü yukarıdaki
örnekler gibi hasta, anormal damgası yemesi an meselesi. Günümüzün
zavallı hiperaktif damgası yenen ve ilaçla tedavi edilen çocukları gibi.
Kolay yol bu çünkü!
İşte üstün
zekalı çocuğun annesi olmanın bir zor tarafı da bu. Bir Türk üstün
zekalı çocuk annesi olmak. Ve çevrenizdeki hazımsız, sevgisiz insanların
taarruzlarına maruz kalmak. Etrafında çocuğunu yüceltmeye meraklı
anneler olan ve zannediyorum bunlardan canı sıkılan bir kesim var.
Sanırım en çok bundan, biri ağzını çocuğum zeki diye açtığı anda o ağzın
payını vermeyi görev sayıyorlar. Ya da bazı insanlar öyle sevgisiz ki
etrafa öfke kusmayı normal sayıyorlar. Neyse! Allah hepimizi ferasetli
ve edep sahibi yapsın, feraset ve edep sahiplerini de etrafımıza
toplasın.
.
Aşağıda Semerkand Aile dergisinden Meral Uzunay’ın kalem aldığı bir makale var. (Yazının orjinali için tık tık) Yazının
büyük kısmını alıntılıyorum zira bir türlü tam toparlayamadığım mevzuyu
çok iyi dile getirmişler. Yazıda bahsi geçen konuların pek çoğu çok
uyumlu bize ve yaşadıklarımıza. Ama şu da unutulmamalı; her bir bireyin
farklı olması gibi, her üstün zekalının da aynı davranış biçimini
göstermesi beklenemez. Sonuçta -üstün- kalıbı içinde de olsa insan
dediğimiz canlı tek tip değil zaten. Ve en önemlisi şu; genellikle ve
çoğunlukla benzer denen şeyler var. Ben benzer kısımların altını çizeceğim ve araya bize dair notlar düşeceğim.
Bizim
dönme sebebimizin ana unsuru bu konu. Ben oğlumun şimdisini koruyup
kollamak zorunda hissediyorum kendimi. Burada bu olmadı. Ne üstün
zekalılar için bir okul var ve ne de doğru dürüst bir sistem. Ancak şu
yapılabiliyor; çocuğun zekasını kanıtlıyorsunuz, (ki nefret ediyorum
bundan, ben Türkiye’de oğlumu o teste soktuklarında ağlamıştım, ne
uğruna bu aptallığa maruz kalıyor ve hiç ses etmeden, ne olduğunu bile
bilmeden bir kanıtlama yarışına giriyor gibi diye) kanıtlanırsa yetkili
makamlarla ve okulla görüşüyorsunuz, bu şekilde çocuğunuza sınıf içinde
ekstra bir yaklaşım sergiliyorlar. Mesela otizm tanısı konan bir çocuk
için aile kılı kırk yarıyor, çocuğa ait tanılarla resmi makamlara
gidiyor, koşulları tanımlıyor ve gene makamlara sunuyor, en sonunda
çocuğa nasıl yaklaşacaklarını anlayan birimler okulda bu olanağı
sağlıyor. Belki ekstra bir öğretmen veriliyor, ki bunu da aile buluyor
vesaire. İşte üstün zeka durumunda da böyle bir sistemle boğuşmak
gerekiyor. Öbür türlü özellikle bizimki gibi, sözümona çok başarılı diye
addedilen bir okulda, muhasebe müdürü kıvamında bir müdür (burada müdür
olmak için eğitimci olmak gerekmiyor, herhangi bir meslekten geçiş
yapabiliyorsunuz) ve disiplinle sıyırmış bir öğretmenle çocuk değil
üstün zekalı (ki Türkiye’den çevirdiğimiz rapora rağmen) neredeyse
gerizekalı damgası yiyor. Hasılı burada bunun kavgasını vermek çok
yıpratıcı. Benim canım ülkem daha iyi buradan.
Anladığım
kadarıyla Avrupa’da üstün zekalılar için özel bir sistem yok. Amerika’da
devletin üstünleri tespit etmesi kanunen zorunluymuş mesela, nasıl
bilmem ama herhalde öğretmene iş düşüyor bu konuda. İsrail bu konuyu en
çok ciddiye alan ülkeymiş. Ve asla gözardı edilmezmiş çocuklar. İlla ki
tespit edilir, özel programlara sokulur ve hatta çocuğun ilgi alanı
neyse ona dair gerçek ortamlara sokuluyormuş çocuklar. Mesela genetikle
ilgili ise sahici genetik laboratuarlarında çalışmalara katılıyormuş.
Bizde ise gelişeyazıyor ama çoooook daha hızlı ve etkin bir sistem
lazım. Kendi çocuğumu geçtim, çok zeki çocuklar var ülkemizde
harcanmamalı böyle bir lütuf. Dünyaya iyi yetişmiş, iyi kalpli, mutlu,
tatmin olmuş, iyi insanlar çok lazım. Hem de acilen lazım.
İddia
ediyorum bizim ülkemizin insanları birçok ülke insanından çok daha zeki.
Sadece Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın ne maksatla
söylediğini bir türlü sökemediğim şu sözünden -biz ara eleman ülkesiyiz, mucit çıkaramayız!-
ortaya çıktığı gibi yıllardır yanlış sistemlere kurban edilmiş
çocuklarımız ve biz. (Bu sözler hayrete düşürdü zaten beni, bu ne
cehalet, bu ne küçük düşürücü bir düşünce sistemi. Osmanlı da müslümandı
ve birçok buluşu yaptı, bunu da mı gözardı ediyoruz artık. Yıllarca
buluş yapan ülkelere en üstün zekalılarımızı ellerimizle altın tepside
sunmamız ancak o zekaların da ola ola mucitlerin yamağı olması
bilinçliymiş dedirtiyor bu anlayış bana:( Yazık, çok yazık! Dilerim bu
pasif ve ezik düşünce, bu cahil zihniyet değişir bir an önce. )
ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUĞUN ANLAŞILMASI DA ZOR, EĞİTİMİ DE
Oldukça
ileri öğrenme düzeyine ulaşmış çocuklara üstün zekalı çocuklar deniyor.
Uygarlık tarihinde neredeyse bütün icatlar, bilimsel gelişmeler az
sayıdaki bu üstün yetenekli çocuklar sayesinde gerçekleşiyor. Diğer
yandan üstün zekalı bir çocuğun keşfedilmesi de yeteneklerini ortaya
çıkarması da tamamen bahtına kalmış. Çoğu keşfedilemeden toplum içinde
eriyip gidiyor. Allah vergisi bir yetenekle herkesin gıpta ettiği bu çocukların anlaşılması da zor, eğitimi de, mutlu olması da… Dünyadaki
tüm fakirlerin, savaşların, adaletsizliklerin acısını çekiyorlar.
İdealleri de zekaları gibi yüksek. İnsanlığı kurtarma adına keşifler
yapmak için durmadan zihinlerini çalıştırıyorlar. Duygu güçleri ve
algıları da hayli yüksek. Kolay depresyona giriyorlar.
Üstün
yetenek ve zekaya sahip bir çocuğa her zaman imreniliyor imrenilmesine
de, böyle bir çocuğu zayi etmeden yetiştirmek, her şeyden önce onu
keşfetmek işin en zor yanı. Bir kere ailenin hem eğitim konusunda
bilinçli hem de üstün zekalı çocuklara tanınan imkanlardan çocuğunu da
yararlandırmaya müsait olması gerekiyor. Bu çocuklara yönelik eğitim
içeren okullar ülkemizde çok az ve de büyükşehirlerde yer alıyor.
Anadolu’daki bir üstün zekalı çocuk eğer ailesi onun eğitimi için
büyükşehre taşınacak durumda değilse okulunun en parlak çocuğu olarak
hayatına devam ediyor, eğer bu alanda bilinçli olan bir öğretmene
rastlamışsa daha kaliteli bir eğitim alabiliyor. Ortalamanın üstünde bir
üniversite kazanıyor ancak bilim ağırlıklı çalışan üniversitelere
yerleşme olasılığı düşük kalıyor. Eğer üstün zekalı olduğu keşfedilememişse, başta okul içinde “uyumsuz” damgası yiyor. İnsanlık
için neler neler yapabilecekken belki eğitimi yarıda kalıyor. Çok azı
üstün yetenekli olarak keşfedilebiliyor, testlerle kanıtlanıyor ve bu
doğrultuda eğitim alarak yeteneklerini gösterme ve geliştirme şansı
yakalıyor. Diyelim çocuk matematik alanında çok duyarlı. Öğretmen onun
kapasitesini tam çalıştırmasına yol açan bir ders programı uyguladığında
çocuk o alanda hayli ilerliyor. Prof. Dr. Ayşegül Ataman’ın da ifade
ettiği gibi üstün zekalı bir çocuk ilgi duyduğu alanda geliştirildiğinde
o konunun öğretmeninden daha çok bilgiye sahip oluyor. Dolayısıyla
öğretmen, çocuğun karşısında yetersiz kalabiliyor. Konuya uzak
öğretmenlerin bunu hazmetmesi ve çocuğun bitmek bilmeyen sorularıyla baş
etmesi zor oluyor.
Dolayısıyla
bu çocukların ziyan edilmemesi için öğretmenlere şöyle bir çağrı
yapılıyor: “Her çocuğu üstün zekalı bir çocuk olarak gör. Yeteneklerini
geliştirmesine, kendisini göstermesine izin ver.” Açıkça
biliniyor ki bu çocukları keşfetmek de topluma kazandırmak da ilk
aşamada öğretmenlerin elinde. Her öğretmenin üstün zekalı çocukların
özelliklerini bilmesi ve eğitimlerinden haberdar olması konunun can
damarını oluşturuyor.
ÇOCUĞUMUN ÜSTÜN ZEKALI OLDUĞU NASIL ANLAŞILIR?
Genelde
zeka bölümü testleriyle (ZB) ölçüm yapılan ve bu testlerde 140 ve üstü
olan çocuklar üstün zekalı kategorisinde değerlendiriliyor. Ancak bu
testler ve ölçüm sistemi de bir yerden sonra eleştiri alıyor. Prof. Dr.
Ayşegül Ataman’a göre üstün yeteneği belirli bir ZB kuralına göre
tanımlamak sakıncalı. Çünkü bu konu daha geniş açıdan değerlendirilmeye
muhtaç. Çocuğun akademik ve anlaksal (zekayla ilgili) alanlardaki
yeteneği kadar toplumsal ilişkileri, yaratıcılık, önderlik gibi
alanlardaki yetenekleri de dikkate alınmalı. Hatta yetenekleri çok
belirgin bir çocuğun bu testlerle tanımlanmasına bile gerek yok. Bu
çocuk eğer 3 yaşındayken temel 4 işlemi yapabiliyorsa ya da 4 yaşından
önce kendiliğinden okumaya başlamışsa kesinlikle üstün zekalıdır ve
ölçümlere de gerek yoktur. Yetenek alanında da durum farklı değildir.
Başka bir çocuk da 3 yaşında her türlü müzik aletini çalabilir yahut
olağanüstü resimler yapabilir. Bu çocuğun da üstün zekalı olduğu apaçık
ortadadır. Bu çocuklara uygulanan testler onların zekasını tanımlamadan çok “kanıtlama” niteliği taşır.
Onlar kendilerini çok erken yaşlarda gösterebildikleri için üstün
zekalıların en şanslı grupları arasında sayılıyorlar. Ancak onlar kadar üstün
yeteneklere sahip olup da anne baba ve öğretmenlerince fark
edilemeyenler toplum içinde zayi olmakla birlikte “mantık dışı
davranmak”la da itham edilebiliyor ya da “acaip fikirli” diye
dışlanabiliyorlar. Anne babasını büyüleyen davranışlar gösterenleri
olduğu gibi utandıran ve çok uğraştıranlarına da rastlanıyor.
NASIL BİR EĞİTİM UYGULANMALI?
Üstün
zekalı çocukların eğitimi özel eğitim alanın en göz ardı edilen bölümünü
oluşturuyor. Büyükşehirlerin bazılarında bulunan rehberlik araştırma
merkezleri bu çocukları tanımlamada yardımcı olabiliyor. Ankara
Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Özel Eğitim Bölümündeki Özel Eğitim
Birimi gibi bu tür hizmetler veren az sayıdaki kuruluşlar da yönlendirme
ve bir programa ayırma gibi hizmet veriyor. İstanbul Üniversitesi ve
çeşitli üniversitelerin ilgili birimleri de bu konuda çalışma yapıyor.
Ankara Fen Lisesi ise fen ve matematikte iyi olan çocuklar için iyi bir
örnek. Zaten bu lise üstün yetenekli çocuklara yönelik kurulmuş. Bu
alanda dünyada yaygın olan eğitim tarzı ise normal bir sınıf için bu
çocuklara yönelik genişletilmiş programların uygulanması. Eğer bizim
ülkemizde de böyle bir sistem tutturulabilirse Anadolu’daki pek çok
çocuk da büyükşehirlerdekilerle eşit eğitim almış olabilir.
ÜSTÜN YETENEKLİ ÇOCUĞUMA NASIL YARDIMCI OLABİLİRİM?
Anne babalar bu çocukların öğrenme hızı ve soruları karşısında haliyle yetersiz kalırlar. Çünkü öğrenme hızları çok yüksektir. Yaşadıkları dünya, çevre, ilgilerini çeken her şey hakkında hiç durmaksızın bilgi edinmeye çalışırlar.
Sorularının sonu gelmez. Aileleri çocuğun bu durumunu “çocuğum bir
sünger gibi her şeyi emmek istiyor” diye ifade eder. İşin garibi bu
çocukların sordukları soruların bir kısmının cevabı yoktur. Ebeveyn bu
noktada tıkanır. Aile çocuğa hiçbir zaman “Büyüyünce öğrenirsin” deyip
başından savmamalı. Ona karşı dürüst olmalı ve “Bilmiyorum” diyebilmeli.
Açıklamaları ise çocuğun anlayabileceği bilişsel seviyeye uygun olmalı.
O ne kadar üstün zekaya sahip olsa da bir çocuk olduğu unutulmamalı.
AİLE ÇOCUĞA KONULAN HER TEŞHİSE İNANMAMALI
Üstün
zekalı çocuklar genelde hareketlidir ve çoğu kez bunlara yanlışlıkla
hiperaktivite teşhisi konulur. Oysa ki üstün zekalı çocuğun
hareketliliği araştırdığı konuların ve kafasındaki soruların yanıtlarını
bulma çabasındandır. Meraklarından, zorluk ve karmaşıklığı
sevdiklerinden hareketli davranış gösterirler. Onların sonsuz gibi
görünen enerjileri bir amaca ulaşmak içindir. Uykuya dalma süreleri geç
olabilir. Beyinleri de bedenleri gibi çok çalışır. Konuşmayı severler,
yaşıtlarına göre zengin bir dil kullanırlar.
(İstanbul’da psikologla çalışma yapmıştı Selim, çıktığında psikolog
bizi odaya alıp sonuçlardan bahsetti ve dedi ki; çok enteresan kelimeler
kullanıyor, en çok o dikkatimi çekti, not aldım birkaçını. Baktım;
biri; vefat etmiş, biri de devasa. Ben şaşırdım ama Selim’e değil
psikologa zira bunlar ne ki. Kerim şu yaşında kullanıyor, hatta pek çok
çocuk kullanabilir bunları. Kaldı ki Selim’in 1,5 yaşında kulllandığı
kelime – muhtemelen-di. Ardından lacivert ve atraksiyon geldi. Ben şuna
inanıyorum, konuşma stilinden bir çocuğun ileri zekasını çözmek mümkün.
Özellikle ekleri düzgün kullanıyorsa, duyduğu kelimeleri ilk anda yerli
yerine yerleştirip konuşmasına katıyorsa hele bir de kendi kelime
türetiyorsa*) Yaşıtlarına
oranla fiziksel açıdan daha gelişmiş olabilirler. Duygusal ve zihinsel
olarak da farklı zamanlarda gelişim gösterebilirler. Kendilerinden
büyüklerle oynamayı severler.
ÜSTÜN ZEKALILAR İÇİN 10 YAŞ DÖNÜM NOKTASI NİTELİĞİNDEDİR
Bu
çocuklar zihinsel olarak her ne kadar üstün olsalar da diğer çocuklarla
duygusal ve sosyal açılardan aralarında uçurumlar olabilir. Kendilerini
diğerlerinden çok farklı hissederler. Bu noktada aile sevgisine ve anlaşılmaya çok fazla ihtiyaç duyarlar.
10 yaş civarı çocuğun aile yaşamına ilişkin en fazla problemler
yaşadığı dönemdir. (Okul öncesi dönemde de sorunlar yaşamış olabilir.)
Bu sorunların temel nedeni ise duygusal yaşının zeka yaşını
tutmamasıdır. Ebeveynler onlardan mükemmel davranışlar bekler (bence
en büyük bahtsızlıkları bu zira beklenti de değil doğal gelişen birşey
bu, öyle büyük gibi konuşmalar, tutumlar direkt unutturuyor çocuk
olduklarını*) ve onların üstün zekalı olmalarını gerekçe göstererek çocuk olduklarını unuturlar, her şeyi daha iyi bildiklerini düşünürler, çocukça yanlışlıklar yapabileceklerini tolere etmekte zorlanırlar.
Aile o çocuğun yaşındakiler nasıl davranıyorsa o tutumları çocuklarında
görmeye açık olmalı, 10 yaşındaki çocuğa nasıl davranılması gerekiyorsa
öyle davranmalıdır. 10 yaşına gelmiş bir çocuk yetişkinlere daha çok
özenmektedir. Onlar gibi davranmak ve yetişkin muamelesi görmek ister.
Ergenliğe adım atılması, karşı cinse ilginin artması gibi sorunları da
beraberinde getirir. Araba kullanma, okuldan kaçma hatta alkol gibi pek
çok olumsuzlukları denemek isterler. Ailesi tarafından yeterince anlaşılamayan çocukların zararlı alışkanlıklara meyletme oranı yüksektir.
(Bunun örneklerini biliyorum ne yazık ki çok yakın çevremden ve bu beni
en çok dürten şey*) Çok iyi birer çete reisi olma potansiyeli taşırlar.
Bu çocukların ahlak eğitimine özen gösterilmelidir. (Bu da benim dönmemi tetikleyen unsurların başında geliyor*)
EL YAZISINDA ZORLANABİLİR, OKULA GİTMEK İSTEMEYEBİLİR
Zihni
çok hızlı çalışan bir çocuğun diğer çocuklara göre motor becerileri
farklı olabilir. El ile yazı yazmakta zorlanabilirler. Çünkü zihinleri
kalemden daha hızlı çalışır.Anlama ve bilgi edinme seviyeleri el becerisinden hızlıdır. Bu
durumda klavye ile yazmaları daha uygun olabilir. Zekada üstün olmaları
ahlakta da üstün olacakları anlamına gelmez. Bu çocukların diğer
çocuklar gibi bir takım kurallara daha çok ihtiyaçları vardır. Onlara
doğru ve yanlışlarda bahsetmeli, üstün bir ahlak değerleri
aşılanmalıdır. Aksi halde zekaları sayesinde toplumlara çok büyük zarar
verebilirler. Banka batırmak, mafya reisi olmak onlar için zor değildir.(Hiç
ütopik gelmiyor böyle şeyler bana, tarih çok zeki ve dünyaya çok fayda
sağlayan (Einstein, Edison, Steve Jobs…) , bir de çok zeki ama dünyaya
çok büyük zararlar veren (Hitler, günümüzde İsrailli pek çok lider gibi
örneklerle dolu*)
HATA YAPMAKTAN KORKARLAR
Bazı üstün
zekalılar yeni şeyler denemekten çekinirler. Hata yapmış olarak
algılanmak istemez, aptal durumuna düşmekten fena halde korkarlar.
Başarısız olmaktan çekinirler. (Selim bir süre önce asla ve kat’a
yarış türünden oyunlara katılmazdı, hep bireysel şeyler yapardı.
Şimdilerde atlattı bu hali. Belki de buralarda zekası geriledi kimbilir) Bu çocuklara yardımcı olunması, belirli riskleri alabilme cesareti aşılanması gerekir. Espri yetenekleri iyidir.
İDEALLERİ TOPLUM İÇİNDİR
Bu çocukların idealleri toplumsaldır. Genele ait problemlerin kaygısını duyarlar. (Ben bir yazımda bahsetmiştim, kendi aramızda bir tanım bulmuştuk buna: Evrensel insan!*) Savaşlar, fakirlik, şiddet gibi bir takım problemlerin tam ve net olarak farkındadırlar. Hastalıkların çaresini bulmak, savaşları sonlandırmak, fakirliği bitirmek gibi büyük projeler için kafa yorarlar.Genele ait sorunlar için kendilerini üzgün ve çaresiz hissederler. (Bu noktada inanç ve dua kurtarıyor bizi*) Dünyada bir tek fakir kalacak olsa bile bundan rahatsızlık duyarlar. (Haksızlığa asla gelemezler. Az
önce kendine kaypaklık eden, söven, döven arkadaşına biri haksızlık
yapsa onun uğruna kavga edebiliyor mesela. Ya da başka bir yerdeki acıya
çıldırabiliyor. Derhal birşeyler yapmak istiyor. En büyük ideali ilerde
zengin olup kocaman bir dükkan açmak ve yoksullara istediklerini
ücretsiz almalarını sağlamak.) Ölümün anlamını sorgularlar. Görme, ses gibi çevreden gelen uyaranlara karşı oldukça hassastırlar. (Bu konuda destan yazabilirim, bebekliği bu yüzden çok zor geçti çünkü*) Müziği, renkleri çok sever derinden etkilenirler. Çoğu kişinin görmediği ufak noktaları ve ayrıntıları görebilirler.
(Tekrar hatırlatayım; bu yazı Semerkand Aile dergisinden alınmıştır aradaki * ile işaretli kısımlar benim eklediklerim.)
————————————————————————————————————————————————
Şunu da eklemem gerek, bunu çok derinden hissediyorum:
Bir devlet
zeka geriliği olan bir bireye de, ileri zekalı bir bireye de ve bu
bireylerin ailelerine de tüm olanaklarıyla yardımcı olmalı. Çünkü ileri
zekalı bir çocuk da zor çocuk
oluyor. Ona hitap eden, sağlıklı şartlar sağlanmazsa zeka da geriliyor,
hadi bunu geçtim, o sünger gibi beyin zararlı şeylerle doluyor, (kendi
oğlu da üstün zekalı olan eski okulun müdürünün söylediği şu şey; şimdi
çocuk küçük, en fazla tv ile doldurur o zihni, ama ilerde büyüyünce
ileri derecede pek çok zararlı şeyi alacaktır zihni) ve bence en
önemlisi tatminsiz ve çok mutsuz bireyler oluyorlar. Duygusal olarak da
çabuk düşmeye müsait yapıları var ve aile için de hiç kolay değil
başetmek. Selim’i evde oyalamak insanüstü bir çaba istiyor, dışarda
ilgisiz olduğu bir alanda tutmak da ha keza, okuldaki durumla
başedebilirdi belki ama duygusal olarak çabuk çöktüğü için depresyona
girdi mesela. Bu çocukları tek başına doyurmak çok zor. Doymadıkları
zaman da her türlü sapkınlığa girebiliyorlar. Şimdi çocuk olduğu için en
fazla kardeşine sarıyor ya da bize ama ya büyüyünce? Bu yüzden bu
çocuklara da, ailelere de destek şart! :Uzman birimlerin desteği şart.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder