30 Ağustos 2013 Cuma

Ne oldu, ne oluyor, ya şimdi ne olacak?





Selim’in kısa bir süre devam ettiği Steiner-Waldorf okulu kelimenin tam manasıyla yandı-bitti-kül oldu. Okul yandı, yeni okul binasının uygun olmadığı anlaşıldı, sigorta okulun güvenlik önlemlerini almadığı için sigorta masraflarını karşılamayacağını açıklayınca bitti o efsane. Selim’in öğretmeni uzun süre dışardan çocuklara destek verdi; parklarda, seralarda, kendisinin, velilerin ev ve çiftliklerinde dersler, aktiviteler yaptı ama devam edemedi tabii. Dağılan çocukların çoğu Homeschooling yapıyor, kimi özel okula gidiyor ama özel okullar ateş pahası. Öğretmen Edinburgh’a taşındı, oradaki Steiner okulunda öğretmenliğe başladı. Biz de gitmeyi düşünmedik değil hani, hatta Edinburgh’da okulları gezerken birdenbire burada kalma fikrimiz ciddileşti. O günün öncesinde İ. bir sebepten dönmeyelim demişti, bense İstanbul’da ev ve okulları araştırırken bile daha içimi kaplayan sıkıntı sebebiyle düşünmeye başlamıştım dönmeme fikrini. İstanbul; canım şehrim ama kendimizi orada düşününce geriliyorum çok. Özel okul fiyatları dudak uçuklatıyor, evler deseniz hem kötü hem pahalı. Üstelik belirsiz bir süre İ. de olmayacaktı yanımızda. Birgün İ. ye; biz Türkiye’ye yerleşsek bile gene gideriz herhalde, dedim. Gözleri şaşakaldı. E, o zaman niye gidiyoruz, dedi. Çaresizlik ve aldım verdim hikayesi. Çünkü temel aldığım şey hep Selim’in önceliğiydi.
.
kids skate park
Sonra birgün birşey değişti: Aşağıdaki -Belki, Belki Değil- repliği gibi; Hayat bizi bir yola sürüklüyor. Ben hep diyordum bir yol var önümüzde belki açık ve net ama biz öyle kapatmışız ki gözlerimizi görmüyoruz, görsek bile o yola girmemek için direniyoruz. Ama girmemiz gerek ki  ısrarla oraya yönlendiriliyoruz. İşte o hal üzerindeyiz.
.

.
Çocuklar okula yazılmadığı için eski okul idaresinden telefon alıyoruz boyuna. En son kapıya gene resmi görevli geldi. Home Schooling (Evde Eğitim) uyguluyoruz, güle güle dedim ancak olmadı, peşimizi bırakmadılar. Önce kibardı hepsi, size yardımcı olalım, materyal sağlayalım dediler. Ardından Homeschooling için devlete resmi başvuru yapmadığımız ve onay almadığımız için başımızın belada olduğu izlenimi veren bu kişiler, kanunda yer alan: bir kez özel okula devam eden çocuk üzerinde devletin gözetim hakkı olmadığı, maddesini dayadığımızda; ımmm, öhöm evet, haklısınız bu durumda resmi idareden izin almanıza gerek yok, dediler. Ancak o zaman biz de size yardımda bulunmayız, cümlesini hemen yapıştırıverdiler. Nasıl ama:)
İşte bu tuhaf ve cahil zihniyetten uzaklaşmak için bu bölgeden taşınmamız gerek. Bunun için ev araştırma çalışmalarını hızlandırdık. Sürekli ev bakıyoruz. Şehrin merkezi uygun zira orada okullar karma, öğretmenler yabancı öğrenci konusunda deneyimli, lakin bir türlü bu merkezler açmıyor içimi. İ. nin; buradaki gibi eve hapsolmazsın, çocuklar okula gider, sen alışverişe, müzeye, kütüphaneye, kafeye her yere yakın olursun, dilediğin kursa gidersin, gibi türlü akıl çelmelerine rağmen ısınamıyorum oralara. Kendim de kendimi zorluyorum ama olmuyor! Üstelik orada house tipi evler yok, her yer apartman. Evlere baktık ama hiçbiri beni açmadı. Bazı evler berbattı; Beşiktaş’ın leş ve pahalı öğrenci evleri gibi, çok sıkıldı içim. Bir de uyandık artık, en büyük önceliğimiz bulaşık makinası olması evde ve büyük buzdolabı. Bazı evler çok güzeldi, hele bir tripleks vardı ki içi muazzamdı, üç katlı, girişte duvarı boydan boya cam olan salon, ayrıca burası şık ve bahçe büyüklüğünde bir balkona açılıyor, karşısı sadece ağaç, ara kat salonlu bir amerikan mutfak gibi ve ağaçları gören duvarı boydan boya cam gene, üst katta yatak odaları, her katta banyo var, ev site içinde, iki adım ötede park var, yoldan nehir geçiyor, lakin etrafını sevmedim çok bakımsızdı. Apartman olanlara bakınca da ne derece lüks ve güzel olurlarsa olsunlar; çocukları gene odalarda, koridorda sıkışmış hayal edince çıldırıyorum. Ki biliyorum ki vazgeçemedikleri şey sokak.
.
delianne.
Derken bir ev gördük, bildik bir semtte. Gene bizimki gibi mahalle. Eve bakmak için gittik; bir Japon baba, bir Rus anne ve 3 çocuktan oluşan bir aile çıktı karşımıza. Eve ayakkabıyla girilmiyor, anne yeni doğum yapmış ve ne tevafuksa bu aile de Avustralya’ya taşınıyormuş. Tevafuk neresinde derseniz şayet bu evi tutacak olursak, eski evimizin  sahibi Yeni Zelanda’ya, yeni evimizin sahibi Avustralya’ya taşınmış olacak. Bizimki gibi seyyahların evinde olacağız velhasıl. Evin odaları, mutfağı küçük ama ev hem temiz, hem de çok sıcak bir havası var. Bahçesini sevdim dümdüz ve bizimkinden çok daha geniş. Hemen hayallere kapıldım ben; çamaşır direği dik, boydan boya as çamaşırları efil efil sallansın ipte diye, hatta bunu İ. ye anlatırken neredeyse salyalarım akıyordu:) Ve Japon baba; onu öyle çok sevdim ki onun nezdinde tüm Japonları sevdim diyebilirim. Bir kez daha Barış Manço’yu yadettim. Evin iyi kötü her yönünü dürüstlükle gösterdi, ki bu çok etkiledi beni. Bizde genelde kakalanır evler, saklanır kusurlar değil mi? Herşeyi anlattı, evin giderini, iyisini kötüsünü. Okulları hakkında bilgi aldık. Komşularını anlattı. Üniversitede hocaymış, mimarlık ve çevre duyarlılığı kitapları vardı sorduk kendi yazdığı kitaplarmış, kızı çok tatlıydı neredeyse kucağımıza atladı daha içeri girerken, kadına üç sene Rusya’da yaşadığımızdan dem vurduk, şaşırdı vesaire. Neyse İ. karar verelim dedi, ben hadi tutalım dedim. Dur sen hemen kaptırıyorsun düşünelim dedi. Sonra birçok ev daha gördük ama olmadı gene içim ısınmadı. Aklım hep ordaydı. Gidip gelip internetten evin fotoğraflarına baktım, hayalimde neyi nereye koyacağımı hesapladım. Salonu küçücük, bizimki gibi ferah değil, mutfağı da. Ama bir bölmesi var çok cezbetti beni, kendimi hep orada hayal ettim. Evin önü apaçık, tepeyi görüyor, silme çayır ve önlerinde inekler otluyor. Tıpkı Evgeny Grinko’nun Vals klibindeki gibi engin çayırlar uzanıyor evin önünde. Ben; orada günbatımı ya da gündoğumu biri illa ki görünüyordur ayy, harika olur, yok yanıbaşında park var ay harika olur deyip durdum yeni yetme kızlar gibi heyecanlıydım. İ ise mantık adamı; evi gündoğumuna göre mi tutacağız, hem park dediğin kaç kez gidilir ki mevsim bitti diye dürttü beni. Belki haklıydı belki de değildi. Neyse tutmadık ama ben oraya meyilliyim. İ. ye diyorum haftalardır ev bakıyoruz, aman işim aksadı şu bu deme, ben kararlıyım, sen değilsin. Haksız mıyım söyleyin? :)
Sonra Selim’le Homeschooling yapmaya başladık. Aman ne hikaye. Bunu ayrıca yazmam lazım. Neyse!
Ama içimde güzel bir umut var. Ne zaman içimi bir endişe kaplasa, niyetimi hatırlatıp; La Tahzen diyorum; üzülme, endişelenme…  Biliyorum ki bu safi niyette kalırsam herşey güzel olacak, çünkü yapacak işler var, iyilikler var.. Biliyorum ki; herşeyi yoluna koyanın emanetine bıraktığımız çocuklar kesinlikle zayi olmayacaklar!
Çocuk eksenli hayattan, hatta tek kendi çocuğum eksenli hayattan iyilik eksenli hayata adım atarsak, ki anladım ki bu zamanda buna çok ihtiyaç var, bu kadar çocuk eksenli olmasak; açımızı korkmadan, genişçe açsak, çocukları salıvermek şeklinde değil elbette, sahiden iyi ve saf niyetle herşey çok daha güzel olacak. 
———————————————————————————-
delianne 2013
Zafer Bayramı’mız kutlu olsun.

Hiç yorum yok: